Yok hayır, bu bir Trump yazısı değil. Onun hakkında herhalde yeterince yazı yazılıyor.
Sık sık da “o yüce makam”da otururken daha önce atıp tuttuklarının ne kadarını yapabileceği soruluyor.
Trump ile Putin arasında kocaman bir nefret nehri üzerine kurulan incecik köprüde sempati filizlendiğine inananlar var. Hatta Amerikalı milyarderin “Rusya’nın gizli oyunları sayesinde” seçildiğini iddia edenler de. “Zaten Moskova-Washington ilişkileri hep Cumhuriyetçiler döneminde ilerleyebilmiştir” diyen Ruslar da az değil.
Trump’ın seçilmesine sevinen kimi Ruslar, “Başkan adayı iken Kırım’ın Rusya’ya bağlandığı referandumu ele almaya hazır olduğunu söylemişti” diyerek şimdi ABD’nin Kırım’ı tanıması (yani Rusya’ya resmen bağlandığını kabullenmesi) gerektiğini savunuyor.
Trump tanır mı? Zor... İmkânsız mı? Hayır, pekâlâ mümkün... O tanırsa Erdoğan da tanır mı?.. Kim bilir, belki Trump tanımasa bile tanır...
Uluslararası bir konferansa ve bir basın turuna katılmak için geçenlerde Kırım’a gittim. Türkiye’den Karadeniz’in hemen öbür yakasındaki Kırım’a direkt uçuş artık mümkün olmadığından dolayı oraya ta Moskova üzerinden geçmek gerekiyordu.
Elimdeki Aeroflot biletine baktım, hayır yanlış görmüyordum: İstanbul-Moskova uçuşu 3 saat 40 dakika kadar sürecekti. Oysa normali 2 saat 40 dakikaydı. Saat farkı da kalmamıştı aramızda...
Ah, evet! Fiili savaş hali. Yani malum gerginliklerden dolayı Ukrayna hava sahasını kullanamayan Rus Aeroflot, çareyi epeyce bir dolanmakta buluyordu. Onca zaman ve yakıt kaybıyla!
Ruslar ile Ukraynalılar birbirine en yakın iki halktı birkaç yıl öncesine kadar. Türkler ile Azeriler gibi. Şimdiki hale bakın!..
Kırım’da görüştüğümüz birçok yerel yönetici ve gazeteci, Kiev yönetiminden nefretle bahsediyordu. Birçok Ukraynalının da aynı savaşkan tutumla Moskova’ya karşı çıktığını biliyorum.
İşte halklar birbirine bu kadar kolay ve bu kadar kısa sürede düşman olabiliyor. İktidarlar, politika ve propaganda uzmanları, en başta da televizyon yayınları sağ olsun!..
“Dışardan karışanlar”ı eklemeyi unuttuk. Ruslar ile Ukraynalılar birbirine girsin diye AB ve özellikle de ABD cephesinden az çaba harcanmadı...
İkinci Uluslararası Kırım Konferansı’nda Rusya’nın yanı sıra Fransa, İtalya, Yunanistan, Bulgaristan, Çin, Sırbistan, Ermenistan, Kazakistan ve Türkiye’den konuşmacı ve katılımcılar vardı.
Birçok konuşma oldukça keskindi. Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş kıvılcımları kelimelere yansıyordu.
Oradaki konuşmaları da dinlerken şunu düşündüm. Günümüzde artık “Rusya suç işlemiştir”, “Ukrayna suç işlemiştir” (başka devletler ve uluslararası güçler için de benzeri cümleler kuruluyor) türü suçlamalar ne kadar rahat ve sık dile getiriliyor! Herkes birilerini yargılayıp cezayı kesmeye bayılıyor. Üstelik hiçbir yetkisi olmadığı halde...
Bazı konuşmacılar haklı olarak yaptırımlar konusunu gündeme getirdi. Yaptırım: Soğuk bir kelime. Ekonomik, siyasi ve başka yaptırımlar var. Yaşamsal alanlarla ilgili olanları da. Örneğin, Kırım’da halkın su ve elektriğini kesmekten uluslararası uçuşların ve iletişim ağları hizmetinin kesilmesine kadar (bu sonuncusu 4-5 gün boyunca biz yabancı gazetecileri de etkiledi).
Kuşkusuz, bu konu üzerine uzun konuşmalar yapılıp hacimli yazılar yazılabilir. Ben sadece şu soruyla yetineyim: Yaptırımlar istenen sonucu veriyor mu? Sanırım genellikle hayır, hatta çoğunlukla tam tersine. Üstelik milliyetçiliğin şahlandığı günümüz şartlarında... Kimse teslim olmuyor, aksine daha da bileniyor. Diyalogun ve karşılıklı etkileşimin başka türleri üzerine düşünmekte yarar var galiba.
Simferopol’de başlayıp Yalta’da tamamlanan konferans sonrasında Kırım’ı gezmek, benim için harika bir fırsattı. 90’lı yılların başında buralara sık gelirdim. Şimdi bir kez daha Simferopol’ü, Sevastopol’ü, Yalta’yı görmek, Stalin ile Roosevelt ve Churchill’in (4-11 Şubat 1945 Yalta Konferansı’nda) bir araya geldiği Livadiya Sarayı’nı gezmek, yanından (veya biraz uzağından) geçerken de olsa Kerç, Yevpatoriya, Feodosiya, Aluşta, Bahçesaray, Foros, Nikolayevka ve Koktebel’in kokusunu hissetmek çok güzeldi. Turizmde yakın dönemde – ve özgür şartlarda – Türkiye’yle ne kadar yarışabilir, bilemiyorum, ama Kırım gerçekten de çok güzel bir coğrafya.
Konu uzun ve karışık. Kısaca özetlemeyi deneyeyim.
Sovyetler Birliği’nde Kırım Özerk Cumhuriyeti 18 Ekim 1921’de Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı olarak kuruldu.
Kırım, 26 Nisan 1954’te dönemin Sovyet lideri Hruşçev’in sürpriz bir kararıyla Rusya’dan alınıp Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti bünyesine dâhil edildi (Bu enteresan “hediye” jesti, o dönem “nasıl olsa herkes ölümsüz Sovyetler Birliği içinde” diye düşünüldüğünden fazla tepki görmemişti).
2000’lerin başından itibaren Ukrayna’da siyasi iklim ısındı. 2004’teki “Turuncu Devrim” sonrasında ülkeye huzur gelmedi. 2014 Şubatı’nda Devlet Başkanı Yanukoviç devrildi. İktidar liberal, milliyetçi ve Batı yanlısı güçlere geçti. Son derece hareketli, yer yer de kanlı gelişmeler tüm ülkeye yayılırken Rusya, Karadeniz Filosu’nun üslendiği ve nüfusun çoğunluğunun Ruslardan oluştuğu Kırım’a bir askerî operasyon düzenledi. Ardından Moskova, 16 Mart 2014'te Kırım’ın Rusya Federasyonu’na katılması konusunda yüzde 83’lük katılım ve yüzde 96’lık destekle sonuçlanan bir referandum yapıldığını açıkladı.
Kırım’ın Rusya’ya bağlanması kararı dünyada kabul görmedi ve “işgal” olarak kınandı. Türkiye de bu kararı tanımadı, ancak Rusya ile kapsamlı ilişkilerinden dolayı güçlü bir muhalefet sergilemedi.
Kısaca özetlediğim bu gelişmelerin yorumu ne olmalı? Kim haklı, kim haksız? Tek cümleyle dile getirmek kolay değil. Dileyen okurlar, benim T24’te yayımlanan “Ukrayna Yazıları”mı okuyabilir.
Yazının tam burasında özgün görüşleriyle saygı uyandıran Rus yazar ve sanatçı Yevgeniy Grişkovets’in o dönemlerde söylediği sözler aklıma geliyor: “Kırım’ın Rusya’ya ilhakı doğru mudur? Bu müdahale hukuksuzdur (yasadışıdır), ama tarihsel perspektiften bakınca adaletlidir.”
İki konuyu ekleyeyim: Birincisi, referandumun tümüyle düzmece ve sonuçlarının yalan olduğunu düşünmüyorum. O oranda olmasa bile yine de güçlü bir oranda yarımada halkının Rusya’ya katılımdan yana olduğu bence ortada. İkincisi, Ukrayna’ya bağlı olduğu zamanlarda da ciddi ekonomik-sosyal sıkıntılar içindeki Kırım, bugün yine düze çıkmış değil, ancak yaşam şartlarında görece iyileşme olduğunu tespit etmekte yarar var.
Ve bir şey daha: Ukrayna’da iç savaş şartlarının sürdüğü Donetsk-Luhansk bölgelerinden farklı olarak Kırım konusunda Batılı ülkelerin önemli bölümünün ciddi tepki göstermediğini, kimilerine göre bunun bir tür “sessiz kabullenme” sayıldığını belirtelim. Belki de sorun, pazarlık unsuru olarak masada bekletilmektedir.
Kırım Yarımadası’nın şimdiki toplam nüfusu 2 milyon 300 bin kadar. Resmî verilere göre, bugün Kırım nüfusunun yüzde 65’ini Ruslar, 15’ini Ukraynalılar, 10’undan fazlasını da Kırım Tatarları oluşturuyor (yaklaşık yüzde 10’u da diğer etnik kökenlerden).
Tatarların oranı eskiden çok daha fazlaydı.
18 Mayıs 1944’te Stalin’in emriyle 200 bin kadar Kırım Tatarı, Özbekistan’a ve öteki cumhuriyetlere, farklı kentlere sürüldü. Binlerce Tatar çok ağır şartlarda, en başta da açlıktan, susuzluktan ve çeşitli hastalıklardan dolayı öldü.
15 Kasım 1989’da Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti, “Tatarların ve öteki halkların sürgününü, yasadışı bir uygulama ve bir suç” olarak kabul eden bir yasa çıkardı. 1990 sonrasında Kırım Tatarları’nın dönüş süreci başladı.
Son yıllarda Kırım Tatarları arasında ciddi bir bölünme yaşandı. Lider Mustafa Cemilev (Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu) Rusya’ya karşı çıkarak Ukrayna yönetiminin yanında yer aldı. Kırım Tatar Millî Meclisi yasaklandı. Kırım Tatarları’nın Rusya yanlısı temsilcileri öne çıktı. (Gezimiz sırasında resmî Kırım TV kanalının yanı sıra “Kırım Tatarları’nın kanalı” olarak işlev gören Millet TV’yi de ziyaret ettik.)
Kırım’dan ayrılmadan gerçekleştirdiğimiz son ziyaret benim için ilginç oldu. Kırım Devlet Mühendislik ve Pedagoji Üniversitesi’ne gittik. Orada sempatik bir yaşlı adamla tanıştım: Fevzi Yakubov ile.
1993’te açılan söz konusu üniversitenin kuruluşundan itibaren rektörlüğü üstlenen, hâlâ aynı görevde büyük bir enerjiyle çalışan 79 yaşında bir delikanlı. Çok acı deneyimlere sahip bir Kırım Tatarı. Stalin zulmünden kendisi ve akrabaları çok çekmiş. Hayatta kalmalarının sırrını açıklarken önemli bir saptama yaptı:
“Hepimiz ölebilirdik. Bizi kurtaran politika falan değil, insanlar ve onların yüreklerinde kalan iyilik yapma duygusu oldu.”
Türkiye’den geldiğimi öğrenince bana özel ilgi gösterdi. Önce Tatarca konuştu. Rusça bildiğimi öğrenince sohbet koyulaştı.
Kalabalık bir ortamda ona Kırım’ın Rusya’ya bağlanması ve Kırım Tatarları’nın bölünmüş olmasıyla ilgili soru sormanın yöntemini aradım. Sanırım beni anladı. Sözlerimi kibarca keserek şöyle dedi:
“Mesele, insanlık için, halk için, gelecek nesiller için mücadele etmek. Eğitimin ve aydınlanmanın önünü açmak. Mevcut durumdan şikâyet etmekle değil, somut işlerle uğraşarak adım adım ilerlemek. Her zaman, her koşulda...”