Okullarda uzun hazırlıklar yapılırdı. Bandocular, folklor ekipleri, yavru kurtlar…
Okullarda uzun hazırlıklar yapılırdı. Bandocular, folklor ekipleri, yavru kurtlar… O gün geldiğinde ders mers olmazdı. Tatildi. Ama törenlere katılmak zorunluydu. Çok da sıkıcı sayılmazdı aslında o törenler. Bir sürü insan bir araya gelirdi, herkes kendi arasında kaynatırdı. En beteri, resmî konuşmalar tarafıydı. Şehrin yöneticileri, askeri erkân, öteki ileri gelenler falan derken epeyce ayakta dikilip bütün nutukları dinliyor gibi yapmak gerekirdi. Bazen temsilî kurtuluş oyunları sergilenirdi. Düşmana kurşun sıkan, saldıran, yumruk ve tekmeyle şehirden kovanların rolünü kapanların keyiflerine diyecek olmazdı. Düşmanı canlandırmak üzere seçilenler ise hallerinden pek memnun görünmezlerdi. Kurşunla vurulup abartılı bir şekilde yere serilerek ölü numarası yapanlar sıyırmış sayılırdı; ama “Türkler’den dayak yeme şerefine erişmiş olanlar” hep moralsiz olurdu. Sonunda törenler biter, herkes dağılırdı. Kimisi rahat bir nefes alır, amirinden fırça yemeden bir resmî görevden daha kurtulduğuna sevinirdi. Kimisi de tören izlenimlerini uzun dedikodulara bağlardı ustaca. Ardından hayat, kaldığı yerden devam ederdi. O törenler sanki hiç olmamış gibi. Ta ki bir yıl sonraki tören günü akıllara düşene ve hazırlıkların başlama işareti verilene kadar. Sonra bir 21 Kasım daha yaşanırdı… * * * Bu törenler yıllar boyunca sürdü. 90 yıl kadar… Törenlere yüz binlerce insan katıldı. Acaba aralarında Emel Sayın, Coşkun Sabah, Necla Akben, Rojin, Masum Türker, Namık Tan, Muammer Güler, Murathan Mungan, Aydın Ayaydın, Ali Bulaç, Altan Tan, Zeynel Abidin Erdem, Faruk Süren, Musa Anter, Betül Mardin ve Şerif Mardin gibi ünlü isimler de var mıydı? Vardı herhalde. Madem Mardin’de doğmuşlardı… Onların çocuk halini bandocular, folklor ekipleri, yavru kurtlar arasında görmek ne ilginç olurdu!.. Acaba o törenlerden akıllarında neler kaldı? Ya o törenlerde yapılan uzun konuşmalardan? Belki hiçbir şey… Belki sadece bir cümle, daha doğrusu cümlenin bir parçası: - Bugün, Mardin’in düşman işgalinden kurtuluşunun bilmem kaçıncı yıl dönümünde… * * * 21 Kasım iptal edildi! Olmayacak artık. Yani olacak da, Mardin’in Kurtuluş Günü olmayacak. Meğer Mardin düşmandan kurtarılmamış. Çünkü düşman işgal etmemiş Mardin’i. Belediye Meclisi uzun süredir Mardin’in kurtulup kurtulmadığını tartışıyormuş meğer. İşin içinden çıkamamışlar ve Türk Tarih Kurumu’na sormuşlar. O güne kadar resmî törenleri ve Belediye Meclisi’ndeki tartışmaları sessiz sakin izleyen Türk Tarih Kurumu da cevap vermiş: - Mardin hiçbir zaman işgal edilmedi ki! Ne kurtuluşu bu? Belediye Meclisi de düşünmüş taşınmış. Sonunda halka bir açıklama yapmış: - 21 Kasım bundan böyle “Kurtuluş Günü” değil, “Onur Günü” olarak kutlanacaktır. Böyle biline! Neden “Onur Günü” de, mesela, “Özür Günü” değil acaba? O kadar insanın anıları ne olacak şimdi? Hepsi yalan mıydı? * * * Ne kalıyor kurtuluş günlerinden anılarımız için? Aklımız, vicdanımız için? Resmî bayramlarımızdan ne kalıyor? Ve anma günlerimizden? Devlet törenleri hafızamızda nasıl bir yer buluyor? Yapılan uzun konuşmalar geride neler bırakıyor? İçeriğini pek düşünmediğimiz yeminler etmesini, antlar içmesini, vatan kurtarma edebiyatını tekrarlamasını kazıdık hafızamıza; tamam! Ama daha iyi bir hayat kurmasını becerebildik mi, geçmiş başarılarla övünürken? Neden işgallerinden kurtulduğumuz, saldırılarına canla başla karşı koyduğumuz ve şehirlerimizden kovduğumuz birçok ulusun hayat düzeyinden çok daha kötü şartlarda yaşamaya mahkûm olduk? Neden siyasetimizden toplumsal yaşantımıza kadar bir sürü alanda kirli ilişkilerin içinde debelenmek zorunda bırakıldık? Neden daha insani ve ahlaklı bir düzen kuramadık? 90 yıl sonra, “kurtulmadınız, ama onurlusunuz” diyerek tarihî sandığımız bir günün aslında hiç de bildiğimiz gibi olmadığını söyleyenlerin, yarın gerçeği yansıtmayan başka açıklamaları ortaya çıkarsa… Ya başka yanlışlar ve yalanlar varsa geçmişimizde ve bugünümüzde? Bunları düşünüp araştırmazsak nasıl “onurlu” oluruz? Ve nasıl “kurtuluruz”?