Sivil binaların, konutların çok katlı ve taştan olması yeniydi İstanbul için, Türkler için. Zaten ustası da pek yoktu, mühendisi de mimarı da… Tam Avrupalılaşacağız derken nitelikli teknik eleman sıkıntısı fark edildi. Böylece Avrupa'dan buraya beyin göçü başladı. Bugünün Beyoğlu'su büyük bir şantiyeydi artık. Şişhane meydanına hâkim Frej Apartmanı, zamanının teknolojisiyle donatılmış olan dört katlı bir yapı. Malzeme ve süsleme masrafından kaçınılmamış, dış cephe kaplamaları Malta'dan, merdivenlerde kullanılan mermerler İtalya'dan getirilmiş. Bina bittiğinde, dönemin büyük konforu olan havagazı donanımına sahipmiş. Meşrutiyet ile elektriğe de kavuşmuş. Bazı kaynaklar cephede gördüğümüz sekiz çocuk figürünün Frej ailesinin "melek olmuş" çocukları olduğunu söylese de bu, pek ciddiye alınacak bir şey değil. Çelik Gülersoy'un bir notuna göre, önceleri cephede çıplak kadın heykelleri düşünülmüş, ancak Abdülhamid döneminin havası bu kadar sanat özgürlüğüne pek de elverişli olmadığından, bundan vazgeçilmiş. İşte o heykeller, bu devasa monolitik yapıya muhteşem bir plastisite, bir derinlik veriyor bugün. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmiyor, 1905 veya 1906. Mimarı, 1922'ye kadar İstanbul'da çalışan, sonra Atina'ya göç eden Konstantin Kyriakidis. Bu pek bilinmeyen bir mimar ama tek mimar o değil bu inşaatta. Biri daha var: Nicomos Yenidunya. Onun adını daha sık görüyoruz İstanbul'da. "Art Nouveau" denen, barok tarzının yeniden yorumlanması da diyebileceğimiz, Orta Avrupa'da "Jugendstil" tabir edilen, bol kıvrımlı, bitki desenli süsleme kullanılmış bir bina. Ancak Kyriakidis'in Endülüs tarzına meyli de biliniyor. Bu tarz, binanın iç ve dış süslemeleri için aynen geçerli. İçinde ne kaldıysa artık… Bina, antika eserleriyle birlikte özenle korunması gereken bir kültür varlığı iken, ne yazık ki, ikinci grup tarihi eser sayılmış. 1987-1989 arasında geçirdiği restorasyonda içi tamamen yıkılmış ve yenilenmiş. Yapının özgün kartonpiyer tavan dekorasyonları, kapılar ve daha pek çok detay yok olmuş. Sadece cephe korunabilmiş.
Frej Apartmanı, 1983 yılında Sarkuysan şirketi tarafından satın alınmıştı ve uzun yıllar bu kurumun genel müdürlük binası olarak kullanılıyordu. Şirket, merkezini İstanbul dışına kaydırınca 2011 yılında Park Elektrik'e satılan bu ihtişamlı yapının toplam 4 katta yaklaşık 4000 m2 kullanım alanı var.
Frej Apartmanı, adını İstanbul sosyetesinin önde gelen simalarından Arap kökenli zengin Levanten bir aile olan Frej'lerden (Freige) alıyor. Bugün Lübnan'da, etkin konumlarda, hâlâ Freige soyadını taşıyan kişiler vardır. Frej ailesi çok ama çok zengindir, Doğu Akdeniz'deki Beyrut, Hayfa gibi tüm limanların kabotaj hakkını Osmanlı Devleti'nden alacak kadar... Böyle bir aile daha var: Glavani'ler. Cenova kökenli, Sakız adası üzerinden Galata'ya göç etmiş başka bir Levanten sülale. Osmanlı Devleti'ne borç para veriyorlar. İstanbul'da çok gayrimenkulleri var bunların, örneğin Postacılar Sokak'ta hâlâ "Glavany" adını taşıyan apartman veya "Büyük Londra Oteli". Kallavi Sokağın adı da Glavani'nin bozulmuş şeklidir. "Glavaniler bugünkü̈ Tepebaşı semtinin sahipleriydiler" desek pek abartı olmaz. Sosyetenin vazgeçilmez simalarıdır hepsi. Tencere yuvarlanacak ve kapağını bulacaktır elbet. Frej'ler ile Glavani'ler arasında bir izdivaç söz konusu olur. Halep'teki 1850 Hıristiyan katliamları sonrası Lübnan'a göç eden bu Maruni (Maronit) ailenin oğlu 1855 Beyrut doğumlu Mösyö Sélim Maxime Pierre Freige, Cenova ve Sakız kökenli Levantenlerin kızı 1861 Kadıköy doğumlu Sophie Angèle Glavany ile evlenir. Aile arasındaki adı "Pauline" olan Sophie Angèle altı doğum yapar. Bu çocuklardan bazıları ya hemen ölür ya da ölü doğar. Hayatta kalan iki oğul ve bir kızları vardır: Angèle Marie Barbara Freige, 1895 İstanbul doğumlu. Bu bina Angèle'in (Anjel) dünyaya gelişinden sonra yaptırılır, bir şehir konağı olarak. Anjel evlenme çağına geldiğinde Osmanlı çökmüş, cumhuriyet kurulmuştur artık. Yakışıklı bir kurmay subay İstanbullu kızların gönlünü̈ fethetmiştir: Dukaginzâde Feridun Bey. Kafkaslardan Çanakkale'ye çeşitli cephelerde savaşmış olan Feridun'un kahramanlıkları arasında, Dumplupınar muharebesinde Yunan komutan Trikopis'i teslim alması da vardır. Anjel ile Feridun'un izdivaçları uygun görülür ve evlenirler. Anjel'in adı Aysel olur.
Feridun Bey de soyadını Dirimtekin olarak değiştirir. Geldiği Dukaginzâde sülalesi de çok eskidir, Arnavutluk'a yerleşmiş Norman kökenli bir dükalığa dayanmaktadır. Arnavutluk tarihinde Dukagjini sülalesi önemli yer tutar. Sülaleden Dukakinoğlu Ahmed Paşa, Yavuz Selim zamanında kısa bir süre sadrazamlık dahi yapmıştır. Çok iyi tahsillidir Feridun Bey, ordudan ayrıldıktan sonra Cumhuriyetin ilk yıllarında önemli görevlerde bulunmuştur. Her derde deva bir adamdır sanki. Harp okullarında öğretmenlik, Türk Hava Kurumu'nda başkan yardımcılığı, Turing Kulübü Kurucusu ve Başkanlığı, Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüğü, gazete yayıncılığı, Eminönü Halkevi Müdürlüğü, Belediye Meclisi, Anıtlar Yüksek Kurulu Üyeliği ve daha neler neler. Son olarak Ayasofya Müze Müdürü olmuş ve oradan emekliye ayrılmıştır. Arkeolojik kazılara katılmış, birçok konuda kitap ve makale yazmıştır. Ayasofya Müdürü iken, 1966 yılında, "Ayasofya cami olsun!" diye gösteri yapan güruhtan birisinin bıçaklı saldırısına uğramış olduğu da söylenir.
Aysel ve Feridun Dirimtekin çifti İstanbul sosyetesinin çok önemli simalarıdır. O davet senin, bu davet benim gezerler. Fransızca şakalar yapar, hep çok şık giyinirler. Feridun Bey, kışın koyu renk takımları, resmî davetlerde frakları ve boynuna astığı nişan ve madalyaları, yazın açık renk ketenleriyle göze batar. Aysel Hanım'ın emprimeleri ve şapkaları da hep dernier cri, yani son modadır. Çelik Gülersoy'un deyişiyle "Hayatları bir Avusturya opereti kadar renklidir". Dirimtekin'ler emekliliklerinde apartmanı satar ve o zamanlar moda olduğu üzere Nişantaşı'na taşınırlar. Bir gün Feridun Bey İstanbul'un bitmek bilmez belediye inşaat çukurlarından birine düşer, kalça kemiğini kırar. Hasta yatarken de kalp krizi geçirip 1976 yılında 82 yaşında ölür. Feridun Bey'in paragöz bir yakını peydah olur ve Aysel Hanım'ın akli dengesini sorgulamaya başlar, Aysel Hanım'ı vesayet altına alır, antika eşyalarına el koyar. Neyse ki, Aysel Hanım'ın akli dengesinin yerinde olduğu Çelik Gülersoy'un da katkılarıyla ispatlanır ama antikalar gitmiştir, bir gün o vasinin evinden hırsızlar çalmıştır. Angèle Marie Barbara Freige, nam-ı diğer Aysel Dirimtekin bir huzurevinde yaşamını sürdürürken, kadere bakın, o da bir başka belediye çukuruna düşer ve ölür.