Selahattin Demirtaş tam bir kâbus.
İnsanı binlerce kilometre uzaktan bile huzursuz edebiliyor.
Bakın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ta Çin’e gitti; kâbus onu orada bile rahat bırakmadı.
Erdoğan, HDP Eş Genel Başkanı’nın “Suruç'u Saray'a bağlı gladyo yaptı” iddiasına çok sinirlendi.
Önce sakin olmaya çalışarak şöyle dedi:
“Bu, aslı astarı olmayan, kusura bakmayın, biraz ağır olacak, terbiyesizce bir ifadedir.” (Ne nezaket! Ağır konuşarak “terbiyesizce” diyecek olan kaç tane devlet adamı bunun için önceden özür diliyor, Allah aşkına!)
Devamla sözlerinin özür dilemeden de söylenebilecek “daha hafif” bölümlerine geçti:
“Bir defa cumhurbaşkanlığı makamının bu tür densizliklere, alçaklıklara düşmeyecek kadar yüksek bir makam olduğunu özellikle ifade etmek isterim.
E zaten abisi malum, dağda yetişmiş, dağda bugüne kadar gelmiş olan bir kişi. Kendisi de fırsatı bulduğunda herhalde oraya koşar. Zaten zaman zaman talimatları oradan alan tipler bunlar.”
Bu sözlerin, tam da bazı gazetelerde çıkan Selahattin Demirtaş’ın abisinin operasyonlar sırasında yaralandığı yolundaki iddialarla aynı zamana denk düşmesini bir kenara bırakalım.
Bir lideri eleştirirken yakın akrabasını aşağılayarak yol alma çabasının, “kusura bakmayın, biraz ağır olacak” ama çok nezaketli bir yöntem olmadığı üzerinde de durmayalım.
Nurettin Demirtaş’ın yıllarca “ova”da siyaset yapmış olmasını, DTP’nin başkanlığına seçilmesini ve yine herhalde “dağ” sayılmaması gereken devlet hapishanesi koşullarında 11 yıl yaşadığını da şimdilik sorgulamayalım.
Başka bir şeyi mercek altına alalım.
Erdoğan’ın sinirli cevabında bir cümle özellikle önemli bence:
“Kendisi de fırsatı bulduğunda herhalde oraya koşar.”
Yani?
Erdoğan, kendisini “başkan yaptırmayan” Demirtaş’ın “dağa çıkabileceği” tahminini dile getiriyor.
Tahmin mi?..
Yoksa arzu mu?..
Önce Cumhurbaşkanı, HDP yöneticilerinin dokunulmazlık zırhından arındırılıp “bedel ödetilmesini” talep ediyor.
Sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı “Anayasa’nın siyasi partilerle ilgili maddelerine aykırılık” gerekçesiyle HDP hakkında inceleme başlatıyor.
Ardından Demirtaş’la ilgili olarak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “halkın bir kısmını diğer bir kısmına karşı silahlandırarak tahrik etmek” iddiasıyla soruşturmaya giriştiği ve dava açılırsa 24 yıla kadar hapis cezası istenebileceği haberleri çıkıyor.
Ve Cumhurbaşkanı böyle bir cümle kurabiliyor:
“(Demirtaş) fırsatı bulduğunda herhalde oraya (dağa) koşar.”
Demirtaş neden dağa çıksın?
“Seni başkan yaptırmayacağız” dediği ve dediğini yaptığı için mi?
Bu gerçekten de büyük bir “suç” olsa gerek!..
Sanki bu korkunç suçu asla affedemeyecek olan Sultanımız, onu ülkeden kovup askerî uçakların hedefi altındaki Kandil’e göndermek ister gibi.
“Defol köyümden!”
Yukarıdaki son cümle elbette Erdoğan’a ait değil.
Şener Şen’e ait; daha doğrusu Maho Ağa’ya...
Kibar Feyzo (bu isimle 1978’de çekilen ünlü filmi hatırlıyor musunuz, hani başrolde Kemal Sunal oynuyordu?), Ağa’yı çok kızdıracak bir iş yapmıştır.
“Suç” affedilecek türden değildir.
Ağa’ya sormadan köy meydanında ücretli tuvalet açmıştır.
Zaten başka “suç”ları da vardır Kibar Feyzo’nun.
Askerden döndükten sonra Ağa’nın adamı Bilo’nun da almak istediği Gülo’ya talip olmuş, ama başlık parası engeline takılmıştır. Şehirde çalışıp döndükten sonra köylülere artık şehirlerde ağalık düzeninin olmadığını, başlık parasının kalktığını falan anlatarak ağaya karşı halkı bilinçlendirmiştir. (Filmin bir yerinde Maho Ağa, köylüleri azarlarken, dönemin TCK’sının antikomünist yasalarına atıfta bulunur gibi "Ula şurada 141-142 başsınız!" ifadesini kullanır.)
Dahası bir ara Kibar Feyzo “marabaların asla yapamayacağı” bir şeyi yapmış, Maho Ağa’nın kafasındakinin aynısı bir fötr şapka takmayı denemiştir.
Ve şimdi de bu tuvalet meselesi bardağı taşıracak cinstendir.
Maho Ağa da affetmez ve hemen Başb..., pardon, ayak işlerini yapan Bilo’ya tuvaleti yıkmasını emreder.
O arada Kibar Feyzo’ya şöyle bağırır:
“Defol köyümden! Hemen terk et torpağımı!”
Şimdi siz dilerseniz bu ve benzeri “tip”leri uyarlayın günümüze ve ülkemize.
Mesela, Maho Ağa, Selo diye bir delikanlıyı kovsun köyden, o da tutup dağlara çıksın...
Yanlarına Gülo’yu, Sakine Kadın’ı, Hacı Hüso’yu ve Zülfo’yu da koyun.
İsterseniz yeni kahramanlar da ekleyin filmimize.
Söz gelimi, biri Maho Ağa’nın hapiste tutup kimseyle görüştürmediği Apo olsun...
Bu Apo hakkında hep Maho Ağa’nın dediklerini savunduğu, Selo’ya ve “dağdakiler”e göre çok daha “mantıklı” fikirleri olduğu haberleri yayılsın; hatta Selo’yla arkadaşlarını “yakalasa sopayla döveceği” söylentisi çıkarılsın.
Ama Apo hep sussun, hiç konuş(turul)masın...
Biliyor musunuz, Türkiye tüm istikrarsızlıklarının içinde aslında pek bir istikrarlı bir ülke...
Mesela, Aziz Nesin tutar 54 yıl önce Zübük diye bir roman yazar (o da 1980’de yine Kemal Sunal’lı unutulmaz bir film olmuştu).
Zübük, yalancı, hırsız, rüşvetçi bir siyasetçi modelidir; kaç yıl geçerse geçsin, Türkiye’nin aynasını o “tip”te bulabilirsiniz.
Kibar Feyzo da, Maho Ağa da, Bilo da, hepsi neredeyse dokunabileceğimiz kadar canlıdırlar, geçen onca yıla karşın.
Türkiye bu açıdan pek “mert”tir, değişmez!..
Ha, bu arada, az önce size Kibar Feyzo’nun affedilmez hatasını tam olarak doğru söylemedim; ayıp olur mu acaba diyerek biraz çekindim.
Ama aramızda yabancı yok, söyleyeceğim:
Kibar Feyzo’nun “asıl suçu” köyde ücretli tuvalet yapmak değildir (kendisi bunun Ağa’nın tepkisini çekebileceğini öngörerek tuvaletin üzerindeki “Büyük: 50, Küçük: 25” yazan tabelanın altına son anda tebeşirle ek yapar: “Agaya beleş”. Ama mesele o değildir ki!).
Tuvaleti gören Maho Ağa’nın yüzünde beliren şaşkınlık ve hiddetin anlamını, az sonra yine onun sözlerinin yardımıyla anlayabiliriz:
“Hiç aklınız da yok sizin! Yahu, şimdi ben girip s...cağım. Sonra siz gelip benim pohumun üzerine s...caksınız, öyle mi? Ula, aga pohunun üzerine poh olur mu la!”
Velhasıl, bence Türkiye’de birçok gerçek hiç değişmiyor, sizce de öyle değil mi?..