Yavuz Bingöl, Alev Alatlı, daha birçok kültür ve sanat insanı, bu günlerde "iktidarın kucağına doğru" hızlı bir hamle yaptıklarından dolayı eleştiriliyor.
Bizde iktidarla uzaktan veya yakından ilişkili sayılan her türlü eleştirinin "bir numaralı muhatabı" sayılan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, büyük bir iştahla bu konuya da el attı ve eleştirilere hedef olanların "linç edildiğini" söyleyerek onları "savunmaya" girişti.
Erdoğan kendisine yaklaşanları, destek verenleri korumaya özen gösteriyor.
Ama...
Onlar yanında oldukları ve kendisine destek verdikleri sürece...
Birkaç yıl önce AKP yandaşı olmasa da, ondan umudu olan çok sayıda aydın, iktidara kısmi ve şartlı da olsa destek vermişti.
Sonra ne oldu?
Bunların bir kısmı şaşılacak kadar kısa sürede "koyu AKP yandaşı"na dönüştü.
Kendi çizgisini genel olarak koruyan ve AKP'ye karşı beslediği umudun boşa çıktığını gören pek çok aydın ise, Erdoğan'ın - eskisinden daha keskin - muhalifi oldu.
İktidar, bir zamanlar kendisine destek veren, ama sonradan "başkaldıran" isimleri asla affetmiyor.
Erdoğan'ın şu sözlerini hatırlayalım:
"Aydınlar mı getirdi bizi bu yere? AKP’nin aydınlara ihtiyacı yok!"
Evet, demokrasi vaat ederek kandırdığı, ama yalanını anlayarak yanından uzaklaşan liberal aydınlara ihtiyacı kalmadı iktidarın.
"Âkil adamlar" deneyiminin buraya kadarki bölümü de, toplumun yakından tanıdığı bazı aydınlarla, sanat ve kültür insanlarıyla Erdoğan'ın arasını açmaya yetti. Bu sürecin devam edeceğini tahmin etmek zor değil. "Âkillikten" istifa edenlerin bir kısmı "kullanıldıklarını" vurguladı.
Bu tür "kullanma" ve "kandırma" pratiklerinin devamı gelecektir mutlaka.
Ancak - iktidarın yaklaşımlarını içtenlikle paylaşanların yanı sıra - "kullanılmaya gönüllü" olan aydınların varlığını da unutmayalım. Onlar sıkı bir "gelir-gider hesabı" yaptıktan sonra iktidar saflarına doğru ilerlerken elbette kendi beklentilerini ve şartlarını da görüşme masasına koyma eğilimindeler.
Son yıllarda iktidarın bilinçli bir tavırla toplumdaki ayrışmayı ve kutuplaşmayı körüklediğini, düşman imajını pompalayarak saflarını konsolide ettiğini biliyoruz.
Sonuçta toplum sert bir kırılma yaşayarak ikiye bölündü. Elbette aydınların da ikiye bölünmesi doğaldı ve öyle de oldu.
(Burada toptancı bir yaklaşımla "aydın" veya "entelektüel" diye genellemekte zorlandığım bir kitleden söz ediyorum. Mesela, "iktidara yakın tutum alan aydınlar" dedikten sonra İbrahim Tatlıses'in ve Hülya Avşar'ın AK Saray güzellemelerini örnek gösterirsem herhalde buna epeyce tepki duyan olurdu. Onun için genel olarak sanat, kültür, bilim ve medya gibi alanların temsilcilerinden bahsettiğimin altını çizeyim.)
Ben, iyi ve uyumlu giden "iktidar-aydın ilişkileri"nden hep kuşku duymaya eğilimliyim. İktidar ister sağcı, ister solcu olsun.
Elbette aydınların illaki iktidarın tüm uygulamalarına karşı çıkması şart değil. Desteklenecek adımlar da olabilir. Hatta geçici işbirlikleri de gündeme gelebilir.
Ama aydın demek, eleştirel yaklaşım üretebilme, kuşkucu olabilme, karşı çıkabilme, hatta isyan edebilme potansiyeli taşımaktır.
Bundan dolayı gerçek aydını hiçbir iktidar sevmez; en azından ona temkinli yaklaşır, fazla güvenmez.
Ve "ileri giden" aydını cezalandırmaktan kaçınmaz, çünkü kendini koruma içgüdüsü her zaman ağır basar.
Sokrates sadece filozof değil, "ileri giden bir muhalif" olarak görüldüğü için ölümle cezalandırıldı.
Bununla birlikte iktidarlar, aydınlardan vazgeçemezler.
Çünkü aydınların yaratıcı potansiyelleri ve kitleleri etkileme gücü vardır.
Bundan dolayı devlet yöneticileri onları yanlarına almak isterler.
Dün bazı aydınlara ihtiyacı olmadığını söyleyen Erdoğan, bugün başka aydınları saflarına kazanmaya çalışıyor.
Neden?
İktidarı övsünler ve uygulamalarını meşrulaştırsınlar diye.
Önde gelen beklenti budur.
Son haftalarda AKP kitlesi de dahil, bütün toplumda rahatsızlık uyandıran AK Saray'ın "aşırı masrafları ve lüks merakı" konusunda Hülya Avşar ve İbrahim Tatlıses gibi ünlü isimlerin savunmasının öne çıkarılması bunun örnekleridir ve herhalde devamı da gelecektir.
Peki, Bingöl, Alatlı ve benzerleriyle ilgili tartışmaların bu kadar şiddetli bir tempoda yapılması normal mi?
Hayır, elbette değil.
Ama ülkemizde birçok şey normal değil artık.
William Shakespeare'in Hamlet oyununu seyretsek, sanatsal bir keyif duymaktan önce, "kahramanların hangi sözleri kime gönderme yapıyordu acaba?" diye düşüneceğiz.
O derece politikleşti her şey.
Gezi'yle ilgili tavrınız nedir? Ya Roboski (Uludere) konusunda? Maden kazalarında yüzlerce kişinin ölmesine ne diyorsunuz? Ya milyarlık yolsuzluklara, reddedilmeyen tapelere? Yayın yasaklarına, polisin yetkilerini genişleten yasalara? Eğitimin giderek "dindarlaşmasına", kadınların geri plana atılmasına, Amerika'nın Müslümanlarca keşfine, dünyanın küre şeklinde olmasının İslam dinine mensupların icadı olmasına, her şeyin "Müslüman-Sünni-Türk-erkek" ekseninde öne çıkarılmasına?..
Bütün bu yakıcı sorular "sakin" tartışmayı zorlaştırıyor günümüz Türkiyesi'nde.
Peki, her şeye karşın, aydın olup da AKP'li olunmaz mı? Kültür ve bilimle uğraşanların iktidara olumlu yaklaşma, onu destekleme hakkı yok mudur?
Elbette vardır.
"Linç üslubu", hakaretler ve küfürbazlık nereden gelirse gelsin kabul edilmez.
Üstelik iktidara doğru adım atanların farklı öncelikleri olabilir.
Maddi beklentiler hepsi için temel hedef olmayabilir.
Ben aydınların önemli bir kısmının güçlü iktidar hırsına sahip olduğundan kuşkulanıyorum. Gizli bir "ikinci iktidar olma" arzusundan.
Bu duygularını tatmin edebilmek için kendi iç dünyalarında ve yakın dostları arasında eleştirdikleri, hatta küçümseyip aşağıladıkları AKP iktidarına yanaşmakta beis görmüyorlar.
Kimilerine göre "Erdoğansız Türkiye" artık mümkün değil; 2023'e ve belki 2071'e kadar.
Ve öteki "iktidar alternatifleri daha kötü ise", bu, AKP'ye pragmatik yaklaşımın gerekçesi olarak kabul edilebiliyor.
Aydınların önemli bölümü, sık sık sesini yeterince duyuramamaktan ve "iyi anlaşılmamaktan" yakınır. Bu derdin devası, çoğu kez siyasi ve ekonomik imkânlarda aranır.
Belki de hep aynı liderleri her Allah'ın günü bütün televizyon kanallarından saatlerce izlemek zorunda kaldığı için ruh sağlığını kaybeden toplumumuzda, "daha ünlü ve daha medyatik olmak" insana özel bir yücelme duygusu vaat ediyordur.
Bunun için "doğal olarak üzerime biraz çamur sıçrasa da, katlanmalıyım; birkaç adım sonra bugünkünden çok daha etkili olacağım" diye düşünen sanatçı ve aydınlar çıkabilir.
Ama şimdi sahip oldukları olumlu özellikleri küçümseyip iktidara haddinden fazla önem atfederken kısa sürede bütün sermayelerini kaybetmeleri riski olduğunu gözden kaçırabilirler.
1980'li yıllarda Sovyetler Birliği'nde gizlice anlatılan bir fıkra vardı, siyasi liderlerle aydınları kıyaslayan:
2080'li yıllarda öğretmen öğrenciye sorar:
- Söyle bakayım, Leonid Brejnev kimdi?
- Andrey Saharov ve Aleksandr Soljenitsin zamanında yaşamış olan, orta düzeyde yetenekli bir siyaset adamıydı...
@AksayHakan