Birileri bizi yönetiyor.
Bizi, hayatımızı, şu ya da bu şekilde geleceğimizi.
Liderler…
Seçtiğimiz ve seçmediğimiz liderler.
Hayran olduklarımız, eleştirdiklerimiz, hatta nefret ettiklerimiz.
Bu insanlar nasıl karar alıyor, nasıl uyguluyorlar?
Her şeyi kendi başlarına yapmadıkları kesin.
Yanlarında birileri var: Danışmanları… Veya yardımcıları, yönetim kurulu üyeleri, yöneticileri, bakanları, milletvekilleri, valileri, belediye başkanları, komutanları vb.
Kartvizitlerinde ne yazarsa yazsın, bunların hepsi yalnızca o liderin yönetiminde faaliyet göstermekle kalmıyor, aynı zamanda ona, onun kararlar almasına ve kararların uygulanmasına yardımcı oluyor.
Bu insanlar (biz burada hepsine "danışman" diyelim) kimdir, nasıldır?
Kendi alanlarında ne kadar uzmandır? Teorik ve pratik birikimleri ne kadar yeterlidir? Bu işin birinci yanı.
İşin ikinci yanı ise karakterle ilgili. Kişilikle, ahlakla, vicdanla, dürüstlükle, onurla, özgüvenle, cesaretle…
Danışman, liderin hoşuna gitmeyecek bir görüşü ya da öneriyi dile getirebilir mi? Veya liderin söylediği, yaptığı bir şeyleri eleştirebilir mi?
Yoksa kendi (gizli) amaçlarına ulaşabilmek için durmadan yalan mı söyler?
Buraya kadar yazıyı okuyanların aklından hangi lider(ler) geçti, bilemiyorum…
Cumhurbaşkanı Erdoğan mı? Muhalif partilerin yöneticileri mi? Rusya Başkanı Putin mi? Başka birileri mi?..
Sizce hangi liderler kendilerine konusunda uzman ve bağımsız karakterli danışmanlar (yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler, milletvekilleri vb.) seçebilir?
"İyi bir danışman her türlü servetten daha değerlidir." diyordu Sokrates.
Aziz İoannis (Şamlı Yuhanna) bunu tersinden ele alarak tamamlıyordu:
"Kötü danışmanlarla çalışmaktansa ateş ve yılanlar üzerinde yürümek daha iyidir."
Maalesef danışmanlar kötü olunca yalnızca liderler değil, kaderleri onlara bağlı olan birçok sıradan insan da ateş üzerinden yürümek zorunda kalıyor ve yılanlara yem oluyor.
Niye böyle oluyor? Niye ortalık kötü danışman dolu?
Bu, tümüyle liderlerin zaaflarının sonucu.
Liderlerin kendileri ne kadar iyi ve yeterli? Liderliklerinin ve yaşamlarının hangi aşamasındalar? Amaçları ne? Niye o koltukta oturuyorlar? Çevresindekilerden neler duymak istiyorlar?
Bazen liderler, konumlarını egolarını ve kişisel çıkarlarını tatmin etmek için kullanıyorlar. Özellikle de demokrasi gelenekleri fazla gelişmemiş ülkelerde.
(Uzun yıllar yurtdışında yaşayıp ülkeye döndükten sonra Türkiye'nin bu açıdan garip bir hale gelmesine şaşırmıştım. Vaktiyle bakan olup çoktan istifa etmiş birine hâlâ inatla "sayın bakanım" denmesinden başlayalım, sıradan vatandaşlar arasındaki günlük ilişkilerdeki hitaplara kadar gelelim. Her aşamada şu ya da bu yöneticiye –isterse sadece kısa bir dönem apartman yöneticiliği yapmış olsun– yerli yersiz "başkanım, başkanım" diye seslenilmesine, insanların bazen durup dururken birbirlerine "başkan", "reis", "patron", "komutan" falan demesine, bütün bunların ne kadar yaygın olduğuna akıl sır erdiremiyordum. Nedense bu topraklarda yağcılığa uzanan yol çok kısaydı.)
Büyük bir lider bile olsa her insanın hamurunda "bozulmaya uygun bir maya" var.
Ne kadar akıllı, ne kadar becerikli, ne kadar etkili, hatta ne kadar olağanüstü olduğunu kendine söyleyenlerin çoğalması onu mutlu ediyor.
Aykırı görüş duymak ise bazen onun açısından çekilmez hale geliyor. Yanında eleştirmen ve yol gösterici değil, yağcı istemeye başlıyor.
Farklı yaklaşımlara tahammülü kalmıyor.
Oysa yine aynı Sokrates, farklı yaklaşımları anlamanın ne kadar önemli olduğunun altını çiziyordu:
"Düşmanınla bile istişare et ki onun neden düşman olduğu ortaya çıksın."
İllaki Sokrates dedi diye değil, "işin alfabesi" bu olduğu için farklılıkları ele alıp anlamaya ihtiyaç var.
Yöneticilik sanatını anlatan öğretim kurumlarında ilk derslerden biri, çalışma ekibinin oluşturulmasında eleştirel yaklaşımları, kendine özgü fikirleri, kararları, amaçları olan insanları seçmenin yararlarını vurgular. Çünkü bu olmayınca gerçeklikten koparsın. Yardımcıların her zaman sana haklı olduğunu söylerse yolunu kaybedersin.
Geçenlerde Zınar Karavil'in yazdığı Demirtaş'ın Beyaz Sandalyesi kitabını okurken gözüm son sayfalara kaydı. Orada kitapla ve yazarıyla ilgili dört sayfalık bir "Son Söz" yazan Demirtaş, danışmanı Karavil'i şöyle anlatıyordu:
"Yeri geldi sözlerimi düzeltti, yeri geldi kravatımı. Yeri geldi alkışladı beni, yeri geldi en sert ve net eleştirileri ondan duydum. Tek bir hatamı görmezden geldiğini, üstünü örttüğünü hatırlamıyorum. Benim yaptığım, yapacağım bir hatanın halkın geleceğini doğrudan ilgilendirdiğini bilerek asla bana iltimaslı davranmadı. Bu özelliği nedeniyle de çoğu kimse onunla yakın çalışmaktan kaçarken biz yakınlaştık. 'Zınar ile çalışmak zordur' lafını çok insandan duymuş biri olarak ben de bu tespite katılıyorum. Çünkü mükemmeliyetçidir Zınar. Detaycıdır, disiplinlidir ve kimseye eyvallahı yoktur, tabii ki bana da. Başarısının, üretkenliğinin sırrı da budur. Özgündür, özerktir, isyankâr ve 'orijinal'dir."
Aranızda bu yazıyı okuyan lider ve danışman varsa özellikle onlar için birkaç cümleyi tekrar yazayım:
"Tek bir hatamı görmezden geldiğini hatırlamıyorum", "kimseye eyvallahı yoktur", "özerktir, isyankârdır", "en sert ve net eleştirileri ondan duydum"…
Galiba yağ çekmeden de danışmanlık yapmak mümkün, ne dersiniz?
Bilinen bir kalıbı bu konuya şöyle uyarlayabiliriz: Bana danışmanını söyle, sana nasıl bir lider olduğunu söyleyeyim.
Hakan Aksay kimdir?Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da ‘3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |