Türkiye’nin Suriye politikasıyla ilgili artan eleştiriler arasında, yabancı bir ülkenin iç işlerine karışma ve iktidara karşı muhalif grupları silahlandırma girişimine ilişkin olanlar giderek yoğunlaşıyor.
Ne gibi felaketlere yol açabileceği kolay öngörülemeyecek bu tehlikeli tutum ve eğilim, bugün ortaya çıkmadı. Türkiye, geçmişte de benzeri hatalar yaptı.
Ankara, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında, rahatlıkla etkisi altına alabileceğini sandığı Türki cumhuriyetlere tepeden bakarak onlara yönelik diplomasi sınırlarını çok fazla aşan bazı girişimlerde bulundu. Sonuçta bunlar geri tepti.
Kazakistan ve Kırgızistan’la “ölçülü bir mesafeden dostluk ilişkileri” kuruldu. Özbekistan ve Türkmenistan’la işbirliği epeyce zayıf kaldı; zaman zaman da gerginlikler yaşandı. (Dünkü yazıda, Türkiye’nin Özbekistan’la ilgili bazı hatalarını anlatmaya çalışmıştım.) Kendimize en yakın bulduğumuzu söyleyegeldiğimiz Azerbaycan’la ise ciddi gelgitler yaşandı ve yaşanıyor.
“Komşularla sıfır sorun” gibi parlak bir söylemi olan Türk dış politikasının, Azerbaycan’la arasındaki gizli soğukluk, yalnızca Ankara’nın Bakü ve Erivan arasındaki zikzaklarıyla, Ermenistan’la bir dönem yakınlaşma çabasına girilmiş olmasıyla veya enerji projelerindeki farklı yaklaşımlarla sınırlı değildir.
İçinin doldurulamadığı uzaktan bir bakışla bile hissedilen “iki devlet tek millet” sloganıyla sözde birbirine yakınlaştırılmaya çalışılan Türkiye ile Azerbaycan’ın arasında güven bunalımı yaratan en önemli tarihsel olay, Ankara’nın Bakü’de kalkıştığı darbe girişimi olmuştur.
Türkiye’nin ve birçok resmî Türk yöneticisinin adı, Mart 1995’te Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev’e yönelik darbe girişimine karışmıştır. Bu affedilmez ve korkunç hatanın izleri, ondan kaynaklanan güvensizlik, yalnızca baba Aliyev döneminde değil, oğul İlham Aliyev’in iktidar yıllarında da hissedilmektedir.
Bu son derece önemli konu, tarihçiler ve resmî komisyonlar tarafından ayrıntılarıyla araştırılmayı çoktan hak ediyor. Ancak bugün bile konuyla ilgili haber, yazı ve analizler, öğretici gerçekler ve ağır iddialarla doludur. Bunların bir kısmının da yardımıyla (“Azerbaycan Darbesi” ve “Gazi Katliamı” arasındaki bağlantı üzerine: Bir “Devlet Sırrı”nın ya da “Devlet Terörü”nün Anatomisi, İşte Bakü darbesi, Azerbaycanlı darbeciler: 'Çiller ve Gökdemir'le yemekte buluştuk' vb. kaynaklar.) kısa bir özet yapmayı deneyelim.
7 Haziran 1992’de Azerbaycan Devlet Başkanı seçilen Halk Cephesi lideri Ebulfeyz Elçibey, Türkiye’de hızla “bizim adamımız” olarak algılanmaya başlamıştır.
Ancak Elçibey bir yıl sonra gerçekleşen bir darbeyle iktidarı kaybetmiştir. Dış politikada dengeli bir çizgi izleyen Aliyev, Ankara’da “Rusya’nın uşağı” olarak değerlendirilmekte, onun devrilip yerine tekrar Elçibey’in gelmesiyle Türkiye’nin bölgesel gücünün kanıtlanacağı ve Azerbaycan’ın enerji kaynaklarına hükmedileceği fikri yavaş yavaş yayılmaktadır.
Diğer yandan yıllar boyu MHP yönetiminin direktifleri ve Halk Cephesi’nin koruması altında Azerbaycan’da kamplar kuran Türk ülkücüleri, Turancılar sanki bir savaşa hazırlanmaktadır.
Bu koşullarda, 1994 yılının ortalarında, Bakü'den kaçan Fehmin ve Ali isimli iki Azeri rejim muhalifi, Ankara'da kolayca hükümete ulaşmış, bir süre sonra da maceracı yaklaşımlara yatkın olan Başbakan Tansu Çiller ve Devlet Bakanı Ayvaz Gökdemir'le bir yemekte buluşarak Aliyev’e karşı darbe yapmak, Nahcıvan'da sürgünde bulunan Elçibey'i tekrar iktidara getirmek amacıyla para ve silah yardımı istemişlerdir. (Bu cümleyi yazmak bile insanın tüylerini tüken diken edebiliyor. Devletin tepesine uzanmak ne kolaymış, değil mi! Ve devlet ne kadar kirliymiş, değil mi!)
Ardından devlet yönetiminde, Genelkurmay ve MİT’in rapor ve planlarıyla bir darbe senaryosu hazırlamıştır. Genelde “tereyağından kıl çeker gibi” bir darbe yapılacağı izlenimi yaygındır. Ama yine de her ihtimale karşı hazırlanan “B planı” gereği, darbenin başarısız olacağının anlaşılması durumunda, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in devreye girmesi ve Aliyev’e “darbe hazırlığının bildirilmesi” girişimiyle üst düzey ilişkilerin onarılması hesapları yapılmıştır.
Sonuçta Türkiye, darbeyi gerçekleştirmekten ziyade, “B Planı”nda kısmi başarı sağlamıştır. (Resmî tutum, hâlâ “devlete sızan bir kısım karanlık güçlerin Azerbaycan’da istenmeyen olaylara karıştığı, Demirel’in müdahalesiyle darbenin ve Türk-Azeri ilişkilerinin bozulmasının önlendiği” yolundadır.)
Azerbaycan’daki darbeyle ilgili bilgiler, epey sonra Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın “Susurluk Raporu”nda açıkça ortaya konmuştur. Bu raporun sansürlenen 12 sayfalık bölümü, yıllar sonra Ergenekon iddianamesinin eklerinde yer almıştır.
Rapor, birçok resmî ismin darbe girişimine şu veya bu şekilde katıldığını göstermektedir: Azerbaycan Büyükelçisi Altan Karamanoğlu, MİT müsteşarı Ertuğrul Güven, Elçilik Din Müşaviri Abdülkadir Sezgin, Askeri Ataşe Engin Alan, Azerbaycan Milli Meclis Danışmanı, TİKA görevlisi ve MİT elemanı Ferman Demirkol (olaylarda özel rolü olan ve darbe sonrası “Devlet Başkanı Yardımcısı” olmak için Elçibey’le pazarlıklara girişmiş olan Demirkol, daha sonradan Ankara’nın olağanüstü çabalarıyla Bakü’nün elinden alınarak Türkiye’ye getirilmiştir), MİT Dış İstihbarat Daire Başkanı Yalçın Ertan, Başbakanlık Müsteşarı Ali Naci Tuncer…
Başbakan Çiller’le birlikte Türki Cumhuriyetlerden Sorumlu Devlet Bakanı Gökdemir’in, Çiller’in danışmanı (sonradan “Darbeciler yağlı kazıklara oturtularak cezalandırılsın” sözüyle ününe ün katan) Mümtaz’er Türköne’nin, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın, Ergenekon davası sanığı Tuğgeneral Veli Küçük’ün ve daha pek çok kişinin adı bu darbe girişimine karışmıştır. Bunlar arasında Abdullah Çatlı, Korkut Eken, İbrahim Şahin ve Ayhan Çarkın da vardır.
Bunların bir kısmının da içinde yer aldığı bir ekip tarafından, darbe girişiminden tam üç ay önce, 12 Aralık 1994 tarihinde Türkiye'den Bakü'ye yüklü miktarda silah ve cephane de götürüldüğü ve Azerbaycan'da 60 kişilik özel bir birliğin eğitildiği de ortaya çıkan gerçekler arasındadır.
Aliyev’in bastırdığı başarısız darbe girişimi, 400 civarında insanın hayatına mal olmuştur (“Gazi katliamı”). Bunlar arasında, Türkiye Özel Harekat Polisi aracılığı ile eğitilen Azerbaycan’daki özel polis kuvvetlerinin başındaki Ruşen Cevadov da vardır.
Kimilerine göre darbe girişimini önceden bilen Haydar Aliyev, büyük bir soğukkanlılıkla – belki de aslında Rusya, Batı ve Türkiye arasında yürüttüğü denge siyasetini sürdürebilmek amacıyla - artık pek güvenmediği Türkiye ile ilişkileri sürdürmüş, darbe konusunu aleni olarak gündeme getirmemiştir. Yalnızca bir kez, Ankara'da dönemin TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk'a "Türkiye, bizim içişlerimize burnunu soktu, olaylar 400 civanıma mal oldu", demiştir.
Bugün Suriye konusunda herkesten ateşli bir müdahale yanlısı olarak ortaya çıkan (ve biraz da ortada kalan), kanlı bir savaşın tarafı olan muhalif örgütleri kendi topraklarında barındırmaktan, organize etmekten ve silahlandırmaktan çekinmeyen Türkiye’nin geçmişinde bunların da yaşandığı unutulmamalıdır.