Hayır, tanışmıyoruz. Hiç görüşmedik seninle. Ama sana ne “Nilgün Hanım” demeye döner dilim...
Hayır, tanışmıyoruz. Hiç görüşmedik seninle. Ama sana ne “Nilgün Hanım” demeye döner dilim, ne de “siz” diye hitap edebilirim. Türkiye’de insanlar,tanımadıkları kişilerle sohbete çoğunlukla “Nerelisiniz?” diye başlıyorlar. Aynı bölgeden, hele aynı şehirden çıkarlarsa, birbirlerini hiç görmedikleri onca yılı unutup sanki çok yakın biriymiş gibi davranıyorlar karşılarındakine. Bazen de tanışmayan insanların aynı spor kulübünü tuttukları ortaya çıkıyor. O zaman da birdenbire dost, hatta akraba oluveriyorlar adeta. Benim hayatım farklı yerlerde geçti; nereli olduğumu unuttum. 70’lerden sonra takım da tutmadım. Bir insanı kendime yakın bulmamda, ister istemez, onunla aynı yaşlarda olmamızın etkisi olduğunu hissediyorum. Belki aynı şarkılar, aynı filmler, benzer anılar bizi birbirimize yakınlaştırır diye. (Her zaman işe yaramıyor gerçi bu ortak özellikler.) Bir de, varsa eğer, karşımdaki insanın siyasi geçmişini merak ediyorum. Acaba yeniyetmelik ve gençlik dönemlerinde eylemlere katıldı mı? Kendini tehlikeye attı mı? Okulda, üniversitede, işyerinde, başı yönetimle ve polisle derde girdi mi? Göz altına alındı mı veya hapse atıldı mı? İşkence gördü mü? Eğer bu sorulardan bazılarına bile olumlu cevap alıyorsam, onun hangi siyasi kimlikten geldiği bile önemli değil; hatta vaktiyle karşı karşıya gelmiş olabiliriz; dahası birbirimizin arkadaşlarını dövmüş olabiliriz. Fark etmez. Yine de ortak çok şeyimiz var demektir. * * * Sevgili Nilgün, Seninle hiç görüşmedik ve tanışmadık. Ama ortak özelliklerimiz var. Mesela, aynı yaştayız. Ve 30 yıl kadar önce olanlar, sana da bana da çok acı verdi. Sevdiğimiz insanları kaybettik. Ve polisten korktuk. Tam da sevmeyi öğrenme yaşlarımızda, nefret ve kinle tanıştık. Solcu olmanın, muhalif olmanın, devlete karşı çıkmanın faturalarını ödedik. Sen de, ben de. Yalnız şöyle bir farkla: Sen “babası öldürülen bir çocuk” oldun. (Ve hâlâ öylesin. Hep “babası öldürülen bir çocuk” olarak yaşamak zorundasın ne yazık ki.) Bense çocukların babalarının öldürülmesini kınadım en çoğundan. Daha fazlasını yapmadım, yapamadım. Ve kınadıktan sonra da unuttum bu konuyu. Sense unutmadın, unutamadın. 30 yıldır unutamıyorsun. Benim babam eceliyle öldü. Öldüğünde 84 yaşındaydı. Senin baban yaşasaydı bugün 84 yaşında olacaktı. Keşke yaşasaydı. Ama yaşatmadılar. Bu “koskoca”, bu “güçlü”, bu “tarihi”, bu “soylu”, bu “kutsal” devlet senin babanı koruyamadı. Oysa devletlerin en birinci görevi, yurttaşlarını yaşatmak değil mi? Dahası babanın katillerinin hak ettikleri cezaya çarptırılmasını bile sağlayamadı bu devlet (oysa bu, daha basit ve onun daha kolay yapabileceği türden bir şeydi). Kaçan katili aramadı. Yıllarca bulamadı. Belki de bulmadı. Bulduktan sonra verilen cezaları türlü dolaplarla iptal etti. Defalarca. Yıllarca. Sonra da sıkılmadan perdeyi kapattı: “Kemal Türkler davası zamanaşımına uğramıştır!” * * * Sevgili Nilgün, Geçen gün seni televizyonda gördüm. Haklı bir kızgınlık içindeydin. Sonra gazetelerde okudum. Zamanaşımı kararından sonra, “Ben babamın katilini gördüm. Bugün bu ülkeden nefret ettim ve burada doğduğum için üzülüyorum.” demişsin. Düşündüm... Senin yerinde ben olsaydım... Yani Kemal Türkler senin değil, benim babam olsaydı... Ve ben babamın kurşunlandığını görseydim... 30 yıl süren vurdumduymazlığı, katil kollamacılığı ve aşağılamaları yaşasaydım… Ne yapardım acaba? “Bu memlekette hak, hukuk yok; suçluların cezasını başka türlü vermek gerekir” diye mi düşünürdüm?.. Ne yapardım, bilmiyorum... Senin acını yeterince paylaşamadığım için üzgünüm, Nilgün. Bütün “babası öldürülen çocuklar” yalnız çekiyorlar acılarını. Biz kınıyoruz, kızıyoruz bir an. Sonra unutuyoruz. Siz ise hiç unutmuyorsunuz, unutamıyorsunuz. Ülkeden nefret etmen konusuna gelince. Eminim bir sürü milliyetçi kafa ve yüzeysel beyin, ülkenin her koşulda, mutlaka, kayıtsız ve şartsız sevilmesi gerektiğini söyleyecektir sana. Ama onlar senin yaşadıklarını yaşamadı, senin çektiğin acıları çekmedi. Senin bütün yaşadıkların, onların hanesine yazılabilseydi, onlar ne derlerdi acaba?.. Ben seninle aynı yaştayım. 30 yıl önce babam öldürülmedi, ama ben de çok arkadaşımı kaybettim, çok acı çektim. Ve bu güzelim memleketin bazen insanlara nasıl cehennem edildiğini ben de yaşayarak gördüm. Ve “ülkemden nefret ediyorum” derken yan yana getirilen üç kelimenin birbiri ardına telaffuz edilmesinin, bazen bu kısa cümleyi dillendiren insanın canını nasıl yaktığını iyi bilirim.