Baş ol da istersen soğan başı ol!
Bu topraklarda iktidara verilen sınırsız önemi anlatan çok sararmış bir öğüttür bu.
Çocuğu sınıf başkanı ya da en azından sosyal bir grupçuğun yöneticisi seçilen aileler, bunun peşinen gururlanılacak bir şey olduğundan emindir. Askerde onbaşı atanan, kendini Napolyon sanır. İş ortamında "müdür" olmak neredeyse tapılacak bir mevkiye kavuşmaktır; o "müdürlük" ne kadar külüstür olursa olsun.
Hele "koca devlet içinde bir yerlere gelmek", öyle kolay anlatılacak bir coşku değildir. Bir de kentlerin, devasa kurumların, "yüce" bakanlıkların, hükümetin başına yükseldiysen... Artık orada söz biter; bizim gibi sıradan ölümlülerin pek anlayamayacağı "tanrısal" bir ruh hali oluşur.
Bizim memlekette en çok iktidara, güce tapılır. Kim baştaysa ve en güçlüyse o sevilir ve sayılır; en sık o affedilir; ve en çok ondan korkulur. En çok ona yağ çekilir. Ahlaka ve kişiliğe ait birçok değer, gönüllü ve aleni olarak iktidarın çizmelerinin altına serilir. (Mesela, günümüzde Türk medyası bunu kanıtlayan nice "destanlar" yazmaktadır.)
İktidar bu kadar kutsal olunca, iktidardan ayrılmak da haliyle o kadar "lanetlenmişlik" olarak görülür. Onun için kimse istifa onuruna layık olabileceğini aklına dahi getirmez. Yüzlerine tükürsen "yağmur yağıyor" bile demezler, çünkü dudakları kıpırdadığında yanlış yorumlanabileceğinden korkarlar. Sadece susarlar.
Zavallı pozlarda susarlar. Alçakça susarlar. Korkunç bir kayıtsızlıkla ve inanılmaz bir yüzsüzlükle susarlar...
Bu nedenlerle bir bakanın - "olumlu", "üstün", "olağanüstü" falan değil, sadece "normal" sayılabilecek - eleştirel bir açıklaması deprem yaratır bizde; neredeyse "isyan" ve "oyunbozanlık" olarak görülür. (Bülent Arınç'ın en sonunda Başbakan'dan kendini korumak için söylediği sözler buna örnektir.)
Ve yine bu nedenlerle hükümetten ve resmî kurumların tepesinden hemen hemen kimse gönüllü olarak ayrılmaz; birçoğu insanüstü bir umut ve hayalle payesini koruyacak kararı bekledikten sonra Başbakan tarafından kovulmayı tercih eder. Mabadında kutsal ve büyük bir ayağın izini taşımak da herkese nasip olmamaktadır netice itibarıyla.
Politikacılıktan başka bir şey becerememek!
Malum, yerel seçimler yaklaşıyor. Mevcut belediye başkanlarının ezici çoğunluğu koltuğu koruma derdinde. Onlardan birkaç kat daha fazla kalabalık ise gözünü o koltuğa dikmiş, itiş kakış ilerliyor.
Bu hengâmede "belediyecilik" tartışması ziyadesiyle az. Kimse "ne yapmak için aday" olduğunu anlatma derdinde değil. Varsa yoksa koltuk! "Pür nur o mevki!"
Geçenlerde genç bir belediye başkanının söylediği iddia edilen bir söz kulağıma geldi: "Ben ne yaparım yeniden seçilmezsem! Başka bir şey beceremem ki!"
Nedense hiç gülesim veya eleştiresim gelmedi bu sözü. Doğru olma ihtimali o kadar güçlü ki! Politikacılarımızın ve devlet yöneticilerimizin önemli bölümü, normal bir mesleği ve işi hakkıyla becerebilecek insanlara pek benzemiyor.
Onlardan fabrikada işçi olmaz; hemen ustabaşı olup buyurmaya ve kaytarmaya çalışırlar. Çok konuşmalarına rağmen şair ya da yazar da olamazlar; çünkü "ki"leri ve "de"leri nerede birlikte nerede ayrı yazacaklarını öğrenmeleri asırlar sürer.
Herhalde bir fırında ekmek de yapamazlar. İhtimal, bir bostanda sebze de üretemezler.
"Baş ol da istersen soğan başı ol!" öğüdüne uyarak "baş" olanlar, bir baş soğan bile yetiştiremezler.
Onun için iktidara ölümüne tutunanlara, oradan ayrılmamak için hayatını ortaya koyanlara, oraya gelmek için her türlü fedakârlığa hazır olanlara o kadar da kötü davranmayın! Belki başka çareleri yoktur gariplerin!..
İktidar mı, lahana mı? Lahana!
Yoksul bir ailede M.S. 245'te doğan, bir süre sıradan asker olarak çalışan, sonra İmparatorluk özel birliklerinin başına kadar yükselen Diokles, hizmetinde olduğu Numerian'ın ölümünden sorumlu tuttuğu Flavius Aper'i öldürdükten sonra 39 yaşında Roma İmparatoru olarak seçildi. Sonradan kendine Diocletianus (Diokletianüs) dedirten yeni yönetici, yarım yüzyıl içinde 20'yi aşkın kez iktidar değiştirerek sallantılı bir dönem yaşayan (tarihçilerin "Üçüncü Yüzyıl Krizi" dediği 235-284 yılları) Roma İmparatorluğu'nu yeniden ayağa kaldırmayı başardı.
Ekonomik reformlar gerçekleştiren ve ordu başta olmak üzere devleti yeniden düzenleyen Diocletianus, çok büyük olduğu için yönetilemeyeceği kanısına vardığı ülkeyi ikiye böldü. Arkadaşı Maximianus'u Batı'nın başına imparator yaptıktan sonra Roma'yı terk edip Doğu'nun İmparatoru olarak başkent ilan ettiği İzmit'e (Nicomedia) yerleşti.
Sonradan "Sezar" sıfatıyla iki yönetici daha seçti; biri kendi yardımcısı Galerius, diğeri de Maximianus'un yardımcısı Constantius oldu. Ülkenin fiilen dörde bölündüğüne işaret eden tarihçiler, buna "tetrarşi" (Yunanca "dörtlü yönetim") dediler. Ancak söz konusu "dörtlü", uyumlu bir yönetimle devleti güçlendirmeyi başardı. (Diocletianus'un kurduğu otokratik yönetim döneminde devlet eliyle defalarca kitlesel katliamlar yapıldı, o da ayrı konu.)
İktidara gelmesinden 20 yıl sonra ilk kez Roma'ya giden 51. Roma İmparatoru, dönüşte ağır hastalandı. Bu sırada hayat ve iktidar üzerine yeniden düşünme fırsatı bulan Diocletianus, 1 Mayıs 305 tarihinde herkesi şaşırtarak gönüllü olarak iktidardan ayrıldı. (Maximianus'u da aynı kararı almaya ikna etti.)
Ve... doğduğu Dalmaçya'ya göçerek Adriyatik Denizi kıyısındaki Split'e (bugün Hırvatistan'ın ikinci kenti) yerleşti. Orada çiftçiliğe başlayarak ölene kadar sebze yetiştirdi. Yönetime dönmesi için kendisine uzun süre yalvaranlar oldu; bunlar arasında bir ara işleri sarpa saran Galerius ve Constantius da vardı.
Kendisini iktidara döndürmek isteyenlere Diocletianus'un verdiği cevabın, tarihte eşsiz bir yeri olduğunu düşünüyorum:
- Burada kendi ellerimle yetiştirdiğim lahanaların ne kadar lezzetli olduğunu anlayabilseydiniz, beni başka bir iş yapmak için zorlamazdınız!..
Acaba görevinden gönüllü olarak ayrılan ilk Roma İmparatoru Diocletianus'un İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunan büstündeki akıllı bakışının hizasında durarak kendisine bir sorsak:
- Koca iktidarı bir lahana tarlasına nasıl değiştin be usta?
O ne derdi...
Belki de yine anlaşılmamanın kederiyle başını bir yana çevirip söylenirdi:
- Herkesin ve illa ömür boyu iktidar olması şart değil! Siz en iyi yapabileceğiniz işi bulun! Lahanaysa lahana!..