Bugün Erdoğan aradı. Yine muhabbet dolu konuşmalarla başladık, Libya ve Suriye pazarlıklarıyla bitirdik. İçeride onca sorunu olan bir liderin dünyayı fethetmeye çalışmasına hem çok şaşırıyorum, hem de doğrusu, ona içten içe bir hayranlık duyuyorum. Umarım verdiğimiz mesajları bu kez iyi anlarlar da Libya’da da Suriye’deki gibi sıkıntılı dönemler yaşamayız.
Bir ara sözünü kestim, "Ayasofya’yı camiye dönüştürmeniz hiç iyi olmadı, Rus kamuoyu rahatsız" dedim. Bir sürü cümle sıraladı, zaten pek değişen bir şey olmayacakmış, malum iç politika konularında yine benden anlayış bekliyormuş, hatta İstanbul’u ziyaret ettiğimde Cami’ye birlikte gitmemiz harika olacakmış vs. Ne diyeyim! Doğalgazdır, Akkuyu’dur, S-400’dür, Suriye’dir... Şimdi bir tek Ayasofya meselesi yüzünden bütün menfaatlerimizin üzerini mi çizeyim? UNESCO muyum ben? (O bile gevşek açıklamalarla yetindi.)
Bu arada adam gerçekten de her dediğini yapıyor! Muhalefet falan yok galiba Türkiye’de. Birkaç yıl önce bizim Ortodoks Kilisesi, Petersburg’daki İsaakiyevskiy Katedrali’ni kendisine bağlamak istemişti ama kent halkı ayaklanınca mecburen müze olarak bırakmıştık.
Erdoğan sınırları açmadığımız için Türk turizmcilerin şikâyetçi olduklarından bahsetti. Ee, tabii o Rus turizmcileri düşünecek değil. Onları da bizim düşünmemiz lazım. Soçi’ye, Kırım’a o kadar yatırım yaptık. Türkiye varken kimse oraya gitmiyordu; bak bu yıl nasıl tıklım tıklım doldu her yer! Erdoğan’a "Anlıyorum, sınır dediğin kapanır da açılır da", falan dedim. Ama baktım, illaki hemen açmam için bastırıyor, "Tamam, dedim, derhal görüşmeler başlasın". Öyle hararetli teşekkür etti ki, beni yanlış anladığından kuşkulandım. Acaba tercümanı doğru çevirmedi mi? Rusya-Türkiye uçuşlarını başlatmak başka şey, uçuşların başlaması konusunu görüşmeye başlamak başka şey...
Sonradan Dima (Kremlin’in Basın Sözcüsü Dmitriy Peskov - HA) bana not iletti: Türk TV’lerinde sınırların açıldığı, Türk Hava Yolları’nın bugün (düşünebiliyor musunuz, hemen bugün!) Rusya seferlerini başlattığı falan söylenmiş.
Türklere hayranım vallahi! Siyasetçileri de bir alem, gazetecileri de!..
Halk oylamasında kazandığım zaferin keyfini bir türlü hakkıyla yaşayamıyorum. Her kafadan bir ses çıkıyor. Moskova’da durmadan gösteri yapıyorlar. Neymiş efendim, gazeteci İvan Safronov serbest bırakılsınmış. Adam gazetecilikten tutuklanmadı ki, casusluktan dolayı içeri atıldı. Bir de "dava şeffaf olsun" diyorlar. "Vatana ihanet" davasında ne kadar açık olabilirsiniz ki! Bütün suçlamalar devlet sırlarına uzanıyor!
Üstelik biz asla her türlü muhalefeti cezalandırmaktan yana değiliz. Bakın, anayasa oylamasında ufacık Yamalo-Nenets Özerk Bölgesi hayır oyu verdi. Herhalde oradaki yöneticiler, Bölge’nin Arhangelsk ile birleştirilmesi planımızı halka iyi açıklayamadılar. Bir şekilde düzelteceğiz durumu. Biz Çeçenistan’la bile başa çıkabilmiş bir yönetimiz. (Bu arada Çeçenistan halkı yeni anayasayı yüzde 98’lik destekle onayladı; Kadırov iyi çalışıyor. Tuva yüzde 97, Kırım yüzde 90, Dağıstan yüzde 89! Çok duygulandım...)
Bugün Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko yine seçim kampanyasında "Rusya’ya karşı ülkesinin bağımsızlığını koruduğu" mesajını vermiş. Yahu daha yeni görüşüp güle oynaya sohbet ettik! Yıllardır Belarus’a yaptığımız yardımı kimseye yapmadık! Asıl kendisi Rusya’yı ele geçirmek istiyor. İki devleti birleştirmeyi teklif ettik, bana ne dese beğenirsiniz: "Tamam, ilk dönem sen birleşik devletin başına geç, ikinci dönem de ben!" İnsaf, 9 milyonluk Belarus!..
O böyle davrandıkça Batılılar da kurnazlıklara başladılar; dört yıldır üst düzey kimse ona "diktatör" demiyor. Pompeo Minsk’i ziyaret ediyor. Amerikalılar Belarus’a 80 bin ton petrol veriyor... Bu gidiş nereye? Ukrayna’dan sonra Belarus’u da mı kaybedeceğiz? Buna izin veremem.
9 Ağustos’ta Lukaşenko (1994'ten beri 6. kez) başkan seçilecek; muhalif isimlerin adaylığını iptal etmiş, bazılarını hapse atmış, uluslararası gözlemcilerin gelmesini engellemiş. Ne yaparsa yapsın! Seçim sonrasında onun hoşuna gidecek bazı teklifler hazırlamalı.
Bu sabah içimde bir sıkıntıyla uyandım. Habarovsk’taki protesto mitingleri büyüyerek devam ediyormuş. 600 bin nüfuslu kentte 30 bin, 40 bin, hatta 50 bin kişilik gösteri görülmüş şey değil! Adı 15 yıl önce cinayetlere karıştığı için tutuklanan Habarovsk Valisi Sergey Furgal’ın serbest bırakılmasını talep ediyorlarmış.
Biz Çeçenlere, Tatarlara karşı devletin bölünmez bütünlüğünü savunurken Uzak Doğu’yu gözden kaçırdık belki de. Bazıları Moskova’dan 6 bin km uzaktayız diye istediği gibi davranabileceğini sanıyor galiba.
Tabii asıl mesele, bizim onlarla uğraşsın diye görevlendirdiklerimizde. Yıllarca aksayan sorunlar var. Ülkede bizim Birleşik Rusya Partisi’ne ait olmayan birkaç yerel yönetimden biri orası. 2018’de Jirik’in (milliyetçi lider Vladimir Jirinovski - HA) partisinden Furgal seçimleri kazandığında Uzak Doğu Bölgesi’nin başkenti ünvanını Habarovsk’tan alıp Vladivostok’a vermekle hata ettik galiba. Üstelik şimdi gösterileri civar kentlere de yaymak istiyorlar. Vladivostok’a da dikkat etmeli! Ve Eylül ayındaki yerel seçimleri her yerde çok daha titiz organize etmeli.
Bu arada bizim Jirik, ilk gün fazla heyecanlandı; "Biz sizin anayasanızı destekledik, siz ise Stalin gibi tutuklamalara giriştiniz; Duma’dan çekiliriz, isyan ederiz" falan deyip iyice coştu. Neyse ki ikinci gün yelkenleri indirdi. Herhalde Kremlin’den aldıklarını kaybetme ihtimalini hatırladı. Biraz yaşlansa da zekâsı yerinde. Hiçbir şeyi abartmamak gerektiğini biliyor. Ne olur yani, Furgal öncesinde de son 5 yılda 12 belediye başkanı ve vali tutuklanmıştı. Dünyanın sonu değil ki...
Bugün durmadan telefonlarım çaldı durdu; Azerbaycan ve Ermenistan’dan dünyanın ricası, arabuluculuk önerisi, destek beklentisi...
Bıktım usandım bu sorundan. Geçen yüzyıldan beri hep aynı kavga. Ve hep bana gelirler. Ne AGİT, ne Minsk Grubu! İllaki ben çözeceğim. Guterres (Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri - HA) yine göstermelik bir ateşkes açıklamasıyla herkesi başından savmış. Ben de biraz bekleyip şimdilik 150 bin askerlik bir "askerî tatbikat" başlatma kararı aldım. Hem Karadeniz’de hem de Hazar’da beş gün dosta düşmana bu bölgelerin kimden sorulacağını göstersinler.
Herhalde Aliyev bizi daha kolay anlayacaktır. Ama son zamanlarda Batı ile ilişki diye birçok adım atan Paşinyan’ın da Moskova'yı "çantada keklik" olarak göremeyeceğini idrak etmesi lazım.
Bu arada herkes ateşkes, barış, uzlaşma falan derken bizim Erdoğan ve bakanlarından öyle sert açıklamalar geldi ki! Bakü bile bu kadar yüksek sesle konuşmuyor son günlerde. Umarım Türkler eski Sovyet coğrafyasını Suriye ve Libya ile karıştırmazlar.
ABD’den gelen raporlara baktım. Trump’ın hali epeyce acıklı görünüyor. Bu sefer biz ne yaparsak yapalım seçimi kazanamayacak gibi. Ondan sonra işin yoksa Biden’ın yeniden dünya egemenliği kurma planlarıyla uğraş! İşimiz zor olacak...
Bu arada Birleşik Krallık bu sefer de bizim çocukları kendi Covid - 19 aşılarını çalmakla suçladı. Bütün dünyanın Rus hackerlerden bu kadar korkması beni çok güldürüyor.
Sonunda bir Rus bir de İngiliz ilaç şirketine Koronavirüs'e karşı ortak aşı üretimi anlaşması yaptırdık da ortalık biraz sakinleşti gibi.
Ama doğrusu eskiden beri şu İngilizlerle aram bozuk, ne yapsak yaranamıyoruz. Zaten Londra’yı Rus muhaliflerinin ve asi oligarkların merkez üssüne çevirdiler. (Erdoğan’ın onlarla ilişkileri iyi, ondan yardım mı istesem acaba?)
Bugün canım hiçbir şey yazmak istemiyor. Zaten FSB’den bu yazdıklarımın Türkiye medyasına sızabileceği yolunda bir uyarı geldi. Tam "Nereden bilebilirler? Kamera mı yerleştirmişler?" diyecektim ki, bu gibi durumlarda sessiz kalıp kendinden emin bir gülümsemenin en uygun tavır olduğu aklıma geldi.
Bir taraftan da içime bir kurt düştü; gerçekten de günceme yazdığım notların Türkler tarafından ele geçirilmesi ihtimali söz konusu olabilir mi? Yoksa onlara "içeriden" yardımcı olan birileri mi var?
"Alo, Dima Korona’yı tümüyle atlattı, değil mi? Söyleyin yarın sabahtan bana bir uğrasın!"