Türküler şahidimdir.
Sonra başka iletişim araçları icat oldu; hayat internete göre yeniden hizaya sokuldu, mektup da kayıplarımız arasına karıştı. Mektup – yazılı mesajın ulaşım araçlarıyla alıcıya taşınması– hiç kuşkusuz, teknolojik olarak aşılmıştı. İnsanlar Homo super communicatus olnuştu. Her istediğimiz kişi ile anında iletişim kurabiliyor, ileti gönderebiliyorduk. Mektuba ne gerek vardı!
Acaba?
Galiba sorun o kadar basit değil. Mektup gidince, ilkin farkına varmış olmasak da, sanki eksilmiş, yoksullaşmışız gibi geliyor bana.
Evet, kazancımız kaybımızdan daha fazla olabilir. Ama kayıp da var.
Gazete için de böyle olmamış mıydı?
Hayatlarında hiç kağıt üzerine mektup yazmamış ya da gazete tiryakisi olmamış olanlar, genç kuşaklar, bunu anlayamayabilirler.
Ama artık şuna eminim; işin içinde duygusal bağıntı olunca, değişim ne kadar büyük ve haklı olursa olsun, “sıfır kayıp”tan söz edilemez.
Kazanç ne kadar büyük olursa olsun, kayıp mutlaka vardır. Yıllar sonra bir gün apansız “O”nu özlersiniz!
Çünkü mektup sadece kağıda yazılanlardan ibaret değildi. Hele aşk mektupları. Bırakın tek tek sözcükleri, yazıldığı kağıdın rengi, kokusu, deseni, hatta katlanışı ek anlamlar taşıyordu. Zarfın içinden kurumuş bir gül yaprağı çıkabiliyordu. Alttaki imzayı, kimi zaman dudak izleri süslüyor, kimi zaman da bir damla gözyaşı bulanıklaşıyordu…
Şimdilerde özellikle gençler mektup yazmıyor, mesajlaşıyor ya da “tekst”leşiyorlar. Bu, kalemle mektup yazıp postaneden göndermekten çok daha kolay ve pratik kuşkusuz. İsterlerse emojilerle ya da avatarlarla süsleyebiliyorlar. Pembe zemine de yazabilirler ama, henüz esanslısı çıkmadı!
Sorun şurada: İleti bolluğunda uzun uzun yazacak, okuyacak, değerlendirecek zamanları yok. Kapıldıkları enformasyon selinde “O”ndan gelen özel mesaj da sıradanlaşıyor. İnsanlık, uzun sürmüş mesaj kıtlığı döneminin acısını çıkartmak ister gibi cırt pırt yazıyor da yazıyor. Whatsapp kutularını dolduran müzmin şikayet ve eleştiri iletilerine baktığımda içime sıkıntılar basıyor. Özgün bir cümle ara ki bulasın! Sabun köpüğü gevezeliklerin ardı arkası gelmiyor…
Eski mektuplar
Bu söylediklerimden eskiden her mektubun bir yazın şaheseri olduğu anlamı çıkmasın. Mektupların çoğu klişelerle dolu basmakalıp metinlerdi, “vazifeten” yazılmışlardı. Yarım asır kadar önce, Anadolu’da bir kasaba panayırında “Hazreti Ali’nin Cengi” türünden kitapçıkların yanında satılan bir “Mektup Örnekleri” kitabına rastlamıştım. İçinde çok sayıda ilan-ı aşk mektubu örneği vardı. Örneğin birisin başlığının şöyle olduğunu hatırlıyorum: “Otuz yaşında ve hiç evlenmemiş (“evde kalmış” demek istiyor) bir hanımefendiye ilan-ı aşk mektubu”!
Feci halde lügat paralıyordu. Çok gülmüştüm.
Öte yandan, duygularını, hayal kırıklıklarını, öfkelerini dile getirmek için mektup yazan önemli bir kitle vardı.
Şimdi yok!
Artık her şey internet üzerinden. Bu arada sosyal medyanın kendisi büyük çapta bir iletişim çöplüğüne dönüşmüş durumda…
Doğrusu ya, sosyal medya sayesinde insanlığı daha yakından tanımak benim için hayli moral bozucu oldu.
Belki mektup nostaljimin bir nedeni de o!
Sık sık yazmak iletiyi mutlaka değersizleştirmez. Yeter ki yazışanların söyleyecek şeyleri olsun!
Kafka, bazen günde bir kaç kez yazdığı Milena’ya mektup çabuk gitsin diye postaneye yakın bir yere taşınmış. Halikarnas Balıkçısı’nın Azra Erhat’a, uzun mektupların yanı sıra gün boyu uzun ELT telgraf gönderdiği olurmuş!
Şimdi bu mektupları hayranlıkla okuyor, “mektup”un edebi bir tür olduğunu hatırlıyoruz.
O edebi tür de kayıplarımız arasında.
Dijital Çağ böyle. Her şey o kadar hızlı değişiyor, hayatımızdan sökülüp atılıyor ki, bilanço çıkartacak vakit bile yok!