Başlığa şöyle bir tepki gösteren olabilir: “Putin gizli değil açık AKP’li. Erdoğan’a desteğini gizleyip saklamıyor ki!”
Doğru. Rusya lideri, Cumhurbaşkanı’nı açıktan destekliyor.
Tabii yine de ona “AKP’li” demek pek uygun olmayabilir. Sonuçta dünyanın en büyük ülkesinin başında.
Türkiye’ye, AKP’ye, Erdoğan’a bakışı ise ortada: Kendisini uluslararası alanda ve sonuç olarak kendi ülkesinde güçlendiren ve güçlendirebilecek olan her türlü faktörü önemsiyor.
Ve bunların mümkün olduğunca uzun süre “işe yaraması” için desteklenmesi gerektiğini düşünüyor.
* * *
Hayat ilginç. Politika da öyle.
Çok değil, bundan sadece 7,5 yıl önce Türkiye’nin bir Rus jetini düşürmesi sonucu Rusya ile savaşın eşiğine gelmiştik.
Putin sinirden kararmış bir yüz ifadesiyle Erdoğan’a veryansın ediyor, “sırtımdan bıçaklandım” diye duygularını ortaya koyuyordu.
Devamında üstü örtülü de olsa tehdit savurmaktan geri durmuyordu:
“Cevabımız domates (ambargosu) ile sınırlı olmayacaktır.”
Ruslar yaptırımlara çok dayanıklı. Batı ne yaparsa yapsın inatla direniyorlar. Ama Türkiye öyle çıkmadı. Rus yaptırımlarından canı yanınca yedi ay sonra “lisanımünasip” ile Kremlin’den özür diledi ve barışıldı.
Sonra bizdeki o acayip “darbe meselesi”, onun ardından da Büyükelçi’nin öldürülmesi falan derken bir de baktık, Putin ve Erdoğan can ciğer kuzu sarması olmuşlar. Tümüyle farklı siyasetleri savunurken bile birbirlerini “dost, müttefik, güvenilir ortak” ilan ediyorlar.
* * *
Tamam, anladık. İkisi de pragmatizmden yana. Birbirini kullanıyor, manipüle ediyor. Her ikisi de Batı ile yaşadığı gerginlik ve pazarlıklarda diğerinden sonuna kadar yararlanıyor.
Birbirinden çok farklı olanların yakınlaşması, özellikle de “başkalarına (Batı’ya) karşı birliktelik” pek prensip kaldırmaz. Sonunun ne zaman ve nasıl geleceği de belli olmaz. Bir bakmışsın, hooop, tekrar “bıçaklar ve sırtlar” gündeme gelivermiş...
Ama biz kötü niyetliler ne dersek diyelim, şu ana kadar böyle bir durum yaşanmadı.
İki lider samimiyeti öyle bir ilerletti ki, artık bakanlarmış, kurullarmış, sivil toplum örgütleriymiş vs., hiçbir şeye gerek kalmadan, Türkiye-Rusya ilişkilerini iki kişilik mekanizmaya bağladılar.
Sık sık bir araya geliyor, olmazsa da telefonlaşıyorlar, her soruna anında çözüm buluyorlar.
Anlayacağınız, sohbet muhabbet harika!
* * *
Geçenlerde Erdoğan’ın doğum gününde Putin’in gönderdiği mesaj beni öylesine etkiledi ki, dayanamayıp böyle kutlamaları genellikle önemsemeyen Türkler ders alsın diye sosyal medyada paylaştım:
“Değerli dostum, Vatandaşlarınız arasında ve yurtdışında hak edilmiş büyük bir saygınlığınız var. (…) Bu zor deprem koşullarında bir devlet adamı ve bir insan olarak en üstün özellikleriniz, cesaretiniz, dengeli ve zorunlu kararları alma beceriniz her açıdan ortaya çıkmaktadır. Rusya’da ülkelerimiz arasındaki dostça ilişkilerin ve yapıcı iş birliğinin gelişmesine (...) sizin kişisel katkınıza yüksek değer verilmektedir. İlerde de karşılıklı yarar temelindeki ortak projelerimizi planlı olarak hayata geçireceğimize, (…) koordinasyonumuzu sürdüreceğimize eminim.(…) içtenlikle başarılar diliyorum.”
Başarı dilekleri herhalde en başta seçimlerle ilgilidir diye düşündüm.
* * *
Ama “gerçek dost” öyle “içtenlikle başarılar diliyorum” deyip geçmez. Onun başarılı olması için kendisi de elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışır.
İşte Putin şu anda bu çabasıyla gerçekten göz dolduruyor.
Erdoğan “Türkiye’ye para lazım” mı diyor? Anında “hallederiz” diye Akkuyu Santrali adresiyle birkaç milyarcık gönderiveriyor. Hem de kendisi savaş halindeyken ve paraya sıkışıkken.
O da yetmiyor, Erdoğan “Ya Vladimir, bizim şu gaz borcunu veresiye defterine yazsan da, ilerde inşallah, Allah bize biz de sana!” deyince bir kez daha “hallederiz” diye cevap veriyor.
Geçen yılın ve bu yılın borcunu 2024’e erteleyiveriyor. Az değil, en az 20 milyar dolar!
“Başka yardıma ihtiyacın var mı?” diye sormayı da ihmal etmiyor.
“Seni Esad’la mı görüştüreyim?”
“Akkuyu’yu bilmem kaçıncı kez törenle açmamı mı istersin? Deprem bölgelerinde birlikte fotoğraf mı çektirelim? Seçim kampanyana başka ne şekilde katılmamı bekliyorsun, çekinme söyle.” diyor ve hepsine olumlu baktığını belli ediyor.
Allah aşkına, adam daha ne yapsın!
Wagner’in patronu Progojin’in ünlü “Trol fabrikası”nı seçimlerde dostunun emrine mi sunsun?..
* * *
Her Allah’ın günü Rus medyasını dikkatle izlemeye çalışıyorum. Erdoğan’la ilgili en çok rastladığım anlatım aşağı yukarı şu şekilde:
“O zor bir lider, zor bir ortak. Ama yine de biz onu destekliyoruz. Çünkü Erdoğan ile Putin anlaşabiliyorlar, iş birliği yapabiliyorlar.”
Buradaki “zor lider, zor ortak” kısmını es geçmeyelim. Bazı liderler “yakın dost” statüsünde sayılsalar da Putin’i çok yoruyor. Her yerde ortaya çıkıyor, sorun yaratıyor, farklı görüşler savunuyor, taviz istiyor. Onlarla pazarlık edip tekrar ortaklık konumuna gelene kadar Putin’in epeyce ter dökmesi gerekiyor.
Böyle iki lider biliyorum: Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko ve bizim Reis.
Acaba Kılıçdaroğlu seçimleri kazansa Putin’i bu kadar yorar mı?
Suriye, Libya, Kafkasya, Orta Asya falan her yerde karşısına çıkar mı? Vallahi pek sanmıyorum. Ama gel de bunu Ruslara anlat.
Mesela, CHP yıllardır Suriye konusunda Kremlin’in (Erdoğan’a kıyasla) çok daha işine gelecek bir siyaseti savunuyor. Ancak Moskova’dan ses çıkmıyor.
Gerçi burada başka bir faktör daha var gibi: Tanıdığım Rusların neredeyse hiçbiri, CHP’nin Suriye politikasını duymamış.
Bir başka deyişle, kimse bu konuyu onlara hakkıyla anlatmamış.
* * *
Galiba burada konunun bam teline dokunduk. Veya bam tellerinden birine.
CHP de diğer muhalif partiler de Rusya’ya kendini, görüşlerini anlatmak için pek bir şey yapmıyor.
Eh, Moskova da geleneksel olarak “yumurtaları tek sepete doldurma” alışkanlığında olduğundan dolayı, ne bir taraf ne de diğeri, gerçek bir tanışma için birbirine doğru ciddi bir adım atmıyor.
Sonuç?
Rusya için muhalefet ve adayı Kılıçdaroğlu “bilinmez bir seçenek”. Bildikleri, duydukları da “Galiba çok Batıcı olduğu, Ruslara sırtını döneceği, işlerin ve projelerin yeni iktidar döneminde pek yürümeyeceği” gibi bir şeyler…
Dış politikayla pek uğraşmayan ve dolaylı olarak bu sahayı Erdoğan’a bırakan muhalefet için Rusya ise -başka bir dizi uluslararası aktör ve konu gibi- “Hele bir iktidara gelelim, bir şekilde hallederiz” kategorisinde ilgi göreceği günleri bekliyor.
P.S.: Bu konulara daha pek çok kez değineceğim. Darılmaca yok. Seçimlerde herkesin kaderi masada. Ve mücadelenin bir bölümünün sürdüğü alan da tam bu yukarıda anlatmaya çalıştığım konularda. Herkes bunun yeterince bilincinde olmasa da…
Hakan Aksay kimdir?Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da ‘3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |