Ukrayna Yazıları'nın ilkinde, hem ülke içinde, hem de uluslararası alanda aktif aktörlerden hiçbirinin tutumunu doğru bulmadığımı yazmıştım. Son günlerde mücadele daha da keskinleşti. Yarın Kırım'da, muhtemelen yarımadanın Ukrayna'dan koparılıp Rusya'ya katılması talebiyle sonuçlanacak bir referandum düzenlenecek.
Kimileri, "60 yıl önce Rusya'dan alınıp Ukrayna'ya hediye edilen" Kırım'ın tekrar Moskova'ya bağlanmasını destekliyor. Hatta Doğu Ukrayna'nın da parçalanıp aynı yoldan gitmesini, dahası gerekirse Rus tanklarının dört koldan Ukrayna'ya girmesini isteyenler de var. "Böylece küstah Batı'nın ve Ukrayna'daki radikal milliyetçi güçlerin cezalandırılması gerektiğini" savunanlar az değil.
Kimileri ise "Abhazya ve Güney Osetya'dan sonra şimdi de Kırım'a göz diken, Ukrayna'yı bölmek isteyen - hatta Suriye'de uzun süredir baş ağrıtan - Rusya'ya artık haddinin bildirilmesinden" yana.
İdeolojik, siyasi, dinsel, etnik bağlılıklar ve tercihler çoğu kez insanın gözünü karartıyor. Sıcak ve "soğuk" savaş tehlikesini, olası sosyo-ekonomik çöküntüleri sisler perdesinin gerisine itiyor. Halkların, somut insanların barış ve refah şartlarında yaşaması önceliğinin gözardı edilmesi sonucuna götürüyor.
Kiev'in ve Kırım'ın, giderek keskinleşen mücadelede iki cepheden birini seçmesi neden zorunlu olarak görülüyor ki?
Neden Ukrayna iki taraf arasında köprü olmasın?
Neden aynı anda hem Rusya, hem de Batı ile iyi ilişkiler içinde bulunmasın?
Neden Moskova da, batılı başkentler de yıllar boyunca ve özellikle de şimdi Ukrayna'yı keskin bir tercihe zorluyor?
En tecrübeli Amerikan diplomatlardan Henry Kissinger, geçenlerde Washington Post'ta yazdığı makalede şöyle diyordu:
"Batı ve Rusya, Ukrayna'ya kendi görüşünü dayatıp onu seçim yapmaya mecbur etmemelidir. Ülke içindeki farklı güçler arasında uzlaşma sağlanmalıdır.
Rusya, Ukrayna'yı uydusu yapma çabasının kendini yeniden ABD ve Avrupa'yla çatışmaya iteceğini anlamalıdır. Batı'nın ise, Rusya açısından - özel tarihi, kültürel, dinsel bağlarla bağlı olduğu - Ukrayna'nın hiçbir zaman sıradan bir yabancı ülke olarak algılanamayacağını kavraması gerekiyor.
Ukrayna, ekonomik ve siyasi ilişkilerini özgürce belirlemelidir. NATO'ya üye olmamalıdır. Kırım Ukrayna'dan koparılmamalı, ama özerkliği genişletilmelidir."
90 yaşındaki usta diplomatın tüm yazdıklarına katılmanız ya da içten olduğuna inanmanız şart değil. Ama söyledikleri üzerinde düşünmeye değer.
Daha önce de ünlü Amerikan stratejisti Zbigniew Brzezinski, Ukrayna için "model ülke" olarak Finlandiya'yı göstermişti. Yani askerî bloklara katılmayan, herkesle dengeli siyasi ve ticari ilişkiler içinde olan, önceliği halkının gelişkin bir yaşam standardına kavuşması olarak belirleyen bir devlet...
Ne yazık ki Ukrayna, bağımsızlığını ilan etmesinden sonra geçen 23 yılda başarılı ve güvenilir bir iktidara kavuşamadı. Sürekli gerginlikler yaşadı. Uluslararası faktörler de genellikle yangına körükle gitti.
Keşke ülke içindeki güçler arasında çatışma ve birbirini yok etme yerine, diyalog ortamı egemen olabilse. Keşke etkili devletler ve liderler bu yolda arabuluculuk yapabilse.
Ama görünen o ki, yakın zamanda bu tür gelişmeler beklenmiyor. Büyük ihtimalle Ukrayna'daki kaos sürecek. Kırım kısa ya da uzun bir süreç içinde, yasal olarak ve/veya fiilen Rusya'ya bağlanacak. İç ve uluslararası anlaşmazlıklar ve gerginlikler ise artacak.
Batılı devletler Rusya'yı "cezalandırmak" amacıyla bir dizi adım atacak, ancak karşı taraftan gelecek tepkileri de göz önüne alarak fazla ileri gitmeyecekler.
Ayrıca kendi ekonomik, siyasi sorunları ve Kremlin ile ilişkileri, onlar için her zaman "uzak Ukrayna"dan çok daha önemli olacak.
Özellikle de doğalgaz ihtiyacının yüzde 39'unu, petrol ithalatının yüzde 33'ünü Rusya'dan karşılayan Avrupa Birliği ülkeleri ihtiyatlı davranacak. (Estonya, Finlandiya, Letonya, Litvanya gaz ihtiyacının yüzde 100'ünü, Slovakya yüzde 98'ini, Bulgaristan yüzde 92'sini, Çek Cumhuriyeti yüzde 78'ini, Yunanistan yüzde 76'sını, Macaristan yüzde 60'ını, Slovenya yüzde 52'sini, Avusturya yüzde 49'unu, Polonya yüzde 48'ini, Almanya yüzde 36'sını, İtalya yüzde 27'sini, Romanya yüzde 27'sini, Fransa yüzde 14'ünü ve Belçika yüzde 5'ini Rusya'dan sağlıyor.)
(Bu arada 2013 yılı verilerine göre, Rus Gazprom'un en büyük müşterileri şöyle sıralanıyor: Almanya [40,15 milyar metreküp], Türkiye [26,69], Ukrayna [25,84; 2012'ye göre satılan gaz miktarında yüzde 21,4 düşüş yaşandı], İtalya [25,32], Belarus [20,26].)
Bunlar, Rusya-Ukrayna anlaşmazlığında tutum belirlerken ister istemez masanın üzerinde bulundurulacak realiteler arasındadır.
Yarımada nüfusunun çoğunun zaten Ruslardan oluştuğunu göz önünde bulundurarak, yarınki referandumun Kırım'ın Ukrayna'dan bağımsızlığına kapı aralayacağını iddia etmemiz zor değil.
Bu durum, uluslararası hukuk ve fiili uygulamalar açısından nasıl değerlendirilebilir?
Bu sorunun net ve tek bir cevabı olmadığını vurgulayalım. "Devletlerin toprak bütünlüğü" ve "ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkı" her zaman ve herkesçe aynı şekilde yorumlanmıyor.
Batı ve Rusya, Kosova'da başka, Abhazya ve Güney Osetya'da başka tutum alabiliyor. Şimdi sırada Kırım var. Ardından bu yıl içinde İskoçya ve Katalunya'nın da bağımsızlık için referanduma gitmeye hazırlandığını ekleyelim.
Diğer yandan, Kırım konusunda Rusya'nın müdahaleci tutumu eleştirilirken başka benzer durumlar da unutulmamalıdır. Örneğin, Batılı devletlerin Afganistan, Irak, Libya işgalleri. Örneğin, Fransa'nın kısa süre önce gerçekleştirdiği Mali ve Orta Afrika müdahalesi. Örneğin, Çin'in şu sıralarda Filipinler'in kara sularını ihlali...
Kısacası: Yeni Dünya Düzeni'niz hayırlı olsun!
Kırım sorunu, Türkiye açısından geçiştirilecek bir konu değildir. Hem Karadeniz Bölgesi'nin istikrarı, hem Rusya ile - ticaretten enerjiye, turizmden insanî ilişkilere kadar - çok yönlü bağlar, hem Ukrayna ile giderek gelişen işbirliği ve hem de Kırım Tatarları bakımından.
Medyamızda son zamanlarda ortaya çıkan "hızlı bölge uzmanları", Rusya'ya Sevastopol yerine Sinop'u üs yapmasını önermekten tutun da, Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusyası arasında 1774 yılında imzalanan "Küçük Kaynarca Anlaşması'nı kullanarak Kırım üzerinde hukuki hak iddia etmek" tavrına kadar birçok parlak görüş açıklıyorlar.
Türkiye soğukkanlı ve akıllı davranmalıdır. Birbiri ardına yapılan hatalarla Rusya ile son dönemde bozulan ilişkiler, daha da kötüleştirilmemelidir.
NATO'nun Karadeniz'deki askerî-siyasi gerginliği arttıracak planlarına alet olmamak da buna dahil.
Kremlin şu sıralarda zaten Kırım Tatarlarına daha fazla hak ve özgürlük tanıyarak onların desteğini almaya çalışıyor. Ankara, Moskova ile devasa boyutlara ulaşmış olan işbirliğinden de ustaca yararlanarak Kırım Tatarları konusunda arabuluculuk yapabilir.
AKP iktidarının iç politikada 17 Aralık sonrasında attığı telaşlı ve çılgın adımlar, seçimler yaklaştıkça daha da tehlikeli bir görünüm sergiliyor.
Buna "seçmenleri konsolide etmek" adına dış politikada akıllardan geçebilecek riskli maceralar asla eklenmemelidir!
Sakın hiç kimse seçimler öncesinde 'Kırım Tatarları kartı'nı oynamaya kalkmasın!
@AksayHakan