Şehrin ticaret merkezi ise Haliç'in karşı yakasında, Sirkeci-Eminönü ile Kapalıçarşı arasındaki bölgedeymiş. Bir yakada ticaret, diğer yakada finans.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Galata'da başlayan bankacılık macerasının ilk durağı da burası, hatta - adı üstünde - Eski Banka Sokağındaki Sen Piyer Han. Bugünkü haliyle bir ara sokağa sıkışmış taş yığını görünümünde olan bu han hakkında daha çok yazılıp çizilecektir elbet. Yaklaşık 250 yıllık bina Sen Pol ve Sen Piyer Dominiken manastırının akareti olarak yapılmış. Zaten manastır ve kilise de hemen arkasında. Bunun da Arap Camii'ne uzanan bir hikayesi var ya, neyse.
Fransa'nın 1768-1785 yılları arasında İstanbul'da görev yapan Osmanlı elçisi (ve Saint Priest Kontu) François-Emmanuel Guignard'ın amacı Galata'da bir banka ve lojman yapmakmış.
Hanın ön cephesinde Fransa krallığı ile Saint Priest Kontluğu'nun armaları duruyor. Aynı cephedeki bir mermer levhada ise Fransız Devrimi'nde başı kesilerek öldürülen şair André Chénier'in burada doğduğu yazılı.
Peki, kim bu Chénier? Duygusal şiirleri nedeniyle romantizm hareketinin müjdecilerinden sayılan André henüz 32 yaşındayken Fransız İhtilali sonrası yaşanan kargaşada devlete karşı geldiği için giyotinle idam edilmiş. Kendisi ise hep bir komploya kurban gittiğini savunmuş, ama nafile. Hani şu giyotine giderken ellerini kafasına vurarak “bunun içinde daha çok şey vardı” diyen genç adam var ya. İşte o.
Sen Piyer Han'da ağırlıklı olarak Fransız sermayesi yerleşikmiş. Ancak, İngiliz sermayesiyle kurulmuş olan, ama adı Ottoman Bank olan finans kurumunun da ilk yönetim ofisi bu binadaymış. Nihayet, Bank-ı Osmanî-i Şâhâne, İngiliz-Fransız sermayesiyle 1863'te Osmanlı İmparatorluğu'nun resmî bankası ve hazinedarı olarak kurulunca, Ottoman Bank'a artık gerek kalmamış ve aynı yıl tasfiye olmuş. Osmanlı İmparatorluğu bankacılığı burada öğrenmeye başlamış. Camondo İmparatorluğunun adını da burada anmış olalım tabii.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ağırlıklı olarak sigorta şirketlerinin temsilcilerini gördüğümüz hanın belki de en büyük özelliği, dönemin Osmanlı mimarisinin kalbinin büyük ölçüde burada atmış olması. Sen Piyer Han'da 1910-1921 yıllarında sekiz mimarlık bürosu açılmış. Odalar tek tek kiraya verilmeye başlandıktan sonra 37 yılda toplam 23 mimarlık bürosu bu handa faaliyet göstermiş. Sen Piyer Han'da bürosu olan mimarlar arasında Marco G. Langas, Giulio Mongeri, Emilio Faracci gibi isimler var. En uzun süreli kiracılardan biri de İstanbul'un en özgün art-nouveau uygulayıcılarından Mimar Aleksandros Yenidünya olmuş. Dönemin en önemli İstanbul mimarlarından Alexandre Vallaury de 1920-21 arasında burada bürosu olan bir başka isim. Bugünkü Merkez Bankası - Osmanlı Bankası (Salt Galata) binasının mimarı Vallaury buradaki ofisinde mi tasarladı acaba o inşaatı? Ya da Arkeoloji Müzesini veya Düyun-u Umumiye binasını? Ne müthiş bir tasavvur!
Bu ilginç bina çok uzun yıllar o görkemli geçmişini mumla aratan çeşitli imalathane ve atölyelere ev sahipliği yapar olmuş. Bobinajcısından polisajcısına, hardalcısından konfeksiyoncusuna kadar her türlü küçük imalat bu hanı haliyle çok hor kullanmış.
Türkiye'ye birçok mal gibi blucin de yasal olmayan yollardan gelirdi. Tophane'nin Salıpazarı denen kesiminde şimdi yıkılmış olan nargilecilerin hepsi 1980'li yıllara kadar “Amerikan Pazarı” denen yerdi. Liman olduğu için herhalde, ne kadar kaçak mal varsa bulunabiliyordu. En gözde mal ise “Blue-Jean” idi. Bir Amerikan askerinin kirli gömleği bile para ediyordu burada.
Balkan kökenli bir terzi çırağı olan Muhteşem Kot adındaki maceracı genç adam 1940'larda Fransa'ya dönemin en iyi terzi okullarından olan La Devezze Derox'ya yazılmış. Terzilik mesleğinde kendisini geliştirmek istiyormuş. Orada Amerikan malı blucinlerin kumaş dokusunu, kesimini ve dikimini incelemiş ve bunun Türkiye'de tutacağını düşünmüş. İşte KOT pantolonlarının macerası bu handa başlamış. Muhteşem Bey kendi soyadıyla markalaştırdığı Türk tipi blucinleri burada üretmekteymiş.
Pahalı ve nadir indigo boyasıyla boyanmadığından ve taşlanmadığından bir türlü̈ bölge bölge solmayan bu “kotlar” moda meraklısı gençler arasında pek sevilmese de hem fiyatı, hem dayanıklılığıyla genel olarak Türk tüketicisi - özellikle de dar gelirli kesim - yıllarca Kot giydi. Koyu lacivert rengi bir türlü açılmazdı. Solarsa her yeri birden solardı, açık laciverte dönüşürdü̈. İmkânı olan ya yurtdışından getirirdi blucinini ya da “Amerikan Pazarından” alırdı.
Bu handaki atölyede 1960'lara gelindiğinde günde 200 pantolon üretebilen KOT, 1992'de kapanmış.
“Nereden nereye” diyor insan yine. Osmanlı İmparatorluğu'nun Merkez Bankasında günün birinde kot pantolon üretileceği kimin aklına gelirdi?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Bahçeşehir Üniversitesi Sen Piyer Han'ı bir kamusal mekân haline getireceklermiş. Konservatuvar olması da gündemdeymiş. Ben bu sokaktan geçerken piyano, arp, obua sesleri duymayı tercih ederim doğrusu. Hele bir de Umberto Giardino'nun operasından bir arya duyarsam André Chénier canlanacak gibi olur.