Doğdum. Babam sevinmemiş. Nedeni pipimin olmayışı. Nedeni, kız (!) bebekler doğunca üzülüp sessizleşme ritüelinden bağımsız, anneme “senin yaşadıklarını o da yaşayacak” demesi. Hoş anneme olanların çoğunda babacığımın da parmağı var.
Yaşım 10. Doğduğum kent Eskişehir’deyim. Evimizin olduğu sokakta. Arkadan ses duyuyorum. Dönmüyorum. Biri hızla geliyor ve sürpriz yapacak. Al sana sürpriz! Avuçladı ve kaçtı. O gün bugündür arkama da bakarak yürüyorum.
Yaşım 12. Aynı tatlı kentteyim. Bu kez paralel caddede. Ramazan gelmiş. Ezan okunmuş. İki adım yol kalmış eve. Bu kez önden avuçlıyor bir adam. Sonraki günlerde, erkek gibi yürüme taklidi yapıyorum tehdit hissettiğimde, saçlarımı da şapkamın içine iyice saklayıp...
Yaşım 13. Telefon çalıyor. Evdeyiz. Saat 20.00 suları. “Seni” diyor, öyle bir becereceğim ki... Küfürler ediyor. Bir sürü. Hiç duymadığım organlardan bahsediyor ve çok değişik kelime kombinasyonları... Kıpkırmızı oluyorum. Annem soruyor: Kimmiş? “Hiç” diyorum, koca bir hiç.
Yaşım 15. Antrenmana gidiyorum. Spor çantam sırtımda. Bildiğin minnoş’um. Biri sürtünüyor. “Sizin karınız, kızınız yok mu” diye bağırmaya başlıyorum. Ezberlemiş olmalıyım bir yerlerden. “Manyak karı” diyor adam. Yine de azıcık rahatsız etmeyi başardım onu. Gidiyor söylene söylene. Gündüz vakti.
Yaşım 16. Babam hiçbir zaman beni sahada izlemiyor. Oysa ben basketbol takımımızın göz bebeğiyim. Hem forvetim hızlı koşuyorum, hem guard olabiliyorum, oyun kuruyorum ve iyi dribbling yapıyorum, hem de pivotum boyum uzun. En çok sayıyı atıyorum. En iyi adamı (!) ben tutuyorum karşı takımdan. En iyi “savunmamı” yapıyorum hatta. Babam yine de gelmiyor. Hiç gelmiyor. Bir söz ediyor: “Sen zannediyor musun ki maçınızı izlemek için geliyor o seyirciler, tabii ki bacaklarınıza bakmak sadece niyetleri, bırak o takımı...
Yaşım 17. Okulda boya yapan adam kızlar tuvaletine girmiş. İndirmiş pantolununu, ayakta dikiliyor, yüzü bana dönük. Okul tatil o günlerde. Yine antrenman için gitmişiz. Çığlık çığlığa kaçıyoruz Yeşim’le.
Yaşım 18. İstanbul’a geliyorum. Üniversiteyi kazandım. Elimde anahtarlar var. Oynuyorum. Bir İstanbullu yaşıtım diyor ki, “Sallama buralarda, çok davetkâr derler sana, gelirler alırsın boyunun ölçüsünü.” Dalgın bakışlarım böyle böyle mi yer etti acaba?
Yaşım daha da çoğalırken... Erkek ve şiddet üzerine konferans veren akademisyen adamın, sevgilisine attığı tokatlar benim yüzüme de çarpıyor.
Yaşım sahnelerdeyken... Oyunculuk için iş görüşmesine gidiyorum. “Sana dayanamıyorum” diyor adam. Arkamdan sarılıyor. “Hakkınızda yazı yazdırtmayın bana” diyorum. Nereden aklıma geliveriyorsa... Bırakıyor. Özür diliyor. Ertesi gün üç kez “İyi misin” diye arar oluyor.
Yaşım belki de hiç olmamışken... Bir yılbaşı gecesi, canım arkadaşım gözümün önünde hoyratça mıncıklanıyor ve ben şu yazıyı yazıyorum.
Yaşım yolda yürürken... Eteğime bakıp “Alttan kombili lan bu” diyorlar. Olayın vahametini düşünmeyi artık bırakmışım... “Flaş flaş flaş. Laf atmada son nokta” diyorum içimden... Soyut bir dünya kuruyorum kendime sonra ve orada yaşamaya başlıyorum artık.
Yaşım evliyken... Biricik kocamın vaazlarını dinliyorum. Hep dinliyorum hem de... Arada sessiz oluşumla dalga geçiliyor. (Bu kısma girmiyim, saygı, sevgi vs. hâlâ rahat değilim).
Yaşım rüyamdayken... Sevgilimin spermleri öğrencilerimin boynuna sıçrıyor. Çığlık atıp uyanıyorum.
Yaşım senken... Metrodaki adam, ofisteki adam, daha bir sürü adam... Gözleri ile beni hep yiyorlar. Sen hiç bilmiyorsun. Bilmek istemiyorsun. Doktorlar hep elliyorlar beni. Her yerimi... Döndüre döndüre... Evire çevire... Ve sen hiç bilmiyorsun. Bilmek istemiyorsun.
Yaşım tiyatro doğaçlamalarındayken... Bir Tanrı varsa eğer bunun erkek olduğunu düşünüyorum, deyip tekmeliyorum elime ne geçerse...
Yaşım boşanırken... Hâkim telefonla oynadım diye kızıyor bana. Oysa ben sadece kedimin fotoğraflarını gösterip kaçacaktım müstakbel eski kocama, ondandı tüm acelem... Ve ekliyor hâkim: “Ne kadar önemsediğiniz belli bu müesseseyi...”
Yine dalıyorum. Şoklu dalış hem de... Yaşadıklarımdan zerre kadar haberi yok ve ne kadar da cüretkâr / güçlü / emin kendinden...
Yaşım Filmmor’dayken... “Niye geldin, anlatsana” diyorlar, “Niye gelmiyim, babam, abim, kocam var benim” diyorum, artık içerikle alakalı mı değil mi bilmiyorum. Söyleyesim varmış. Melek Özman’cığım ve Filmmor’daki, SFK’daki, Morçatı’daki, KADAV’daki vb. tüm tatlı/akıllı kadınlar, “kadın katliamı var” diye bağırıyorlar, eylemdeler bu sırada...
Burada film koptu... Yaşsızım... Sevgiyle bitirmeyi diledim bu yazıyı. En başında o vardı içimde. Sonra bir yere yetişmem gerekiyordu. Tam burasında bırakıp gittim. Yaradan’ın eli değdi orada bana. Erkek olan değil... Tekrarlattı: “Seni seviyorum. Özür dilerim. Affediyorum. Teşekkür ederim.”
Bunları dedim durdum. Şifalandım geldim. Başımıza geldi, geliyor, gelecek... Önce içimizi temizleyebilirsek o yayılacak çevremize ve dünya belki o zaman iyileşecek. İyiydik biz, iyiyiz, iyi olacağız.
Az önce 70 yaşındaki Hande geldi. Ponpondu ve beyazdı. Konuştu benimle. Güzel olacak dedi. Tekrarlattı bana: “Seni seviyorum. Özür dilerim. Affediyorum. Teşekkür ederim.”
Yaşım Özgecanla... “Dolmuş”ken... Özgecan... Minik... Kuşum... Ben... Konuşamıyorum... Seni seviyorum... Özgecan’ım... Ben... Çok... Özür dilerim...