ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, APEC Konferansı için gittiği Bali'de, Suriye'nin kimyasal silah stoklarının imhasıyla ilgili işbirliğinden Washington'un duyduğu memnuniyeti dile getirdi:
- Samimi konuşmak gerekirse, Esad rejimi bundan dolayı övgüyü hak ediyor. Süreç çok hızlı bir şekilde başladı. Rusya'nın ortaklığından ve Suriye'nin anlaşmaya açıkça uymasından memnunuz.
Konuyu Başbakan Tayyip Erdoğan'a sordular. O sinirini zor zapteden bir üslupla cevapladı:
- Esad devlet terörü estiren bir terörist. 110 bin kişiyi öldüren bir insanın davranışlarını nasıl övgüyle karşılayacağız? Buna övgü gönderebilecek bir insan ben tasavvur edemiyorum, kabul edemiyorum ve Kerry’nin de böyle bir açıklama yaptığını zannetmiyorum. Kendisiyle çelişkiye düşer.
Erdoğan, "Kerry'nin böyle dediğini zannetmiyorum, tasavvur edemiyorum, kabul edemiyorum" diye haykırıyor.
Kerry ise, "Esad anlaşmaya uyuyor ve övgüyü hak ediyor" diyor.
Gerçekten de birbiriyle pek uyuşmuyor... Bir çelişki var...
Başbakan ekliyor:
- Bana bir daha bu konuda soru sormayın!
Belli ki epey kızgın!..
* * *
"Yumuşatarak yorumlayan uzmanlar" Kerry'nin dilinin sürçmüş olabileceğini ileri sürerek durumu idare etmeye çalışırken, Washington'dan yeni bir çatlak ses yükseliyor. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf, Erdoğan'ın Esad için kullandığı “terörist” ifadesini değerlendirerek diplomatik bir rötuş yapıyor:
- Esad çok kötü bir insan, zalim ve diktatör, ama terörist diyemem...
Bir de nispet yaparmışçasına Türkiye'de ofis açmayı planlayan Hamas'ı özellikle o kelimeyle niteleyerek "Hamas terörist bir organizasyon" diye üzerine bastırıyor.
Bayan Harf, kavramlara harfi harfine uyma derdinde. Başbakanımızın bir ara tavırlarını beğenmediği futbol taraftarlarına bile "terörist" dediğini bilse, kim bilir ne kadar şaşırır.
Ama bu "düzeltmeler", "çelişkiler" falan da çok oluyor artık! Washington'dan her konuda her an Ankara'nın tadını kaçıracak bir açıklama gelebiliyor.
Koskoca "Demokrasi Paketi" açılıyor. İçerde beğenmeyenler ve yetersiz bulanlar azmış gibi, bir de ABD'den tepki geliyor:
- Ruhban Okulu'nu neden açmıyorsunuz?
Çin'den kelepir füze bulmuşuz; Amerikalı sesleniyor:
- Bizim müttefikimizseniz ve NATO üyesiyseniz o füzeleri alamazsınız!
Allah Allaaah!..
* * *
Hele şu Kerry!.. Hillary Clinton böyle miydi?.. Ama Kerry, ah bu Kerry!..
Suriye'de müdahale oldu olacak; Kerry Rusya'ya gitti ve Lavrov'la anlaşıp savaşı rafa kaldırdı. Bizim Davutoğlu ne dese, boşa gitti.
Ve ondan sonra biz ne zaman "askerî müdahale" desek Kerry bizi "düzeltti". Kimyasal olayından sonra tam da eller tetiğe uzanmışken ve biz "Esad düşürülene kadar savaş!" derken o yine yan çiziyordu:
- Biz Türkiye'den farklı düşünüyoruz. Birkaç günlük sınırlı bir müdahale olacak sadece...
Daha önce de Ortadoğu konusunda durmadan bizi köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Erdoğan, 27 Şubatta İsrail'e sert sözlerle yüklenirken "Tıpkı siyonizm gibi, antisemitizm, faşizm gibi, İslamofobinin de bir insanlık suçu olarak görülmesi kaçınılmaz olmuştur" deyince onun gösterdiği tepkiyi unutmadık:
- Erdoğan'ın İsrail konusundaki açıklamalarına ve siyonizmle ilgili sözlerine katılmıyoruz...
Ha, bir de geçen Nisan ayında Başbakan'ın - yılan hikâyesine döndükten sonra rafa kalkan - Gazze ziyareti ile ilgili tutumu vardı. Hem de Erdoğan'la görüştükten hemen sonra tutup gazetecilere sır vermişti:
- Başbakan'a Gazze ziyaretini ertelemesinin daha doğru olacağını söyledik. Kendisi bizi hüsnükabulle dinledi...
Bunu duyan Erdoğan sinirini zor zapteden bir halde basına demeç vermişti:
- Kerry'nin böyle demesi yakışık almadı. Gazze'ye gideceğim!
Bu arada "yakışık almadı", çok hoş bir eleştiri biçimi, değil mi? Aslında adamı Kasımpaşa'da bir köşede sıkıştırsan "Bize böyle yapman yakışık almadı" demezsin tabii; "Bize yamuk yaptın" dersin. Ve sonra...
Ama adam Amerika'nın Dışişleri Bakanı...
Yani şu ABD de bir türlü Türkiye'ye göre dış politika uygulamayı beceremedi gitti!..
* * *
Latife bir yana, Türkiye ile ABD arasındaki "düzeltmeler", "uyumsuzluklar", "çelişkiler" iyice ayyuka çıktı ve iki ülke arasındaki mesafe giderek büyüdü. Burada niyetimiz, bunun iyi veya kötü olduğunu irdelemek değil. Bunun ne kadar farkında olduğumuza ve gelişmeleri ne kadar hızlı (veya yavaş) algıladığımıza dikkat çekmek.
"Arap Baharı" denilen süreç Washington tarafından başından beri heyecanla destekleniyordu. Erdoğan "NATO'nun Libya'da ne işi var!" diye kükrerken de. Sonrasında Ankara öyle bir gaza bastı ki, frenleri tutmaz oldu. Suriye'de Esad'ın kısa sürede düşeceği öngörüsünün haklı çıkmadığı, birçok devletin liderleri tarafından birkaç ayda anlaşıldı. Politikalar yeniden düzenlendi. Ama Türkiye'de "mertlik, sözünden dönmemek" idi bir kere.
Mayıs ayında Moskova'da yapılan Lavrov-Kerry görüşmesinde Suriye konusunda İkinci Cenevre Konferansı'nın yolu açıldığında, bunun "ABD'nin politikasının değişmesi" anlamına geldiğini dünya alem anladı. O sırada Erdoğan "Bu, ipe un sermektir" diye bambaşka bir yorum yapıyordu.
Başbakan, ABD ziyaretinde bir şeylerin değiştiğini hissetti. Cenevre Süreci'ni desteklemesi gerektiğini görerek ağız değiştirdi. Bu arada Washington'un Suriye'deki radikal İslamcı çevrelerle fazla içli dışlı olmasından dolayı Ankara'ya mesafeli davranmaya başladığı giderek daha sık vurgulanır oldu.
Şam yakınlarında Esad'a bağlı güçler tarafından kimyasal silah kullanıldığı iddiasıyla beraber Suriye'ye askerî müdahale konusu gündeme geldi. Ancak Başkan Obama gönülsüzdü; iç sorunlarının yanı sıra Afganistan ve Irak deneyiminin tekrarlanması ihtimali onu rahatsız ediyordu. Ardından Rusya lideri Putin'in de aktif çabaları sonucu savaş seçeneği ortadan kaldırıldı.
İki büyük devlet, biri açık, öteki gölgede gündem oluşturan iki konuda işbirliğine girişti. İlki, 2014 Haziranı'na kadar Suriye'deki kimyasal silahların yok edilmesi amacıydı. İkincisi ise, bölgede çığ gibi büyüyen El Kaide ve benzeri örgütlere karşı mücadeleydi. Obama yönetimi bunu, uzun vadede Esad'a karşı mücadeleden daha önemli görmeye başlamıştı.
Türkiye ise söz konusu radikal dinci örgütlere kapılarını ardına kadar açan, onları şu veya bu biçimde destekleyen, onlara sınırlarından rahatça geçiş hakkı tanıyan bir devlet durumunda. Muhtemelen bu son konu, gelecekte Erdoğan'ın daha da zor durumlara düşmesine yol açabilir. Hem dış politikada, hem de ülke içinde.
@AksayHakan