Gittikçe kızışan seçim kampanyasını nasıl izleyelim?
Özellikle Amerikalıların yaptığı gibi, bir at yarışı gibi mi?
O zaman gözlerin anketlerde olacak; atların pistteki yerlerini sürekli izleyeceksin! O bunu geçti, bu geride kaldı, filanca at koptu geliyor….
En kolay ve heyecanlı yöntem bu. Ne var ki, anketlere güvenilmediği için pek çok kişi at yarışı yaklaşımını sakıncalı buluyor.
Gene de, çok sayıda ankete bakma fırsatı olan ve istatistikten biraz anlayanlar oylamaya altı hafta kalmışken Millet ittifakının adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önde olduğunu söylüyorlar.
Ve bunu önemli buluyorlar: Çünkü insanlar kazanandan yana olmayı seviyorlar.
Özellikle kararsızlar… Önde olana meylediyorlar.
Yarışta geride kalanların harıl harıl anket uydurması bu yüzden.
Bunun da ötesinde, önde gidiyor görünmenin “suskunlık sarmalı”nı kırdığına ve çekingenlik yüzünden susanlara konuşma cesareti verdiği de biliniyor. Birileri konuşunca başkaları da konuşuyor…
Amerikalı siyasal bilimciler, kazanandan yana olma itkisine “band wagon” ya da bandolu vagon etkisi diyorlar. Müziği duyan geliyor.
Ya da bir zamanlar Bülent Arınç’ın dediği gibi “Allah verdikçe veriyor!”.
Evet, şu anda Kılıçdaroğlu’nun kartopu büyümekte… Bir çığ halini alır mı, bilmiyoruz.
Erdoğan’a “reis” gözüyle bakan kesim, onun sessizliğini yadırgamakla birlikte, asıl kozlarını son ana sakladığına, heybede tuttuğu turbun büyüğünü son dakikada çıkartacağına eminler…
“Turplar bitti” diyenler de var. Küçücük turplardan, örneğin bir seccade öyküsünden medet umması belki de bunun işareti olabilir mi?
Gene de “reis”i yakından gözlemekte ve izlemekte yarar var!
Ne de olsa seçimin asıl konusu “o”!
İkinci izleme yöntemine “kıyamete” tanıklık etmek diyebiliriz. Ya da savaş muhabirliği.
Türkiye’de her seçime bir kıyamet, “köprüden önceki son çıkış” gözüyle bakanlar olmuştur. Onlara göre bu seçim çok yaşamsaldır, “iyilerle kötüler” arasındadır; “kötüler” kazanırsa gök kubbe çökecek, Türkiye yıkılacaktır.
Eskiden bu yaklaşım daha çok laik kesimden destek bulurdu. Bu kez siyasal İslamcılar o telden çalıyorlar.
İnsanlar vazgeçilmezliklerine ne kadar kolay inanıyorlar.
Oysa, İngiliz atasözünün dediği gibi, mezarlıklar kendisini vazgeçilmez sayanların mezarlarıyla doludur!
Üçüncü yaklaşım “ha o, ha bu, bir şey değişmez” diyen siniklerin, üşengeçlerin, kayıtsız ve kaygısızların yaklaşımıdır.
Evet, diktatörlüklerde seçimler gerçekten böyledir. Dışarıya bir meşruiyet gösterisi yapmanın aracıdır.
Ama, her şeyin her an gözetlendiği çağımızda, eskisi gibi “yemezler”! Halkına ve dünyaya rezil olursun.
Türkiye’de de birileri bu türden yöntemlere tevessül etse bile kimse yemeyecektir!
Türk seçmeni seçimleri sever ve ciddiye alır. Hilebaza öfkelenir, onu cezalandırır.
İmamoğlu’nun seçildiği son İstanbul seçimleri bir örnektir!
“Burjuva demokrasileri”nde gerçekten çoğu kez sistemin özü değişmez, değişim ayrıntılarda kalır.
Ama her seçim iz bırakır. Hatta oyuk açar.
Bir oylama, bir oylama daha, bir bakarsınız, bir şeyler değişivermiş!
Seçimlere altı hafta kala durum böyle. Kampanyayı siyasal iletişim gözlükleriyle izlemeye devam edelim.