"Küresel köy" (global village) terimini ilk olarak kullanan Kanadalı iletişim düşünürü Marshall McLuhan'dı. Ona göre, başta uzaydaki iletişim uyduları olmak üzere, yeni iletişim teknolojileri dünyayı küçültüyor, adeta köye dönüştürüyordu.
Köy kahvesinde, televizyonun "beyaz ateş"ine bakarak yerkürenin herhangi bir yerindeki maçlara, cenazelere, düğünlere katılabilen yerlilerdik hepimiz. Mesafeler, ayrılıklar, duvarlar anlamsızlaşmıştı. İnsanlık yeniden tek kabileye dönüşmekteydi.
Televizyonun yaygınlaştığı küresel köyde insanların birbirlerini tanıyıp sevecekleri, ortak sorunlara karşı bütünleşecekleri umulmuştu!
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.
Dışardan alınan televizyon dizileri ve programları sayesinde, insanlığın onda dokuzu geri kalan onda birin nasıl yaşadığını gördü.
Ekranında onun mağazalarını, evlerini, okullarını, hastanelerini, mahkemelerini seyretti ve beğendi.
"Benim niye yok? Ben de isterim!" demeye başladı.
Kimi sosyal bilimciler buna "yükselen beklentilerin devrimi" adını taktılar. Bu kuramın en önemli kitaplarından birisi Daniel Lerner'in "The Passing of Traditional Society" (Geleneksel Toplumun Sona Erişi) adlı kitabıdır ve çoğu Ankara'nın Balgat köyünde yapılan bir araştırmaya dayanır.
Bir süre sonra "yükselen beklentiler"in yerini "yükselen sıkıntılar" krizi aldı:
Geri kalmışlık yapısal nedenlere dayanıyordu. Yönetimdeki çürük rejimlerle devrim yapmanın olanağı yoktu — ama insanların acelesi vardı.
O zaman köydeki milyonlar televizyon dizilerinde gördükleri zengin mahallelere gitmenin yollarını aramaya başladılar. Güzel evlerde oturan, kadın-erkek eğlenen, temiz hastanelerde bakılan, adil mahkemelerde yargılanan insanların mahallelerine.
Bir kısmı bunu başardı da. Tanığım: Örneğin Londra ve Paris'in 1960'larla 2010'lu yıllarındaki demografik görünümü çok farklıdır. Belirgin bir Üçüncü Dünya'laşma göze çarpar.
Batılılar yüzlerce yıl ülkelerinde sömürürken pek sevdikleri Üçüncü Dünyalıları kendi ülkelerinde gördüler ve hiç beğenmediler!
Ve, onlara yönelik hoşnutsuzluklarını hatta tiksintilerini kendi ağızlarından dile getirmelerine olanak tanıyan yeni bir iletişim ortamı ortaya çıktı: Sosyal Medya!
Yabancı düşmanı sağcı politikacılar onlara mal bulmuş mağribi gibi sarıldılar. Nefret nefreti besledi, İnternet siteleri, günde 24 saat sokacak kurban arayan zehirli arı kovanlarına dönüştü.
Onlara göre, Avrupa dışardan gelmek isteyenlere karşı bir kale olmalıydı. Adım adım oldu da!
Göçmen ülkesi ABD'de Trump'ın yükselişinin başta gelen nedeni göçmen düşmanlığı ve Meksika sınırına duvar dikmek istemesiydi.
Küresel köyde nefret ortamının egemenliği sürüyor. Her ay binlerce insan her türlü tehlikeyi ve hatta ölümü alarak özenç ülkelerine umut yolculuğuna çıkıyor.
Ve her gece hücumbotlar onları durdurmaya ve denize dökmeye hazırlanmakta.
Güzelim Ege ölüm denizine dönüştü.
"Köprü Türkiye" hem alıcı hem de verici olarak bu savaşın cephe ülkesidir. Gene iki arada bir derede kalmıştır. Ne tam odur, ne de tam bu!
Aslında bu bir dünya savaşı! Hatta dünyalar savaşı diyebiliriz. Birinci Dünya, Üçüncü Dünya'ya karşı. Özenilenler özenenlere karşı!
Bu savaş, küresel ısınma ile daha da kızışacağa benziyor.
Kolay bir çözümü yok.
İşte Metaverse'in ve sanal gerçekliğin yükselişinin bu çerçeve içinde de değerlendirilebileceğini düşünüyorum.
Artık özenilen ülkeye fiziken gitmeye gerek yok. Tak sanal gerçeklik maskeni, gitmiş kadar ol! Ne onlar seni görsünler, ne de sen onları!
Günümüzde çok yaygın olan "Eğer bir şey seni rahatsız ediyorsa, onu değiştirmeye çalışma, ona bakışını değiştir" kandırmacasına da çok uyuyor.
Evet, kandırmaca. Devrini doldurmuş ilahi inanç sistemlerinden sonra, ikinci küresel kandırmaca dönemi geliyor: Kendini kandır ve idare et. Zaten hayat çok kısa!