Aşk ve politika...
Hangisi daha kuvvetli?
Hangisi diğerini yener?
Elbette gönül aşktan yana. Gönül zaten aşkın mekânı.
Ama politikanın da kasları var, yasa(k)ları var, o da yetmezse silahları var, en kötüsü de akılsız hırsları var.
Ankaralı İbrahim tam da bir Rusla evlenmek üzereydi. Nikâh işlemleri için evrakları Rusya’daki ilgili mercilere teslim etmeye hazırlanıyordu.
Evlenemedi. Planları aniden bozuluverdi. Bir çığlık attı:
“Politikanız özgürlükleri kısıtlamamalı! Kınıyorum! Geleceğimizle oynamaya kimsenin hakkı yok!”
İbrahim’i tanımıyorum. Onun sosyal medyadaki paylaşımını tesadüfen gördüm.
Tanıdığım ve tanımadığım birçok insandan üzüntü, şaşkınlık, korku, keder, kızgınlık dolu satırlar okudum son zamanlarda.
Bana durumunu anlatan, “Şimdi ne olacak?” diye soru soran, vize ve oturma izni kurallarını danışan, yazılarımda siyasi konulara ağırlık verip insani trajedilere ilgisiz kaldığım düşüncesiyle beni eleştiren, dayanışma ve eylem çağrısı yapan o kadar çok mesaj aldım ki...
24 Kasım’dan beri hiçbir gece deliksiz uyuyamadım.
O gün felâketimiz oldu. Abartmıyorum. Benim gibi Türk-Rus ilişkilerinin içinde olan herkes için böyle...
Düşmandık.
Böyle bodoslama deyince pek hoşa gitmiyor, biliyorum.
Ama öyle.
Hemen hemen her zaman düşmandık.
Şimdi tarihin sararmış sayfalarında kalan Çarlık Rusyası ile Osmanlılar, birbirini hiç sevmezdi; on iki defa savaşmak, savaşmadığı zamanlarda da birbirine diş bilemek öyle iz bırakmayacak bir şey değildi.
Ulusal Kurtuluş Savaşımız sırasında Ruslardan epeyce yardım aldık; Lenin ve Atatürk birbirine doğru adımlar attı.
Ama onlardan sonra aramız yine bozuldu. Hem öyle bozuldu ki... İkinci Dünya Savaşı sırasında/sonrasında Moskova Ankara’dan toprak isteyecek kadar kızmıştı. Ankara da ondan uzaklaşmak için Batı’ya doğru öylesine bir depar atmıştı ki... “Soğuk Savaş” sırasında bu iki başkent birbirinin adını telaffuz ederken bile geriliyordu.
Sonradan yavaş da olsa bir yumuşama oldu. 80’lerin ortasında ilk kez doğalgaz alışverişi ve onunla beraber gelişen ticaret, inşaat, ardından turizm, derken, galiba ilişkiler ite kaka da olsa yoluna girer gibi oldu.
Bundan tam 11 yıl önce (5-6 Aralık 2004) Putin’in ilk Türkiye ziyaretiyle beraber her şey değişti. Erdoğan’la neredeyse can ciğer kuzu sarması oldular. İki ülke arasındaki iklim bahara döndü. Bu arada yalnızca ticarette, enerjide, turizmde falan değil, milyonlarca insan arasında da güçlü bağlar kuruldu.
Aşk hikâyeleri yaşandı. Türk-Rus ailelerin, “ortak çocuklar”ın sayısı çığ gibi arttı.
Ancak bir gün...
Türkiye yönetimi – hangi akla hizmet ettiyse – bir Rus uçağını düşürdü.
Ve Rusya yönetimi buna çok kızdı. Hem de öyle böyle değil. Öylesine kızdı ki, tepkisinden doğan fırtına işbirliğinin hemen her duvarını sallamaya başladı: Ticaret, inşaat, turizm, kültür, eğitim, spor...
En önemlisi de insanlar... Türk-Rus aileler, akrabalar, çocuklar... Evlense de evlenmese de birbirinin ülkesini yaşam alanı olarak benimseyip “Ruslaşan Türkler” ve “Türkleşen Ruslar”...
Hepsi panikledi. “Neden?” diye sordu defalarca... Ve “Ne yapacağız şimdi?”
Mutsuzluk kara bir bulut gibi yüzbinlerce, hatta akrabaları, eşi dostu, ticaret ortağı vs. de sayılırsa, milyonlarca insanın üzerine çöktü.
24 Kasım, mutsuzluğun ve korkunun doğum günü oldu.
Silkinip ayağa kalkan ve yeniden “süper devlet” olma yolunda ilerlerken bol miktarda uluslararası gerilim, çatışma, savaş yaşayan Rusya’daki psikolojiyi tahmin edebilirsiniz.
Halkın çoğunluğu “devletinin güçlenmesini”, “ABD’ye kafa tutmasını” destekliyor. Bu yolda “her fedakârlığı, ekonomik sıkıntıyı göğüslerim” diyen az değil. Ve lideri Putin’i seviyor Rusların büyük çoğunluğu, onun düşünce ve duygularından anında etkileniyor.
Önceki gün Çeçenlere, dün Gürcülere nefret duyan Rusların sayısı az değildi. Bir süredir Ukraynalılara kin duyanlar çoğaldı. Sıra Türklerde.
Oysa “geçmişin en uzun süreli düşmanı” Türkler, epeydir sempatikleşmişti. Üzerinde Türk bayrağı olan tişörtler giyenler çoktu. Ve Tarkan hayranları. Ve Türk mutfağına bayılanlar. Ve “Türk inşaat mucizesi”nden övgüyle söz edenler. Ve Antalya’yı neredeyse dünyada her yerden daha fazla sevenler...
Sanki bir “aşk” doğmuştu... Ama... Hani derler ya, bazen “aşk ile nefret arasında bir adımlık mesafe vardır” diye...
Bugün Türkiye’ye ve Türklere karşı sevgi ve sempati besleyenlerin hemen hepsi susuyor. Çünkü başkalarının konuşma zamanı şimdi. Hatta konuşma değil, bağırma!..
Putin Türkiye yönetimine karşı sert demeçler verdikçe, devlet ve siyaset merdiveninin her basamağından benzeri sesler yükseliyor. Her bir “yetkili” anında “durumdan vazife çıkararak” Türklerin “anasından emdiği sütü burnundan getirmek için” bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Ve en önemlisi Rusya medyasının büyük bölümü, gece gündüz Türkiye karşıtı yayınlar yapıyor.
Öyle bir nefret akıyor ki bazen medyadan, sanki 2000’lerin başında lider Putin’in “Bundan böyle Türkiye konusunda ileri geri konuşmayacaksınız!” mesajını alıp susanlar ve bunca yıl kendini zor tutanlar, şimdi nihayet yeniden kavuştukları “Türkiye karşıtı konuşma özgürlüğü”nün tadını çıkarıyor.
Ünlü siyasetçi ve “Türkolog” Jirinovski, işi “İstanbul’un bombalanması” önerisine kadar vardırıyor.
Ayasofya’da hak iddia eden mi dersin, “Türk kebabı yasaklansın” diyen mi...
Kültür Yılı etkinlikleri iptal ediliyor. Rus-Türk Bilim Merkezi kapatılıyor. “Muhteşem Yüzyıl” sergisinden vazgeçiliyor. Öğrenciler ülkelerine geri gönderiliyor.
Türk basınından, özellikle “durumdan vazife çıkaran” havuz ahalisinden örneklere, işi Ruslara küfretmeye, hatta “Tahir Elçi’yi Ruslar öldürmüştür” suçlamalarına kadar götüren gazeteci ve siyasetçilere hiç girmeyelim. Ama şu kadarını söyleyelim: Bizimkiler asla onlardan aşağı kalmıyorlar!..
İşin Türkiye boyutunda Antalya’da ve başka kentlerde yaşayan, çalışan, konut sahibi, çoluğa çocuğa karışmış olan on binlerce Rusya vatandaşının tedirginliği var (bir kısmı aynı zamanda Türkiye vatandaşı).
Ankara’nın genellikle Moskova’ya göre daha yumuşak konuşmasına, Rusya gibi vizesiz ziyaretleri iptal etmemesine bakarak bunların şimdilik nispeten daha sakin olduğu söylenebilir. Ama yine de “ne olur ne olmaz” diyerek evini satan, bir süre sonra Türk toplumunda “Ruslara karşı tepkiler” ortaya çıkabileceğinden çekinerek geri dönüş planı yapanlar da var.
Bütün bu cümlelerin, insani trajediler sınırında dans ettiğini hissediyorsunuz, değil mi?
Ancak şu anda krizin en büyük faturası Rusya’daki Türklere kesildi. Ve Rusya ile çalışanlara.
Ticaretin birçok türünün, bir dizi ihraç ürününün, toptan Türkiye turizminin durdurulması, inşaatta büyük sınırlamalara gidilmesi gibi önlemler bir yanda...
Rusya’daki Türkiye vatandaşlarına her fırsatta çile çektirilmesi öte yanda...
Vize ve oturma izni denetimleri... Sınırdan insanları olur olmaz gerekçelerle geri çevirmeler... Sokaklarda adım başı kimlik kontrolleri... Şirket basmalar... Daha düne kadar yaşanan bahar havasının etkisiyle vize ve çalışma rejimiyle ilgili çeşitli hataları olanları en sert biçimde cezalandırmalar...
Yıllardır Rusya’nın bin bir çilesini çekerek iş hayatını ve özel yaşantısını ilmik ilmik örüp fiilen “oralı” olan birçok Türk, bugün neredeyse bir “düşman”, potansiyel bir “terörist” oldu...
Ailesi mi varmış, çoluğu çocuğu mu, gelecek planları mı; kimsenin umurunda değil...
Hayatı Rusya resmî mercilerinin vereceği bazı izinlere bağlı olanlar, şimdi doğal bir korku içinde: Ne olacak? Aileler bölünecek mi? Ya çocuklar? Aile, iş, arkadaş ortamı, kısaca hayat ne olacak?
Peki ama neden bütün bunlar? Uçağı onlar mı düşürdü? Pilotu Rusya’da çalışan ve yaşayan Türkler mi öldürdü?
Türklerden ve Ruslardan tepkiler giderek artıyor. Sosyal medyada dayanışma ve protesto sesleri yükseliyor. İmza kampanyaları düzenleniyor. Putin’e ve Erdoğan’a sağduyu çağrısı yapan mektuplar yazılıyor.
Yavaş yavaş Rusya’nın etkili insanlarından da adaletli sesler gelmeye başlıyor. Örneğin, Duma milletvekillerinden Gudkov Türklere yönelik baskılara isyan ediyor:
“İnsanlara ırk ve milliyetlerinden dolayı ayrımcılık yapılmaz! Ne o, yoksa Nazizm mi doğuyor ülkemizde?”
Putin’in 3 Aralık tarihli konuşmasında, Türkiye yönetimi ile halkını birbirinden ayırma, Rusya’nın Türk toplumuna değil, uçağı düşüren yönetime karşı olduğu vurgusu dikkat çekiyordu. Belki de bu, Türklere yönelik haksız baskılara duyulan tepkilerin etkisiyle Devlet Başkanı’nın konuşmasına yansıdı.
Ama yine de bundan sonrası için iyimser olmak kolay değil.
Çünkü Rusya ile Türkiye arasındaki siyasi ilişkiler daha uzun süre kriz ve gerginlik içinde olacak.
Bunun faturası da en çok, krizin çıkmasında hiçbir suçu olmayan insanlara çıkacak.
Yazık, çok yazık!..