Libya’ya yönelik askerî harekât, bu harekâta katılan ve katılması muhtemel ülkeleri de, Arap dünyasını da, bölgeden uzak birçok devleti de derinden etkiliyor ve anlaşılan daha da etkileyecek. Konunun yeni bir Afganistan’a ve Irak’a dönüşmekte olduğunu iddia etmek için çok uzun analizlere gerek olmadığı ortada. Türkiye, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın şimdiye kadar yaptığı farklı açıklamaların da gösterdiği gibi (“NATO’nun Libya’da ne işi var?” ve “NATO bazı şartlarla Libya’ya girmelidir”), hem siyasi yönetim düzeyinde, hem de muhalefet ve çeşitli toplumsal kesimler açısından yeni çelişkilere ve tartışmalara sahne olacak. ABD ve AB ülkeleri de öyle. Arap devletleri de. Libya’ya coğrafi olarak epeyce uzak olmasına karşın, ekonomik ve siyasi çıkarları bakımından bölgeyle yakından ilişkili olanlar da öyle. Bunlar arasında Rusya da var. Rusya’nın Libya konusundaki tavrını, 11 Martta “Rusya, Libya’ya karşı sertleşiyor” başlıklı yazımda ele almaya çalışmıştım. Ama incelenmesi gereken yeni unsurlar var. Şu anda mesele sadece Rusya’yı ve onun iç siyaseti ile uluslararası ilişkilerini ilgilendiriyor gibi görünse de, şu veya bu biçimde, Türkiye de dahil, öteki ülkeleri de etkileyecek süreçlerle iç içe olduğunu vurgulayalım. PUTİN: ‘HAÇLI SEFERİ GİBİ’ Rusya Başbakanı Vladimir Putin önceki gün Udmurtiya’da halkla söyleşirken bir işçi tarafından Libya harekâtıyla ilgili olarak sorulan bir soruyu cevapladı. Mimik ve jestleri, Putin’in bu konuda hissedilir bir heyecan taşıdığını ve konuşmaya çoktan hazırlandığını gösterir gibiydi. Önce bu konuyla ilgili sadece kişisel görüş belirteceğini vurguladı. (Fiili başkanlık rejimi ile yönetilen Rusya’da, dış politika genel olarak Devlet Başkanı’nın yönetiminde; Başbakan ise ağırlıklı olarak sosyal-ekonomik konular olmak üzere iç politikanın büyük bölümünden sorumlu. Ordu ve içişleri güçleri de Devlet Başkanı’na bağlı.) Ancak bir Başbakan’ın – özellikle de o sekiz yıl başkanlık yaptıktan sonra, kendinden sonra gelecek lideri bizzat belirleyerek halktan onun için destek istemişse ve birçok çevrede hâlâ “gerçek önder” olarak görülüyorsa – ne derece “kişisel fikir” ifade edebileceği konusu elbette tartışmalı. Putin, BM Güvenlik Konseyi’nin Libya’ya yönelik askeri operasyona kapı aralayan 1973 sayılı kararnamesinin “hatalı”, hatta “zavallı” olduğunu söyledi. (Oysa söz konusu kararname Rusya tarafından veto edilebilirdi; Moskova çekimser kalarak kararnamenin kabul edilmesine yeşil ışık yakmış oldu.) Clinton’un Belgrad, Bush’un ise Afganistan ve Irak operasyonlarını hatırlatarak ABD’nin yabancı ülkelerdeki iç anlaşmazlıklara silahla müdahale etme alışkanlığının sürekli bir eğilim haline geldiğinin altını çizen Rusya Başbakanı, ülkesinin savunma alanında güçlendirilmesinin ne kadar doğru olduğunu bir kez daha gördüğünü dile getirerek Batı’ya sert bir mesaj vermiş oldu. Bundan da daha serti, Libya’ya yönelik askerî harekâtı, tıpkı Albay Muammer Kaddafi gibi, “Ortaçağ’dan kalma Haçlı Orduları” benzetmesiyle kınamasıydı. Putin, operasyonda sivillerin öldürüldüğünü belirterek, “bu harekâtın mantığı da vicdanı da yoktur” dedi. MEDVEDEV’DEN PUTİN’E AYAR Devlet Başkanı Dmitriy Medvedev, Putin’in bu açıklamasından sadece birkaç saat sonra üzerinde “başkomutan” armalı bir askerî giysiyle kameralar karşısında geçti.
Moskova’nın 1973 sayılı kararnameyi “yanlış bulmadığı için” dolaylı destek verdiğinin altını çizen Medvedev, bunun bizzat kendi kararı olduğunu ve Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın onun direktifleriyle oy kullandığını kaydetti. Libya’daki operasyona katılma niyetlerinin olmadığını, dahası “arabuluculuk yapma şanslarını yüksek gördüğünü” ifade eden Rusya Başkanı, “bu konularda herkesin özenli bir dil kullanmasının zorunlu olduğunu, özellikle Haçlı Seferleri gibi uygarlıklar çatışmasına yol açabilecek anlatımlardan kaçınılması gerektiğini, aksi taktirde her şeyin çok daha kötüye gidebileceğini” söyledi. Medvedev’in gergin ve sert bir tarzı olduğu ve son sözlerinin ardından daha fazla soruya izin vermemek için gazetecilerden hemen uzaklaştığı dikkat çekti. Başkan’ın bu tutumuyla Başbakan’a “ayar verdiği”, dış politikanın kendi sorumluluğunda bulunduğunu gösterdiği, dahası ülkenin “bir numaralı liderinin kendisi olduğunu” sergilendiği yolunda birçok yorum yapıldı, yapılıyor. Rusya’nın Trablus Büyükelçisi’nin Kremlin’in kararıyla apar topar görevden alınması da, Medvedev’in kendisini dinlememe eğiliminde olanlara yönelik tepkisini yansıtıyordu. Genel kanı, dış politikanın eksenini “Batılı devletlerle işbirliği” yönünde değiştiren ve İran konusundan sonra Libya ile ilgili olarak da bu çizgiden şaşmama kararında olan Medvedev’in, ABD Savunma Bakanı Gates ile görüşme arifesinde Kremlin’in gücünü göstermeyi hedeflediği yolunda. Öte yandan Duma, siyasi partiler ve toplum içinde Batı karşıtı görüşlerin ağır bastığı, Putin’in bu görüşlere sözcü olduğu yorumları da az değil. BAŞKANLIK YARIŞI YAKLAŞIYOR Kimileri 2008’den bu yana Rusya’yı uyum içinde yöneten Medvedev-Putin ikilisinin bugün de “danışıklı dövüş” prensibiyle ve “iyi polis-kötü polis tavırlarıyla” iç ve dış siyaset dünyasını etkilediği görüşünde. Konuyla ilgili daha önceki yazılarımda, bu yaklaşıma hep önem vermiş, bazen ondan kuşkulansak da, elimizin tersiyle itemeyeceğimizi savunmuştum. Ancak şimdi, 2012 devlet başkanı seçimlerine bir yıl kalmışken ve iki liderin arkasında ötekinden rahatsız olduğunu açıkça belli eden siyasi çevrelerin iyice aktifleştiği koşullarda, Libya konusunda yaşanan polemiğin farklı bir örnek ve önemli bir çatlak olduğunu düşünüyorum. Son üç yıl içinde birkaç kez Medvedev ile Putin arasında yaklaşım farklılıkları olmuştu. Örneğin, geçen Aralık ayında, hapisteki işadamı Hodorkovski’nin yeni davasıyla ilgili sert bir yorum yapan Putin, Medvedev’den “dava sonuçlanmadan kimsenin bu tür açıklama hakkı yoktur” eleştirisini almıştı. Ancak şimdi ilk kez bu derece kısa sürede ve sert üslupla bir polemik yaşanıyor. Ünlü Rus analizci Gleb Pavlovski, yaptığı açıklamayla biçimsel olarak hatalı duruma düşen Putin’in, Medvedev’le ilişkilerini bozma yolunda bilinçli bir adım atmış olabileceğinden kuşkulanıyor. Bir başka politika uzmanı olan Stanislav Belkovski’ye göre, “bir modernizatör olarak, Batı ile işbirliği içinde ikinci dönem başkanlığa hazırlanan Medvedev, Putin’i sindirmeye çalışıyor.” Uluslararası ilişkiler uzmanı Fyodor Lukyanov’a göre ise, “Başbakan’ın bu çıkışının gerisinde, 2012 seçimlerine yaklaşılırken Medvedev’in iyice güçlü ve bağımsız bir lider haline gelmesine duyduğu tepki yatıyor”. Eğer iki Rus lider kendi arasında kısa sürede anlaşamazsa, bu tür farklı açıklamalarla ve polemiklerle bundan böyle daha sık karşılaşacağız demektir. Putin bugün Sırbistan’a gidiyor. Yarın, 24 Mart 1999’da NATO’nun Belgrad’ı bombalamasının yıldönümü. Bakalım Putin orada neler söyleyecek ve söyleyecekleri Kremlin’de ne etki yapacak?