NATO’nun Lizbon Zirvesi de daha tamamlanmadan “tarihî” oluverdi...
“Tarihî”, yani “tarihsel”… Önemli bir sıfat… Büyük bir niteleme… Tarihe mal olmuş, unutulmayan/unutulmayacak anlamına geliyor. Siyasetçiler yaptıkları işlerin ve söyledikleri sözlerin etkili tanıtımı için bu kelimeye sık sık başvuruyorlar. NATO’nun Lizbon Zirvesi de daha tamamlanmadan “tarihî” oluverdi. Çünkü öyle olması gerekiyordu. * * * NATO zaman zaman kimlik bunalımına giriyor. En azından kendi kimliğini yeniden tanımlama ihtiyacı hissediyor. NATO, 9 Nisan 1949’da Washington’da kurulan “savunma örgütü” değil çoktandır. Sovyetler Birliği’nin ve sosyalist bloğun dağılması sırasında, SSCB’nin son lideri Gorbaçov’un kulağına “Haydi sen şu adımları da at, yakında biz de NATO’yu kapatacağız zaten” diye sıkça fısıldanmıştı. Sovyetler ve Doğu Avrupalı müttefikleri darmadağın oldu. Varşova Paktı lağvedildi. NATO, kendini tekrar biçimlendirmeye koyuldu. Daha siyasallaşarak genişledi. 1999’da kabul edilen stratejik konsept köprüsünün altından da çok sular aktı. NATO, Lizbon’da kendisini yeniden tanımlayarak gelecek 10-15 yılla ilgili yaklaşımlarla konseptini yenilemeye çalıştı. Bence illa “tarihî” denilecekse, zirvenin “tarihî” yanı burada aranmalıdır. * * * Ama biz “Füze Kalkanı” konusunda odaklandık. Ayrıntılarını bilmediğimiz birçok konuya gösterdiğimiz abartılı ilgiyi burada da sergiliyoruz. Oysa bu “Füze Kalkanı” sisteminin tam olarak ne olduğunu ve nasıl şekilleneceğini söylemek kolay değil. 1982’de ABD Başkanı Reagan “Yıldız Savaşları” fikrini ortaya atmıştı. O zaman da günlerce, aylarca onu tartışmıştık. Bir Sovyet generalin son derece ciddi yüzle kameralar karşısında yaptığı “açıklama” hâlâ gözlerimin önünde: - Kafamızı kızdırmasınlar, uzaya çuval çuval çiviler atarız. Bu bile “Yıldız Savaşları” sisteminin teknik olarak iflas etmesi için yeterli olur. Son yıllarda “Yıldız Savaşları”nın çağdaş versiyonu olan “Füze Kalkanı” gündemde. Başlangıçta bal gibi Rusya’ya karşıydı. Sistem, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne yerleştirilecekti. Moskova güzellikle iknayı denedi; “Gelin füze savunma sistemini birlikte yapalım” dedi, Azerbaycan’da Gebele Üssü’nü önerdi, Kırım’ı ortaya attı, “Türkiye’ye de razı olabiliriz” dedi. Olmadı. “Günah benden gitti; o zaman ben de Kaliningrad’a İskender füzeleri yerleştiriyorum” dedi; ABD şöyle bir durdu, düşündü. Bu arada Moskova, zaman içinde Batı’ya karşı tavrını yumuşattı. Özellikle de yeni lider Medvedev döneminde. Rusya’nın dış politikası yeniden biçimlendirilmeye başladı. “Geleneksel dost ve ticaret ortağı” İran’la hem dostluktan hem de alışverişten vazgeçildi. Kremlin, “Bunca ekonomik sorunumuz ve teknolojik az gelişmişliğimiz ortadayken, eski politikalarla devam edemeyiz. Artık en başta gelişmiş teknoloji sahibi Batı ile yakınlaşacağız” dedi. Dedi de… Eski düşmanın dost olması öyle hızlı ve kolay olmuyordu... * * * Soğuk Savaş’ın mağlubu Moskova, Batı ile yakınlaşırken “ezelî düşman” NATO ile ilişkilerini düzeltme yolunda da defalarca adımlar atmaya çalışmıştı. Yeltsin zamanında da, Putin zamanında da… Olmadı. Yirmi yıla yakın bir süre içinde pek çok “tarihî” söz söylendi, anlaşmalar imzalandı, karşılıklı ofisler açıldı, ortak tatbikatlar yapıldı. Ama olmadı işte. Batı’ya yaranmak için çok çaba harcayan Yeltsin, sonunda NATO’nun 1999 Yugoslavya müdahalesiyle karşılaşınca bardak taşmıştı. Sonraki lider Putin, daha ayağının tozuyla, 2000 yılında, gülümseyerek “Acaba NATO’ya girmeyi düşünsek mi?” diye bir olta attığında NATO üyeleri şok yaşamıştı. Sonraki gerginlikler, “renkli devrimler”, özellikle de Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya alma çabalarıyla ipler kopma noktasına gelmişti. İyi başlayıp kötü bir noktaya gelen Yeltsin ve Putin’den farklı olarak, Medvedev en baştan kötü başladı. O 2008’de koltuğa oturduktan kısa süre sonra Rus-Gürcü savaşı yaşandı ve Rusya-NATO ilişkileri donduruldu. Sonradan karşılıklı atılan adımlar, Bush’un hatalarını temizlemeye çalışan Obama’nın girişimleri ve özellikle Medvedev’in yeni dış politik çizgisi, Rusya-NATO ilişkilerini değiştirmeye başladı. Ve soğukluk, Lizbon Zirvesi’yle birlikte ortadan kalktı. * * * Moskova’yı tehdit olarak görmekten vazgeçen NATO’nun yeni stratejik konseptinin 33. maddesi “Rusya’yla gerçek bir stratejik ortaklık kurma amacını” saptıyor. Ne dersiniz, bu karar “tarihî” mi, değil mi? En azından yeni ve önemli olduğunu teslim edelim. Ama “Füze Kalkanı” denilen şeye Rusya’nın katılımı meselesini abartmaya gelmez. Çünkü Ruslar bu tür konulara hep ürkerek ve tepkiyle bakarlar. Düşmanlıkla olmasa da başka yöntemlerle bu projeleri çürütüp yıpratmaya çalışırlar. Lizbon’da Medvedev’in dile getirdiği söylenen “Gelin sizinle anlaşalım; biz topraklarımız üzerinden, batımızdaki ülkelere yönelik olası füzelere karşı savunma işlevini üstlenelim, siz de kendi sektörünüzde bizi koruma sorumluluğunu üzerinize alın” türü öneriler de bunun bir parçası olsa gerek. Sonuç olarak kendi içinde gruplaşmalar ve ciddi çelişkiler yaşayan, ekonomik sıkıntılarla mücadele eden NATO’nun “Füze Kalkanı”nın, gelecek yıl başlayıp ta 2020’lere uzanacak süreçte neler yaşayacağı belli mi olur? Birkaç yıl sonra İran’ın bu kadar “şüpheli” olacağının garantisi var mı? Ya da Rusya’nın önümüzdeki on yıl içinde NATO üyesi olmayacağını kim savunabilir? Elbette NATO ile Rusya arasındaki ilişkiler, bugün eskisinden daha iyidir. İki tarafın da çıkarlarına hizmet eden Afganistan’daki işbirliği giderek güçlenmektedir. Uluslararası terörizme, uyuşturucu kaçakçılığına, korsanlığa ve nükleer silahların yaygınlaşmasına karşı birlikte adımlar atılmaktadır. Burada bir duralım. Çünkü Rusya ile ABD arasında imzalanan yeni START Anlaşması’nın Amerikan Kongresi’nde onaylanmamış olması, sessiz bir tehlike kaynağı olarak ortada durmaktadır. Karadeniz, Baltık Denizi, Kuzey Kutbu, Hazar, Kafkasya, Ortadoğu ve pek çok başka bölgede taraflar zaman zaman siyasi ve askerî olarak karşı karşıya gelmektedir. Yarın Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya üyeliği gündeme geliverirse Lizbon’daki “tarihî gülücükler” ne olur acaba? Ya da 2012’de Rusya’nın lideri ve/veya politikası değişirse? Yanlış anlamayın, kötümser değilim ve Lizbon Zirvesi’nin “NATO-Rusya ilişkilerinde yeni bir dönem başlatma potansiyelini” göz ardı etmiyorum. Elbette, 90’lı yılların gerginliklerinin yerinde şimdi daha uygar bir iklim vardır. Ama her şey bir anda değişmez. Dostluk söylemlerinin sıkça telaffuz edilmesi, Rusya ile NATO arasında henüz çok cılız olan “güven”in yerini almaz. Neyin “tarihî” olacağına politikacılar değil, tarihin kendisi karar verir.