Dün uyandığımda bir mucizeyle karşılaştım. Pırıl pırıl, sımsıcak bir güneş beni selamlıyordu. Hemen kalkıp pencereden baktım. Toprakta kar kalmamıştı. Daha düne kadar “mağmum ve mahzun” duran ağaçlar yeşillenmiş ve çiçek açmıştı. Kış ne zaman bitmişti? Bahar ne zaman gelmişti?
Balkona çıktım. Isı, bir önceki güne oranla en az 20 derece artmıştı. Soğuktan ve rüzgârdan eser yoktu. İnsanlar gömleklerle dolaşmaya başlamışlardı. Çocuklar, onca zamandır üzerlerinde yük gibi taşıdıkları paltoları bir kenara fırlatmış, sevinçle koşarak ve bazen de çimlerin üzerinde yuvarlanarak oynamaya koyulmuşlardı.
Aylardır, ne ayları, sanki yüzyıllardır beklenen bir bahar günüydü bu. Sıkıntılı dünlerin ve belirsiz yarınların arasından kendine yol açan beklenmedik bir günden ilk kez bu kadar keyif alıyordum. Yalnız ben mi? Öteki insanlar da daha önce hiç görmediğim kadar mutluydular.
Herkesin yüzü gülüyordu. Yollarda yürüyenler, birbirlerini tanısalar da tanımasalar da selamlaşıyorlardı. Otobüs bekleyenlerin yüzünde bile aydınlık bir gülümseme vardı. Ve kimse birbirini itip kakmıyordu. Ayaklara basan, tüküren, sümküren ve küfreden hiç kimse yoktu.
Bir şeyleri kaçırmaktan korkar gibi hızla giyindim ve dışarı çıktım. Arabama atladığım gibi bu rüyanın sonunu aramaya başladım. Ama hayır, her yerde aynı bahar havası hâkimdi.
Bütün sürücüler sakin ve kibardı. Kimse sinyal vermeden şerit değiştirmiyor, gereksiz yere kornaya basmıyordu. Trafikte hiçbir tıkanıklık yaşanmıyordu.
Parklarda mutlu insanlar dolaşıyor, âşıklar kimseden korkmadan öpüşebiliyordu. Sokak köpeklerinin gözlerinde korku ve açlık değil, sevinç ve minnet okunuyordu. Kimse boşalan sigara paketini ve pet şişesini sağa sola atmıyordu. Yanındakilere aldırmadan cep telefonuyla bağıra çağıra konuşan kimse yoktu.
Gözlerime inanamayarak nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Tabelalar Türkçe yazılmıştı ve tanıdık semtlerle caddelerin adlarıyla doluydu. Yanılmıyordum. Hâlâ aynı ülkede ve aynı kentteydim.
Bu şaşılası mutluluk şokunu nasıl atlatacağımı, daha doğrusu atlatıp atlatmamak gerektiğini düşünürken elim alışkanlıkla radyoya uzandı. Karşıma çıkan klasik müziği reddederek acele bir haber radyosuna geçtim. Belki de bir türlü anlayamadığım bir gerçeği haberlerden öğrenecektim.
Konuşan Başbakan’dı. Ama öyle sakin bir sesle hitap ediyordu ki. Ne kimseyi azarlıyor, ne de bağır çağır eleştiri getiriyordu. Önerdiği yasa teklifini destekledikleri için muhalefet partilerine içtenlikle teşekkür ediyordu. Ondan sonra konuşan muhalif liderler de iktidarın bütün olumlu adımlarını desteklemeye devam edeceklerini söyleyerek, bugüne kadar yapılmayanları son derece özenli bir üslupla hatırlattılar. Bir Kürt milletvekili, savaşın sonunda bitirilip kalıcı barış yoluna girilmesinin önemini vurguladığında büyük bir alkış tufanı koptu. Dünya haberlerinde Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki barış anlaşmasıyla ilgili kutlamalar ve Kıbrıslı Türkler’le Rumlar’ın dostluk festivali aktarıldı.
Ter içinde kalmıştım. Acaba arabadaki ısının dünkü soğuklara ayarlı kalmasından mıydı, yoksa görüp duyduklarımın verdiği mutluğu kaldırmakta zorlanmamdan mı?
Bir bakkalın önünde durdum. Ve koşar adımlarla gidip birkaç gazete aldım. Başlıkları ve mizanpajları farklıydı. İçlerinde ne küfür ve hakaret vardı, ne de iktidar yandaşlığı. Yorum az, haber çoktu; özellikle de “özel haber”. Doğrusu son zamanlarda Türkiye’nin kurtulmasından daha zor inanacağım şey, bizim mesleğin kurtulmasıydı; galiba bugün o da gerçek olmuştu.
Tekrar bakkala gidip bir içki aldım. Bardak-kadeh düşünmeden bir dikişte şişeyi yarıladım. Bu kadar mutluluk beni korkutmaya başlamıştı. Böylesine sorunsuz ve sıkıntısız bir havada nefes almaya alışık olmadığımdan, birdenbire boğulabileceğimi düşündüm.
Torpido gözündeki CD’leri karıştırmaya başladım. Sanki mutluluğun fazlasını ürkütüp kaçırmak, onu biraz hüzünle dengeleyip kendime gelmek için alelacele bir şarkı seçip sesi iyice açtım:
“Baharın gülleri açtı,
Yine mahzundur bu gönlüm.
Etrafa neşeler saçtı,
Beyhude geçti şu ömrüm…”
Şişenin ikinci yarısını bitirdiğimde bu şarkıdan vazgeçme kararı aldım. Bugün yarına dönüştüğünde nasıl olsa mucize bozulacaktı.
Şimdi tüm kuşku ve sorgulamaları bir kenara atıp bu pespembe baharın tadını çıkarma zamanıydı. Hiç değilse bir günlüğüne. CD’nin önerdiği ikinci bahar şarkısı ilaç gibi geldi:
“Bahar geldi, gül açıldı,
Ruhuma neşe saçıldı.
Mavi gözlü, sarışın kız,
Gel gidelim adaya biz!..”