Kırk yıldır Rusya basınını izliyorum. Lafın gelişi değil, gerçekten. Hatta 41 yıl geride kaldı. Hiçbir zaman Türkiye’nin Rus gazetelerinde, televizyonlarında ve internet sitelerinde bu kadar büyük yer aldığını hatırlamıyorum.
Erdoğan ne demiş, Kılıçdaroğlu ne önermiş, son anketler neyi gösteriyor, Rus analistler ve Türkologlar ne tür yorumlar yapıyor, Rusya açısından seçim sonuçları nasıl olsa daha iyi…
Satır satır, dakika dakika, hem de çoğu zaman diğer haber ve yorumların arkasında, kıyıda köşede değil, tersine en başlarda Türkiye var.
Çoğu Trump hayranı olan Rus yayınlarında ABD başkanlık seçimleri de büyük yer tutmuştu. Ama sanırım şu anda sıralamada Türkiye öne geçti.
Rusya yönetimi Türkiye ile iş birliği fırsatlarını kaybetmek istemiyor. Medyada en sık rastladığım cümle şöyle: “Erdoğan zor bir partner, ama Putin ile iyi anlaşıyorlar ve aradaki farklılıklara rağmen birlikte ilerleyebiliyorlar.”
Bu cümlenin ilk bölümü önemsiz değil; Erdoğan gerçekten de zor, Putin’i yoruyor. Suriye’de, Libya’da, Kafkasya’da, Ukrayna’da hep karşısına çıkıyor; pazarlığı çok seviyor; ancak sonunda iki lider şöyle veya böyle ortak çözümler bulabiliyor.
Her iki lider de, aralarındaki yönetim tarzı ve karakter benzerliklerinin yanı sıra, kendi çıkarları doğrultusunda birbirlerini kullandıkları, manipüle edebildikleri duygusu sayesinde ilişkiden keyif duyuyor. Çoğu kez aralarındaki iş birliğinin zeminini oluşturan “Batı’ya karşı birleşebilme vurgusu” da onlar açısından çok önemli.
Kim diğerini daha iyi kullanıyor konusu biraz karışık, oraya girmeyelim. Akkuyu Nükleer Santrali, S-400 füze savunma sistemi, Şanghay İşbirliği Örgütü ve Astana İttifakı gibi süreçleri ele almak uzun sürer.
Rusya medyasında Türkiye’nin büyük yer kaplaması, aktarılan haber ve yorumların doğru ve objektif olduğunu göstermiyor. Çok büyük bölümü Kremlin’in kontrolünde olan medya, genellikle “taraflı” davranıyor. Putin Erdoğan’ı desteklediğine göre, medyası da o çizgide.
Aylardan beri haberler ve yorumlar “Erdoğan’ın seçimleri kazanacağı” yolunda. Yalnızca son aylarda tek tük de olsa “muhalefetin aktifleştiği”, özellikle deprem sonrasında “seçimleri kazanma ihtimalinin ortaya çıktığı” gündeme getirilmeye başlandı. Ama yine de genellikle “Erdoğan zorlansa da kazanır, iktidarı muhalefete bırakmamanın bir yolunu bulur” görüşü yaygın.
Dahası Rusya yönetimi, Akkuyu Santrali’ne sermaye iletilmesi, Türkiye’nin doğalgaz borcunun ertelenmesi gibi adımlarla fiilen seçim sürecinde iktidara destek veriyor. Erdoğan’ın Esad ile görüştürülmesi çabasını ve Putin’in yakında Türkiye’ye gelerek seçim sürecinde rol oynaması ihtimalini de buraya ekleyelim.
Peki, muhalefet üzerine ne diyorlar? Bu önemli bir konu.
Bunca yıl boyunca ne Türkiye muhalefeti Rusya yönetimi ve siyasileri ile tanışmak için ciddi adımlar attı, ne de Moskova onunla ilişki kurmaya çalıştı (Kremlin, Sovyet dönemlerinden kalma geleneğine bağlı: Yönetimi ile iş birliği yaptığı ülkede muhalefeti görmezden gelerek “yumurtaları tek sepete dolduruyor”. Bu tutumuyla Ukrayna gibi önemli kayıplar vermiş olsa da huyundan vazgeçmiyor).
Rusya yönetiminin ve medyasının Millet İttifakı, CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili yorumlarında en sık rastlanan cümleler şöyle:
“Muhalefet Batı yanlısı, ABD ve NATO’ya bağlı. Başa gelirse Moskova’ya sırtını döner. Ayrıca Batı’nın Rusya yaptırımlarına katılır. Bizim büyük umut bağladığımız projelerimiz zarar görür.”
Bu görüşler çok uzun süredir dile getirilmesine karşın, Altılı Masa ve sonrasında Millet İttifakı bunlarla ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştı. Gidiş, genel olarak dış politikaya fazla önem vermeyen muhalefetin, “hele biz bir iktidara gelelim, ondan sonra bakarız” türü bir anlayışa sahip olduğunu düşündürüyordu.
Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu,19 Mart’ta Medya Günlüğü sitesi yazarı ve Türk Demokrasi Vakfı Türk-Rus Araştırmaları Merkezi Direktörü Aydın Sezer’in sorularını cevaplarken Rusya’ya bazı mesajlar verdi. Cevaplar Rus basınında yer buldu. Kılıçdaroğlu şöyle diyordu:
“Birbirimizin iç işlerine karışmayan, karşılıklı saygı ve güvene dayalı ilişkileri sürdürmek her iki tarafın da yararınadır. Rusya ile ilişkilerde dönemsel olmayan, tutarlı politikalara dayanan uzun erimli, istikrarlı bir anlayışı önemsiyorum. (…) Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı askerî harekâtı tasvip etmiyoruz. (…) Türkiye’nin diplomasi birikiminin kullanılması yoluyla mevcut sorunun çözümüne ilişkin elimizden gelen katkıyı yapmak isteriz. (…) Türk dış politikasında Rusya’nın konumu bellidir. Rusya açısından da Türkiye hakkında belli bir konum tanımı var. Karşılıklı saygı esası içinde bu durumun değişmesi için bir sebep olduğunu düşünmüyorum. Aksine, yeni sınamalarla karşılaşmak yerine mevcut konumların daha da pekiştirileceğine inanıyorum. (Putin’in Türkiye seçimlerinde ağırlığını Erdoğan’dan yana kullandığıyla ilgili soruya cevaben: ) Bu değerlendirmeleri duyuyorum ancak gerçeği yansıtmadığına inanmak istiyorum. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin en önemli unsurunun güven olması gerekir. Karşılıklı olarak iç işlerine karışmamak, hele seçim gibi konularda taraf tutan ya da öyle yorumlanan davranışlarda bulunmamak gerekir.” (Kaynak: https://medyagunlugu.com/kilicdaroglundan-rusya-mesajlari/ )
Böylece her ne kadar Akkuyu, S-400, Astana Süreci, Batı’nın Rusya’ya yaptırımlarına uyma/uymama gibi hassas konulara girilmese de, Moskova ile dengeli ve uzun vadeli ilişkileri sürdürme eğilimi, dostça mesajlar ve bu arada bazı kibar uyarılar dile getirilmiş oldu.
Seçimleri Erdoğan kazanırsa Türkiye-Rusya hattında büyük bir değişiklik olmaz. Uzun süredir iki liderin dört dudağının arasında şekillenen ilişkiler devam eder. Ama bu, “sorunsuz bir gelecek” anlamına gelmiyor. Çünkü Rusya-Ukrayna Savaşı, Batı ile ilişkilerde yaşanacak yeni gerginlikler, Erdoğan’ın ABD ile pazarlığın gidişine göre Putin’i geri plana atma ihtimali (ki başından beri Kremlin de bunu biliyor ama Türkiye’yi olabildiğince “Truva atı” gibi kullanmayı önemsiyor) ve her ikisinin de bölgesel liderlik hevesleri, bugün zaten oldukça hassas bir çizgide yürütülen iş birliği ortamını bir anda tersine çevirme potansiyeli taşıyor.
Hiçbir şey olmaz. İki ülkenin haritadaki yeri de değişmez, birbirleri açısından önemi de. Başlarda ufak tefek sıkıntılar yaşansa bile, Soğuk Savaş yıllarında Sovyetler Birliği ve Türkiye arasındaki ilişkiler gibi kıymetli deneyimler temelinde, istikrarlı bir yola girme şansı büyüktür. Ancak Ankara ile Moskova arasındaki mesafe bugünküne göre hissedilir ölçüde açılabilir.
Olası yeni yönetimin bugün Rusların çekindiği ölçüde Kremlin’e sırtını dönme ihtimali yoktur. Ama gelişmeler, iktidarın Rusya ile Batı yaptırımları ve Ukrayna, Ortadoğu gibi konularda kendini ne kadar “dengeci”, ne kadar “ne de olsa Batı’nın ve NATO’nun bir parçası” olarak konumlandıracağına göre biçimlenecektir. Ve tabii diplomatik ustalığına, Moskova’nın dilini ve tepkilerini anlama becerisine göre.
Yazıyı burada bitirmek bana denklemi yarıda bırakma hissini vereceği için son bir ek yapmadan noktayı koymayayım.
Burada Türkiye’deki seçimlerin sonucuna göre Rusya ile ilişkilerden bahsederken “Putin-Erdoğan” ve “Putin-Kılıçdaroğlu” seçeneklerini ortaya koyduk.
Peki, ya Putin iktidardan inerse?
23 yıldır Rusya’nın başında olan Putin’in Ukrayna işgaline başlarken yaptığı hesap hataları, ülkesine ve kendisine de hissedilir zararlar veriyor. Ekonomik ve siyasi olarak kayıp hanesi kabarıyor. Bugün tüm sorunlarına rağmen kamuoyu desteği yüksek görünen Putin, hep böyle güçlü mü olacak? 2024’teki başkanlık seçimlerini kazanarak sonraki yıllarda yoluna güvenle devam mı edecek? Bu sorulara tereddütsüz evet demek çok zor.
Eğer seçim yoluyla veya başka şekilde Rusya’da iktidara farklı bir lider gelirse, Türkiye’de başta Erdoğan da olsa Kılıçdaroğlu da olsa, Türkiye-Rusya ilişkileri bundan derinden etkilenebilir. Özellikle Rusya’nın Ukrayna ve Batı konusunda nasıl bir tercih izleyeceği, bunu etkileyecektir.
Ve tabii, yeni Rusya liderinin, örneğin, Başbakan Mişustin veya Moskova Belediye Başkanı Sobyanin gibi askerî değil ekonomik güce önem veren biri mi, yoksa Wagner patronu Prigojin gibi daha şahin ve saldırgan bir Rus milliyetçisi mi olacağına bağlı olarak da ikili ilişkiler tablosu netleşecektir.
Hakan Aksay’ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.
Hakan Aksay kimdir?Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da ‘3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |