13 Mayıs'ta Hakkâri Çukurca'da TSK’ya ait Kobra tipi helikopterin muhtemelen PKK tarafından omuzdan atılan taşınabilir bir füze atışıyla düşürülmesi, iki ürkütücü soruyu gündeme sürdü:
Birincisi, PKK’nin elinde - çatışmaların gidişatını ciddi biçimde etkileme potansiyeline sahip nitelikteki - bu tür füzelerden kaç adet var?
İkincisi, bu tür bir füze PKK’nin eline nasıl geçti? Birçok seçeneği barındıran ikinci sorunun içinde yatan en büyük kuşku, söz konusu füzeyi (ya da bu türden birçok füzeyi) PKK’ye Rusya’nın vermiş olabileceğiydi.
Hemen hafızalarda bazı tehdit sahneleri canlandı:
24 Kasım’da Türkiye tarafından uçağı düşürülen Rusya adına alınacak bir dizi önlemin ilk işaretlerini veren lider Putin, 3 Aralık’taki konuşmasında “Türkiye bu işten sadece domatesle (domates yasağı ile - HA) kurtulamaz” diyerek ticari yaptırımların peşinden siyasi, hatta askerî adımların da gelebileceğini düşündürmüştü.
Bir gün sonra, 4 Aralık’ta İstanbul Boğazı’ndan geçen Rus askerî gemisindeki bir asker, karadan havaya atılan bir füze bataryasını boğaz geçişi boyunca omzunda atış pozisyonunda taşıdı.
Şimdi Çukurca'da helikopteri düşüren ve iki pilotun ölümüne yol açan füzenin “o gemideki füze ile aynı olabileceği" konuşuluyor.
Rusya’da çıkan haftalık Argumenti Nedeli gazetesinin dünkü (19 Mayıs) sayısında Yaroslav Vyatkin adlı gazeteci, coşkulu ifadelerle şunları yazıyordu:
“13 Mayıs’ta Hakkâri’de ‘İGLA’ (Rusça 'iğne' anlamına geliyor - HA) ‘KOBRA’yı öldürdü. Türkler bunu önce reddetti, ama Kürtlerin olayın videosunu yayımlamasıyla durum netleşti. Rus yapımı ‘İGLA’ füzesi, ABD yapımı ‘KOBRA’ helikopterini düşürdü. Üstelik Kürt militanlar videoyu Rus ‘Polyuşko-pole’ (dünyaca ünlü Sovyet ordu şarkısı - HA) eşliğinde gösterdiler. Orada sadece Putin’in ‘Türkler domatesle kurtulamaz’ demesi eksikti. Kürtler - varsın kendi çıkarlarıyla davranıyor olsunlar - pilotlarımızın intikamını aldıklarını ilan etmiş oldular. Bir gün sonra daha büyük bir helikopter düşürüldü. Ama videosu yok ve Türkler tabii ki olayı kabul etmiyorlar.”
Ben söz konusu videonun Türk ve Rus sitelerinde kullanılan birçok versiyonunu izledim, ama ‘Polyuşko-pole’yi duyamadım. (Galiba daha önceki bir başka benzeri video ile karıştırıyor.) Neyse, böylesine savaşkan ve milliyetçi bir dille videodan domates çıkaran bir devlet gazetecisinin sözlerinin doğruluğu değil burada önemli olan. Rus ‘İGLA’ füzesinin gerçekten de PKK’nin elinde olabileceği ihtimali.
Askerî ayrıntılarda boğulmak ve okuru da boğmak istemiyorum. Bence asıl mesele şu:
24 Kasım akşamında yazdığım ilk kriz yazısının başlığından duyurduğum gibi, Ankara, Rus uçağını düşürerek en ciddi dış politika yanlışını yaptı.
Aradan geçen yaklaşık 6 ay boyunca da durumu düzeltecek kayda değer bir çaba ortaya koymadı.
Dahası bazen yangına körükle gitti.
Peki, sonuç ne oldu?
Türkiye’nin Suriye'deki ve genel olarak Ortadoğu’daki etkisi son derece azaldı. TSK'ya bağlı uçaklar, Rus korkusundan Suriye yakınlarında kendi sınırlarına bile fazla yaklaşamıyor.
Dış politikada on yıllardır şu ya da bu düzeyde yararlanılan denge çizgisi kayboldu. Kısa süre öncesine kadar neredeyse stratejik partner olarak görülen Rusya’ya karşı askerî güç kullanan Türkiye yönetimi, çareyi ABD ve NATO’nun kucağına sığınmakta buldu.
Ulusal ekonomi milyarlarca dolar zarar gördü. Turizm başta olmak üzere bir dizi sektör çok ağır darbe aldı.
Zarar bilançosu çok daha uzun çıkarılabilir.
Uzatmamak için tersinden bir soru sorayım:
Rus uçağını düşürmenin Türkiye’ye tek bir yararı oldu mu?
İktidar, bugüne kadar bu sorunun cevabını veremedi. Bundan sonra da verebileceğini sanmam.
24 Kasım’da son derece sert ve duygusal tepki gösteren Rusya yönetimi, “Erdoğan’a karşı olmak” adına Türkiye’yle ilişkiler yelpazesinin büyük bölümünü feda etti. Ekonomik-ticari alanlardan eğitime, kültüre, insani bağlara kadar.
Kremlin’de tüm bu yaptırımlar sonucu Erdoğan’ın dize getirilebileceği umudu büyüktü. Bu gerçekleşmedi. Bu arada Rusya kendini bu sert politikanın çıkmazına hapsettiği için 6 aydır başka manevralar yapmayı başaramaz hale geldi.
Rusya’da Türkiye konusunda farklı düşünenler yok mu? Elbette var. Sonuçta zaten birçok sorunu olan Moskova açısından Ankara’nın - eskisi gibi dost bir başkent olmasa da - en azından nötralize edilerek gelecekte (ekonomik alanda, uzun vadede enerji işbirliğinde, Türkiye'deki Rus şirketleri açısından, nihayet Tataristan, Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu gibi bölgelerde) sorun kaynağı olmasının engellenmesi doğrultusunda esnek adımlar atılması gerektiğini savunanlar var. Ancak Putin’in gazabına uğramamak için seslerini yükseltemiyorlar.
Zaman zaman Rusya yönetimi temsilcilerinden Türkiye’ye yönelik bazı işaretler geliyor: “Türkiye bizim için düşman bir ülke değildir”, “Türkiye ile kriz geçicidir”, “İlişkiler gözden geçirilebilir, ancak ilk adımı Ankara atmalı” gibi.
Sonra bakıyorlar ki karşı taraftan - Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun sürekli olarak “Bakın, Rusya’yla ilişkiler giderek düzeliyor” türü enteresan iyimserliğinin ötesinde - herhangi bir hamle gelmiyor, tekrar eski katı tavırlarını sergilemeye koyuluyorlar:
“Ankara’dan beklediğimiz eskisi gibi üç adımdır:
1.Düşürülen uçaktan dolayı özür dilenmesi.
2.Tazminat ödenmesi.
3.Sorumluların cezalandırılması.”
Ankara, Rus uçağını düşürerek yaptığı hatadan kaynaklanan sıkıntısını defalarca ortaya koydu. Yalnızca “üzgün olduğunu” söylemekle kalmadı, “Rus uçağı olduğunu bilseydik düşürmezdik” bile dedi. Ama siyasi-psikolojik faktörlerin etkisi altında özür dilemedi. Aradan geçen zaman, Putin’in beklediği tarzda bir özrün giderek imkânsızlaştığını ortaya koydu. Ama kısa süre önce “sorumluların cezalandırılması” talebiyle ilgili olarak Moskova’yı heyecanlandıran bir gelişme oldu. Aylar önce düşürülen uçaktan paraşütle atlayan pilot Oleg Peşkov’u öldürdüklerini ilan eden Alparslan Çelik göz altına alındı.
Ancak daha sonra Çelik serbest bırakıldı. Belki Ankara zaten bu gözaltı sürecine fazla önem vermiyordu. Belki de onu Rusya’ya kendince bir işaret vermek için birkaç hafta elinde koz olarak tuttu, ancak Moskova’dan beklediği karşılığı (?) göremeyince bu taktiği sürdürmekte fayda görmedi.
Sonuçta ortaya çıkan durum oldukça garip:
Rusya dünyanın en büyük ülkesi, nükleer devlet, BM Güvenlik Konseyi üyesi, Türkiye’nin içinde olduğu her türlü bölgesel denklemin ana unsurlarından biri...
Kriz uzarsa Türkiye’yi daha birçok açıdan zor durumda bırakabilir.
Elbette Moskova, Ankara ile krizin tırmanmasından kendisi de zarar görür.
Ama Ankara’nın zararı daha büyük olur.
Geçen 6 ay bunu net olarak gösterdi.
O halde ilişkilerin düzeltilmesi için mutlaka adım atılmalı.
Ama atılmıyor.
Dahası konu sanki Türkiye’nin gündeminde yer almıyor gibi.
Hatta bazı sorumsuz politikacılar provokatif tutumlar içinde.
İşte geçenlerde Şamil Tayyar adında bir AKP milletvekilinin Fenerbahçe-ÇSKA basketbol maçını seyrettikten sonra attığı tweet:
“İnsanın bir Rus uçağı daha düşüresi geliyor.”
Düzeysizlikte ve ciddiyetsizlikte dibe vuran bu cümle, maalesef Rus medyasında yüzlerce kez haber oldu. Hâlâ da oluyor.
Nasıl anlatacaksın, Türkiye’de “böyle bir politikacı türü” olduğunu? Bunların herhangi bir siyasi, ahlaki kaygılarının olmadığını? Sadece tek bir kişiye bağlı olup sadece ona hesap verdiklerini, ondan korktuklarını?
Ya üst düzey devlet ve AKP yöneticilerinden Ş.T.’ye çekidüzen veren tek bir açıklama gelmemesini?
Erdoğan’ın Davutoğlu’nu kovup yerine Yıldırım’ı başbakanlığa getirmesinin keyfi bir uygulama olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bunun Türkiye’nin izlediği iç ve dış politikalarda ciddi bir değişikliğe kapı aralamasını kimse beklemiyor.
Eğer yeni Başbakan bir gün “enkaz devraldık” ve “geçmişteki hataları düzelteceğiz” türü açıklamalar yaparsa, bunun samimi olmaktan çok, Erdoğan’ın direktifleri yönünde girişilecek manevralar anlamına geleceğini de biliyoruz.
Bununla birlikte bir ülkede başbakanın ve hükümetin değişmesi - her şeye karşın - önemli bir gelişmedir. Bütün dünyada önemsenir.
Elbette bugün için Türkiye’nin, trajik yanlışlarla dolu Suriye politikasından vazgeçileceğini hissettiren bir ortam yok. Ama bu konuda daha akılcı ve mantıklı bir çizgiye gelip yalnızca Türkiye’yi değil AKP iktidarını da tehdit eden gelişmelerin önüne geçmeye çalışmak için adımlar atılabilir.
Rusya ile krizin ortadan kaldırılması için önlemler alınabilir. Bu, Moskova’nın beklediği türden bir özür olmasa da, yeni başbakan gerginliği yumuşatacak bazı girişimlerde bulunabilir.
“Uçağın düşürülmesi emrini ben verdim” diyen eski başbakanın çizgisinin terk edildiğini göstermek için çaba harcayabilir.
Türkiye, sorumluların cezalandırılması için ortak bir komisyon kurulmasından yana olduğunu bildirebilir.
Dahası Kremlin’in uzun süredir giderek sönükleşen bir umutla beklediği açıklamayı yaparak “Türk Akımı Projesi” için yeniden masaya oturma isteğini ortaya koyabilir.
Bu satırları okuyan okurların birçoğunun yüzünün buruştuğunu, benim hayal aleminde gezindiğimi düşündüğünü hissediyor gibiyim.
Haklısınız, elbette bütün bu ihtimaller hem çok düşük, hem de olsa bile Rusya bunlara kanmaz.
Biliyorum, kanmaz tabii.
Kanmaz ama...
Siyaset ve diplomaside bazen bütün yollar tıkandığında, samimiyeti oldukça tartışmalı jestler bile küçük birer çıkış ışığı olabilir.