Bunca zaman filmler, hikâyeler üzerinde düşündünüz, emek verdiniz. Eğitiminizi sürdürüyorsunuz. Kısa filminizi hayata geçirdiniz. Bunun için pek çok kişiyi bir araya getirdiniz. Ve sonra festivallere başvurmaya başladınız. Kabuller geliyor, gelmiyor. Yeni film için çalışmaya başladınız. Peki bu döngü devam ederken geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
Belkıs Bayrak, Elif Eda, Murat Çetinkaya, Sıla Ünlü, Yusuf Emre Yalçın festivallere başvuru sürecini değerlendirdi.
Öncelikle söylemeliyim, yönetmenlerin her biri sorularımı tek başına cevapladı. Aşağıda hepsini bir araya getirdiğimde ise farklı bir sanal aura oluştu. Birbirlerinden haberdar olmadan soruları cevapladıklarını sizinle paylaşmayı önemli buluyorum.
Bir diğer konu ise akademik eğitimlerinin oldukça iyi olması. Sahada da çalışmışlar; fakat aralarında üniversitede sinema okumamış alaylı biri yok. Bu süreçte görüştüğüm alaylı bir yönetmen oldu; fakat söyleşide yer almak istemedi. Önümüzdeki söyleşiler için bu ihtiyacımı not düşmek isterim.
Bu hâli ile de çeşitliliği sağladığımızı ve katkı yapacağımızı düşünüyorum. Öyleyse şimdi yönetmenlerin cevaplarını isim sırasına göre sunabilirim.
- Film eğitiminiz ve filmlerinizle bağlantılı olarak sizi tanıyabilir miyiz?
Belkıs Bayrak: İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema ve Televizyon yüksek lisans programı mezunuyum. Eğitimim sırasında Apartman ve Cemile isimli iki kısa film yaptım. Bir süredir üzerinde çalıştığım bir uzun metraj film projem var.
Elif Eda: Film eğitiminden önce İstanbul’da psikoloji ve sosyoloji okudum ama bu süreçte kısa hikâyeler, radyo tiyatroları, senaryolar yazıyordum. Film eğitimimi ise NYU Tisch School of Arts’ta aldım. Beş yıl New York’ta yaşadım. Çeşitli kısa filmler, kısa belgeseller çektim. Güzel sanatlar yüksek lisansımı bir uzun metraj senaryo ile tamamladım. İstanbul’a döndükten sonra senaryo yazımı alanında eğitimler vermeye başladım. Farklı yönetmenlerle projelerinde senarist olarak çalıştım. Bir süre sonra kendi istediğim biçimde film hayatıma devam edebilmemin kendi imkânlarımı yaratarak olabileceğini fark ettim ve o süreçte Öcüler adlı bir web dizisi çekmeye başladım. Dört bölümden sonra bütçe sorunuyla devam edemedim ama hâlâ bu web dizisine dönmek gibi bir hedefim var. Öcüler’den sonra bir uzun metraj belgesel senaryosu, bir dönem filminin senaryosunu yazdım. Bunlar çekildiler ama akıbetlerini takip etmedim doğrusu. Sonra 2018’de Boşluk’u çektim.
Murat Çetinkaya: Lisans eğitimimi İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sinema ve Televizyon alanında tamamladım. Ardından senaryo yazımında kendimi geliştirmem gerektiğine karar verip İngiltere’de, London Film School’da yüksek lisans yaptım. Bitirme filmim dâhil üç kısa film yaptım. Kısa film deneyimlerimi çok değerli buluyorum. Festivallere seçilmek, ödül almak gibi, film yapmaktan bahsedildiğinde akla gelen şeylerin ötesinde, kısa filmlerim bana sinema üzerine düşünme ve yaklaşımımı geliştirme fırsatı verdi. Yaptığım filmleri öncelikle "sinema üzerine yoğun düşünme" dönemleri olarak görüyorum. Film yapmaya devam etmek istiyorum. Aynı zamanda doktora öğrencisiyim.
Sıla Ünlü: Sabancı Üniversitesi’nde Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı programında lisansımı tamamladıktan sonra FAMU’da (Film & TV School of the Academy of Performing Arts, Prag’ta) film yönetmenliği okudum. 2009 yılında Berlinale Talent Campus’e yönetmenlik alanında seçildim ve katıldım. On bir yıldır İstanbul’da sektörün çeşitli alanlarında çalıştım ve beş senedir kendi video prodüksiyon şirketimi yürütüyorum. Tamamladığım dört kurmaca kısa filmim ile çeşitli deneysel ve belgesel çalışmalarım var. Bunun yanında prodüksiyonuna başlayıp tamamlayamadığım kısa film projelerim de oldu.
Yusuf Emre Yalçın: Kocaeli Üniversitesi’nde Radyo, Televizyon ve Sinema lisansı ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sinema ve Televizyon yüksek lisansı yaptım. 2016’dan beri kendi filmlerimi üretiyorum. Belgesel ağırlıklı çalışıyorum ama türleri birbirine karıştıran melez filmler yapmayı da seviyorum.
- Film festivallerine kaç yıldır başvuruyorsunuz? Yıllar içinde neler değişti? Gözlemlerinizi paylaşabilir misiniz?
Belkıs Bayrak: Apartman’dan önce başka film projelerinde çalıştım. Bu nedenle yedi, sekiz senedir başvuru süreçlerinin içerisindeyim. Buna ek olarak festivallerde de çalıştığım için iki yönlü gözlem yapma imkânım oldu. Bir filmin festivale gönderilmesi dijital ortamlar nedeniyle kolay olsa da film üretimi ve festival sayısındaki artış bu kolaylığı çok da hissettirmiyor. Artık film projeleri çekilmeden çok önce birbirleriyle yarışmaya başlıyor. Filmler henüz hikâye aşamasındayken festival yolculukları başlıyor diyebiliriz.
Elif Eda: Daha önce çeşitli festivallerde jürilik yapmış olmama rağmen başvuran olarak festival süreçleriyle tanışmam kısa filmim Boşluk ile oldu. Bu film özelinde iyi bir festival yolculuğumuz oldu diyebilirim. Açılışı Tirana Film Festivali yarışma seçkisiyle yaptık. En son Seattle ve Boğaziçi Film Festivali’nden ödül aldık. Elbette festivallerin yaptığımız işe katkısı yadsınamaz. En başta, vizyonda yer bulamayacak yapımların ilgili seyirciye ulaşmasının en önemli ortamları. Ayrıca yeni projelerimiz için ihtiyaç duyulan desteği festivallerde edinilen network ile, belli bir tanınırlığa ulaşmakla elde etmek mümkün. Ödüller dolayısıyla gelecek maddi katkıya zaten değinmeye lüzum yok ama gene de bu festival meselesi benim zihnimde bir soru işareti. Yani nasıl ki gişenin filmlerin şekillenmesi üzerinde ciddi bir etkisi varsa festivallerin de bağımsız filmcileri biçimsel ve içeriğe dair çeşitli zorunlu tercihler yapmaya yönelttiğini gözlemliyorum. Eskiden de böyledir muhakkak fakat bence festivaller kendi yerlerini sabitleştirdikçe seçkileri de o kadar manipülatif olabiliyor. Pıtırcık gibi çoğalan kimi festivallerin sadece kendilerine kâr elde etmek için oluştuğunu da görebiliyoruz. Yaptıkları seçkilere güvenmek ne kadar mümkün? Sinemayı geliştirecek oluşumlardan ziyade sahte bir verimlilik havası yaratıp daha ziyade yanılsama üretiyormuş gibi de oluyor.
Murat Çetinkaya: Bitirme filmimi 2010’da, ikinci kısa filmimi 2011’de, üçüncü kısa filmimi ise 2018’de yaptım. İkinci filmim ile üçüncü filmim arasında geçen zamanda, festivaller konusunda göze ilk çarpan değişiklik her şeyin dijitalleşmiş olması. İlk iki kısa filmimde festival başvurularında link göndermek henüz pek yaygınlaşmamıştı. Hem ulusal hem uluslararası festival başvuruları için çoğunlukla festival adresine DVD göndermek gerekiyordu. Ancak artık, çoğu ulusal festival ve neredeyse tüm uluslararası festivallerde başvurular linkler üzerinden ilerliyor. Bu değişim, özellikle uluslararası başvuru yapmanın çok kolaylaşmasını sağladı. Şu anda dünyanın herhangi bir yerindeki bir yönetmen dünyanın herhangi bir yerindeki festivale kolaylıkla başvuru yapabiliyor. Bu sayede/bu yüzden artık festival pazarı eskisinden daha büyük. Yönetmenlerin daha kolay başvuru yapabilmesi aynı zamanda uluslararası festivallerin daha hızlı ve daha fazla gelir elde edebilmesi anlamına geliyor. Bu noktada, uluslararası festivaller için söz konusu durum bence çok tartışmalı. Uluslararası prestij sahibi festivallerin çoğunun başvuru ücretleri dolar ve Euro üzerinden. Beş dolar ile yüz dolar arasında değişen ücretler gelişmiş ülke vatandaşları için kısmen karşılanabilir miktarlarda. Ancak bu ücretler, yoksul ülkelerden çıkıp uluslararası arenada var olmaya çalışan yönetmenler için çok yüksek. Uluslararası festivallerin başvuru ücretleriyle baş etmek bağımsız bir kısa film yönetmeni için çok zor. Prestijli festivallerin çoğuna yüksek başvuru ücretleri yüzünden başvuramıyoruz bile. Bu durum bizleri yeterli sayıda festival başvurusu yapmaktan alıkoyuyor. Bütçesi olmayan bir bağımsız kısa film yönetmeninin festival dünyasından dışlandığını söyleyebiliriz. Kısa film yapımının ruhuna aykırı bir durum söz konusu. Kırk Euro’luk bir başvuru ücreti Türkiye ya da aynı düzeyde başka bir ülke vatandaşı için üç yüz elli lira civarında. Uluslararası rekabet çok büyük. İyi bir filmin bile uluslararası festival başvurularından kabul alması öyle hemen olmuyor. En azından yedi, sekiz denemede bir kabul geliyor. Bu nedenle, bir yönetmenin uluslararası festival başarısı kazanması için bol miktarda başvuru yapması gerek. Yani filmini yaptıktan sonraki bir sene boyunca en azından elli prestijli festival denemek istese (ki bu bile az) iki bin Euro harcayabilmesi gerekiyor. Bağımsız bir kısa film yönetmeni için çok büyük bir miktar. Zaten bir yönetmen filmini ortaya çıkarana kadar varını yoğunu tüketmiş oluyor. Uluslararası festivaller ekonomisi kötü durumdaki ülkelerden çıkan yönetmenler için özel bir ücretlendirme planlasa hayatımız biraz olsun kolaylaşır. Bu çok doğru bir müdahale olurdu. Belki de örgütlenip talepte bulunmalıyız. Çünkü ciddi bir eşitsizlik söz konusu.
Sıla Ünlü: Bugüne dek sadece kısa filmler yaptım ve festivallere kısa film alanında başvurdum. İlk olarak film festivallerine FAMU’daki bitirme projem Şah Mat ile 2008-2009 senelerinde başvurmuştum. O zaman online platformlar daha zayıftı. DVD’ler hazırlayıp onlara kapak/kutu tasarımları tasarlayıp posta yoluyla festivallere gönderiyordum. PTT’den yurtdışına epey kargo yapmışlığım var. Tabii online platformlar daha zayıf olduğu için yurtdışı festivalleri bu kadar yakından takip etmek daha zordu: nerede ne festival var, kuralları neler, vb. Şah Mat’tan sonra ikinci festival dönemim geçen sene başladı, çünkü on sene sonra ilk kısa filmimi - Misericordia - geçen yıl tamamladım. Bu sefer başvuru konusu çok daha kolay oldu çünkü her şey online. Bir gösterim kopyası yükleyip tek tıkla başvuru yapabiliyor; yüzlerce festivali tarayabiliyorsunuz. Festivaller, konuları açısından çok fazla şey değişmiş mi, emin değilim. Hâlâ benzer konulara duyarlılık gösteriliyor. Her festivalin kendi önemsediği konular var gibi. Yine de bazı sosyal sıkıntılara dokunduğunuzda seçilme olanağınız artıyor gibi geliyor. Bir de deneysel filmlere daha fazla yer açılmış gibi hissediyorum geçtiğimiz on sene içinde.
Yusuf Emre Yalçın: Festival maceram 2016’da ilk filmim Tarzan Kemal Bir Kentli Hikâyesi ile başladı. Ondan önce lisans yıllarımda da bir iki defa başvuru denemem olmuştu ancak başvuru evrakları beni yıldırdığı için yollamamaya karar vermiştim. O zamanlar her şey basılı olarak posta yoluyla isteniyordu. Şimdi çoğu festival başvuruları tamamen online şekilde alıyor. Eğer filminiz gösterim ya da yarışma için seçilirse ek belgeler isteyebiliyorlar. Film seçildiğinde bunu sorun etmiyorum ama ön eleme için başvuruda basılı belge/disk/DVD istendiğinde hâlâ çoğu zaman o festivallere başvurmamayı tercih ediyorum. Bütçe olarak da yorabiliyor bu durum.
- Yaptığınız filmlerin bütçesini nasıl karşıladınız? Bunun için ne gibi yollar var?
Belkıs Bayrak: Kamusal fonlar ve filmin türüne göre özel fon türlerine başvuru yapılabilir. Ben kamusal fona ek olarak finansman çareleri aradım, yoksa filmi bitiremezdik. Filmin maddi şartları aslında filmin kendisiyle çok bağlantılı. Hikâyenize inanan kişilerle hızlı yol alabiliyorsunuz. Bu, bütçeye yazılan bir kalem gibi durmasa da aslında çok önemli. Kısa filmlerimde ekibimizin büyük çoğunluğu hiçbir karşılık beklemeden çalıştı. Çekimleri tamamladıktan sonra arayışımız devam ederken bir yapım şirketi filmin post prodüksiyon sürecini üstlendi. Burada hepimizin ortak motivasyonu projeye olan inancımızdı. Son olarak artık çok erken aşamalarda endüstriye sunum yaparak filminizin belirli adımlarını finanse edebiliyorsunuz. Uzun metraj projemde filmimin post prodüksiyon sürecinin büyük kısmını halledebileceğim bir ödül kazandım.
Elif Eda: Boşluk öncesi kısa filmlerimde de Öcüler’de de kendi öz kaynaklarımı kullandım. Kendi öz kaynaklarımı kullanabilecek senaryolar yazdım. Çünkü bütçe bulma işinde pek iyi değilim. Ve "filimcilik" giderek bu bütçe bulma ayağının yönetmenin kendisini pazarlama ürünü haline getirdiği bir hâl alıyor. İstisnalara selam olsun. Boşluk’ta bir yapımcıyla çalışma şansım oldu. Enes -yapımcım- kendisi senaryoyu sevip heyecan duyduğu için kendi kaynaklarıyla bütçeyi ayarladı ki zaten gene çok düşük bütçeli bir iş oldu. Şimdi yeni projelerde hem Boşluk’tan gelen ödüllerin maddi karşılığını değerlendireceğiz inşallah hem de artık fongogo, kickstarter gibi fundraising yöntemlerini denemeyi gündemime aldım gibi. Bundan başka tabii ki Kültür Bakanlığı’nın her sene birçok projeye verdiği destekten faydalanılabilir. Ben henüz faydalanamadım ama. (Gülümsüyor) Yerli ve yabancı festivallerin pitching platformlarında ter dökülebilir, uluslararası marketlerde ortak yapımcılar tavlanabilir.
Murat Çetinkaya: Üçüncü kısa filmim Sonsuz, Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı tarafından desteklendi. O destek olmasa işim çok zorlaşırdı. Belki de film yapılamazdı. Kültür Bakanlığı destekleri çok değerli. Bunun yanında platformlar yavaş da olsa yaygınlaşıyor. Akbank Kısa Film Festivali’nin, Suç Ve Ceza Film Festivali’nin, Boğaziçi Film Festivali’nin, Malatya Film Festivali’nin platformları da kısa film yönetmenleri için önemli fırsatlar. Antalya Film Forum’un kısa film platformu 2019 yılında es geçilse de 2020 yılında yeniden başlayacağını umuyoruz. Platformlar kısa film yönetmenleri için çok değerli.
Sıla Ünlü: Şah Mat’ın bütçesi az çok okul tarafından kapsanıyordu. Film ekibini bölümden arkadaşlar oluşturuyordu, film materyalini de (16 mm film ve kamera/filmin yıkanması, telesine vs.) okul karşılıyordu. Film okulunda olmanın böyle faydaları var. Misericordia’nın ve arada yaptığım fakat tamamlayamadığım üç, dört kısa filmin bütçesini kendi cebimden karşıladım. Yarım kalan projelerden birinde örneğin bol bol sponsorluk araştırması yapıp mekân -prop- kamera ekipmanı gibi sponsorluklar bulmuştum. Fakat bunlarla uğraşmak ciddi bir zaman ve emek. Son filmimde ekibe, ekipmana, post-prodüksiyona, her şeye para harcadım ve hiç birine sponsor bulmadım. Her şeyi cebimden verdim. Kısa film için bütçe nereden bulunur dersek… Bir yapımcı bulmak söz konusu olabilir. Açıkçası Türkiye’de yapımcıların kısa projelere ne kadar dâhil oldukları konusunda çok bilgim yok. Yurt dışında, kısa filmlere yapımcı şirketlerin destek verdiğini ve yüksek bütçeli prodüksiyonlar yapıldığını biliyorum. Bunun yanı sıra fonlar var, kısa filmler için geliştirme/prodüksiyon fonları veren çeşitli kurumlar var yurt içi ve yurt dışından. Bir de filmin geri dönüşü olabilir, festivallerden kazanılabilecek ödüller ve TV-VOD satışları ile kısa filmden de para kazanmak mümkün. Kazanılan bu paralarla bir sonraki projeyi finanse etmek mümkün olabilir.
Yusuf Emre Yalçın: İlk filmim Sinoplu bir halk kahramanıyla ilgiliydi. Belediye, yerel iş insanları, filmin kahramanının akrabaları ve aynı katkılar gibi organik bağlarla ilerledi bütçelendirme işi. Daha sonra çektiğim iki kısa filmi de bütçesiz çektim diyebilirim. Bütçesiz diyince tabii ki çok havada kalıyor. Aslında bütçesiz bir film yok. Bir film için çalışan tek kişi bile olsanız o filme ayırdığınız süre içerisinde ödediğiniz ev kirası, faturalar, yeme-içme masrafları gibi sıradan masraflar da film bütçesinin içine girmeli normal şartlarda. O yüzden tabii ki her filmin bir bütçesi var. Ben bunları başka yerlerden karşılıyor olduğum ve filmleri boş kalan zamanlarımda kendi imkânlarımla çektiğim için bütçesiz diyorum. Şu an üzerine çalıştığım filmimin çekimlerinin büyük bir kısmı şehir dışındaydı mesela. Yol, konaklama gibi ihtiyacım olan bütçeyi Sivil Düşün’e başvurarak elde ettim. Çok büyük bir fon değildi ama çekimlerin büyük kısmını o sayede halletmiş oldum. Geri kalan kısmı için hâlâ fon başvuruları yapmaya devam ediyorum. Fon veren film festivalleri, yarışmalar var. Özellikle yurt dışında daha fazla ama yerel bir kaç fon da var. Kültür Bakanlığı Sinema Müdürlüğü’nün fonu var. Yeni Film Fonu, TRT gibi fon veren oluşumlar dışında bir de Köprüde Buluşmalar gibi hem fon hem de film geliştirme, work-in-progress (üretim) aşamalarında başvurulabilecek atölye çalışmaları var. Bu gibi fon ve atölyeler filme görünürlük de kazandırıyor ve bir sonraki başvuracağınız yerde de güvenilirlik sağlıyor.
- Festivallere kabul süreci sizce nasıl işliyor?
Belkıs Bayrak: Her festival kendine özgü bir yöntemle ilerliyor. Kimi festivaller reddedildiğinizi hatta bazen seçildiğinizi sizinle paylaşmıyor. Kimisi değerlendirme sonucunu özenli bir mail ile paylaşıyor. Bazısı da festivalin sitesinde seçilen filmleri duyuruyor.
Elif Eda: Festivallere kabul süreci bence Türkiye’de de dünyada da network’ünüzün gücüyle alakalı. En azından ilk ateşi fitillemek için bir destek gerekiyor. Burada kastım torpil değil. Festivaller o kadar çok başvuru alıyorlar ki nihayetinde kimi projelerin ön jüri tarafından gözden kaçması mümkün. En azından dikkat çekmek adına kulis gerekebiliyor.
Murat Çetinkaya: Kanadalı bir festival direktörü bana şöyle bir şey söylemişti. "Pencere çok dar. O pencereden içeri girebilmek için delirmiş gibi başvuru yapman lazım." Çok doğru bir tespit ve çok iyi bir benzetme. Hem ulusal hem uluslararası alanda (özellikle uluslararası alanda) rekabet çok yüksek. Bu noktada festivallere düşen, seçkileri oluştururken titiz ve adil olmak ve mümkün olduğunca düşük başvuru ücretleri belirlemek. Yeni yetenekler keşfetmek için istekli olmalılar. Ulusal arenaya gelirsek, kısa filmin giderek daha fazla değer görmesi ve giderek daha fazla kısa film festivalinin nitelikli ve kısa filmi ileriye taşıyacak hale gelmesi çok değerli. Kısa filme verilen önem, kısa film üretim sayısını artırıyor. Niceliğin yavaş yavaş da olsa niteliğe de yansıdığını düşünüyorum. Uluslararası prestij sahibi festivallerde yarışan Türkiye yapımı kısa film sayısı artıyor. Ulusal festivallere dair bahsetmeden geçemeyeceğim bir konu var: Ulusal arenada jüri üyeleriyle yönetmenler arasındaki kişisel hesaplaşmaların devreye girmesini maalesef önleyemiyoruz. Küçük bir sektörüz. Dolayısıyla iyi ya da kötü bir geçmişi olan insanların festivallerde jüri ve yönetmen olarak karşılaşması çok olası. Yönetmenle jürinin geçmişindeki anıların iyi ya da kötü olmasına bağlı olarak haksızlık ya da kayırmaca yaşanabiliyor. Bu noktada Akbank Kısa Film Festivali direktörü Selim Evci’yi hep takdir ederim. İkinci kısa filmim Asker’in çekimlerinden hemen önce kendisiyle aramda benden kaynaklanan bir gerginlik olmuştu. Asker’i yaptıktan sonra Akbank Kısa Film Festivali’ne başvurmuştum ama yaşadığımız gerginlik yüzünden Selim Evci’nin filmimin seçkiye girmesini engelleyeceğini düşünüyordum ama filmim yarışma seçkisine girdi. Sonrasında bu şaşkınlığımı kendisiyle paylaştım. Selim Evci "önemli olan seçkinin iyi olması" demişti. Bu olgunluğu her jüri üyesi sergilemiyor. Türkiye’nin saygın festivallerinde bile bazen hem ön jüri hem ana jüri üyeleri yönetmenle kişisel geçmişlerini işlerine yansıtabiliyor. Bu sorundan ben de etkilendim. Uluslararası festivallerde ise sanırım filmin nüfuzu yüksek bir dağıtımcı aracılığıyla başvuru yapıyor olması filmin kaderi için önemli. Bu durum filmin binlerce başvuru arasında kaybolup gitmesini önlüyor. Yüksek prestijli festivallerin karar aşamasında filmleri titizlikle izlediğine dair inancımızı güçlendiren deneyimler yaşayabiliyoruz. Sade, iddiasız bir filmin büyük bir festivale seçildiği oluyor bazen. Ancak bazen de ön jürinin filmi izlemeden kapattığını düşündüren deneyimlerimiz de oluyor.
Sıla Ünlü: Bu konu benim için belirsiz. Bazı konulara parmak basan filmlere daha fazla yer verildiğini gözlemliyorum: ayrımcılık, göç, iklim krizi gibi konular. Bazı büyük festivallerin programlama sorumlularından öğrendiğim kadarıyla da her zaman farklı faktörler işin içine girebiliyor. Örneğin bir film çok iyi olsa bile, o sene o festivalin eğildiği konular arasında yer bulamıyorsa elenebiliyor. Ya da festivalin seyirci kitlesine hitap etmeyeceği düşünüldüğü için elenebiliyor. Ya da bazı festivaller belli tip yapımları daha çok seviyorlar. Örneğin Berlinale Shorts daha deneysel/yenilikçi filmlere öncelik veriyor. Bu sebeple festivallerin nasıl profillere sahip olduğunu, ne gibi filmlere öncelik verdiğini belirleyerek başvurmak daha akıllıca ve daha az hayal kırıklığı demek olabilir.
Yusuf Emre Yalçın: Festivallerin bir ön seçici kurulu var. Onlar festivalin temasına, konseptine uygun olmayan filmleri eliyorlar. Festivalin görünürülüğüne bağlı olarak 200 filmden 2000 filme kadar film izlemek zorunda kalabiliyorlar. İlk baktıkları şey festivalin kurallarına uygunluğu oluyor. Süre sınırı, tür sınırlaması, tema vs. gibi o festivalin kendi kuralları çerçevesinde ilk eleme yapılıyor. Kalan filmler de izlenerek yarışmaya/gösterime değer olanları seçiliyorlar. Tabii ki buradaki değerden kastettiğim nesnel ve her zaman hakkaniyetli bir değerlendirme olmak zorunda değil. Jürilerin de kendi beğeni ve zevkleri var. Bir filmin ön elemeyi geçip geçmemesi her zaman filmin kalitesini belirlemiyor. Ön jürinin seçtikleri filmler gösterim seçkisi ve/veya yarışma seçkisi olarak kategorilendiriliyor. Daha sonra festival sırasında ana jüri bunların hangilerinin ödüllendirileceğini seçiyor. Burada da çok öznel değerlendirmeler olabiliyor. Mesela benim Barisfer filmim festivallerin belgesel kategorisine yolladığım halde kurmaca kategorisinde yarıştırıldığı olmuştu. Bunu tabii ki doğru bulmuyorum. Çünkü bu kategorilendirmenin beğeniden ziyade belgesel sinemanın ne olduğu veya ne olmadığına dair yanlış bir yorumdan kaynaklandığını düşünüyorum.
- Festivallere başvuru ücretlerini değerlendirebilir misiniz?
Belkıs Bayrak: Yurtdışı festivaller euro ya da dolar başvuru ücreti talep ediyor. Bu ülkemizden başvuru yapacak kişiler için ciddi maliyet oluyor. Neyse ki başvuru ücreti istemeyen festivaller de var.
Elif Eda: Türkiye’de festivallere başvuru ücreti yok. Bu tabii iyi bir şey. Ama aynı zamanda o festivalin bir belediye sponsoru var demek. Festivalin belediye sponsoru varsa çok bağımsız olmama ihtimali de var. Amerika’da da festivallerin hepsinin başvuru ücreti var -ufak tefek birkaçı hariç. Ha keza Avrupa’daki birçok festival için de öyle. Çünkü o parayla dönüyor festival. Bağışçıları da var tabii ki ama en azından daha az bağımsız olmasını sağlayan bir sistem bu. Mecburen parayla başvuruyorsun ya da öğrenciysen ücreti erteleyebiliyorsun. Kabul edilirse başvuru ücretini ödemek gibi kolaylaştırma yöntemleri bulabiliyorlar. Üniversitelerle anlaşmaları var bazı festivallerin. Mesela NYU’nun Berlin’le, Sundance'le anlaşması var. Grup başvurusu yapabiliyorsun. Üniversite on beş kişilik bir kontenjan sağlıyor sana. Fakat nihayetinde pahalı bir süreç. Ona ayrı bir bütçe ayırmak gerekiyor. Burada da bir ikilem var: bir yerde başvuru ücreti yoksa belediye ya da bir kurumla bağı oluyor ve festivale seçilen filmler sinema dışından bir kriterle de değerlendirilebiliyor; tam bağımsızsa festivali döndürebilmek için başvuru ücretine ihtiyaç duyuluyor. Diğer meseleyle ilgili ise mesela Sundance sizin konaklamanızı ve yolculuğunuzu karşılamaz. Hepsi size aittir. Ama biz Boşluk’la Tiran’a gittik. Ulaşımı ve konaklamayı karşıladılar. Bu durum festivallerin imkânlarına göre değişiyor. Ama Amerika gibi, Avrupa’nın belli başlı ülkeleri gibi yerlerde, yani filmcinin prestijini de ekstra artıracak yerlerde, kimse hem filminizi gösterip hem konaklamanızı sağlamaz. Tabii bunları karşılamak da büyük maliyet. Bildiğim kadarıyla meslek birliklerinin Türkiye’de böyle bir bütçe ayırması söz konusu. Bakanlığın da desteği olabiliyor bu festival süreci için. Eğer gerçekten önemli festivallerden kabul alan bir filminiz varsa bu tür destekleri incelemek lazım. Ama genel olarak sinema çok pahalı, her aşamasında çok bütçe isteyen bir iş. O yüzden ben biraz internet imkânlarını nasıl dönüştürebilirim üzerine kafa patlatıyorum bu aralar.
Sıla Ünlü: Filmi önden bütçelendirirken, festival başvuru ücretlerinin ayrı bir kalem olarak hesaba alınması gerekli diye düşünüyorum. Başvuru bazı festivallerde ücretsiz olabileceği gibi, kimilerinde seksen, yüz dolara çıkabiliyor. Sonuçta ne kadar festivale başvurursanız şansınız o kadar fazla, ama bütçe sebebiyle sınırlamak zorunda kalınabiliyor; çünkü topladığınızda ciddi bir rakama ulaşıyor başvuru ücretleri.
Yusuf Emre Yalçın: Türkiye’de çoğu festival ücretsiz başvuru alıyor. Yurt dışındakiler genelde ücretli oluyor. Hatta Türkiye’deki festivaller ulusal başvuruları ücretsiz uluslararası başvuruları ücretli yapabiliyor, bu da anlaşılabilir bir durum. Festivallerin ücretli başvuru almasını da çok yanlış bulmuyorum. Çoğu zaman -bazen ben de- festival kurallarını okumadan başvuru yapabiliyoruz. Ben başvurayım uygun değilse onlar eler düşüncesi oluyor. Aslında bu yanlış. Ön jürideki insanlara bir ton iş yüklemiş oluyoruz. O yüzden başvuru ücreti bu başvuru sayısını azaltıyor. Çünkü para ödeyeceğiniz zaman boşa gitmemesi için bir zahmet festival kurallarını okuyorsunuz. (Gülümsüyor.)
- Kabul alan filmlerinizi temsilen yurt dışı seyahatlerine çıktınız mı? Festivaller bunu karşılıyor mu? Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Belkıs Bayrak: Evet seyahatlerim oldu. Burada her festivalin kendine özel bir metodu var. Bazı festivaller ulaşım ve ağırlama masraflarınızın bir kısmını (sadece konaklama ya da sadece ulaşım) ya da tamamını üstlenirken, bazı festivaller hiçbirini karşılamıyor. Ulaşımı masrafını karşılamayan bir festival açıklama olarak ödüllerimizin miktarını yüksek tutmak için yapıyoruz demişti.
Murat Çetinkaya: Uluslararası festivaller arasında ekipten bir kişinin ulaşım ve konaklama masraflarını karşılayan festivaller var. Sanırım bunlar çoğunlukla yüksek prestijli olmayan, küçük festivaller. Üçüncü filmim, uluslararası yüksek prestijli festivallere kabul edildi ancak bu festivallerin ne ulaşımıma ne konaklamama hiçbir destekleri olmadı. Sadece bir, iki festivalin anlaşmalı oldukları otellerde konaklama masrafının yüzde 25’ini karşılama tekliflerini hatırlıyorum. Tabii şunu da hesaba katmak lazım, büyük festivallerde çok fazla kategori, çok fazla film olabiliyor. Festival yönetimi bu durumda, her yönetmenin masrafını karşılamayı tercih etmiyor olabilir. İsteseler karşılarlar tabii. Uluslararası festivallere, özellikle prestijli festivallere katılım yönetmen için çok değerli bir deneyim. Çok nitelikli filmlerin gelecek vaat eden yönetmenleriyle tanışma, uluslararası ilişki geliştirme şansı ve gelecek için büyük motivasyon veriyor. Bu konuda hem katılınan festivalin hem devletin destekleri olmalı.
Sıla Ünlü: Daha önce kabul gelen festivallere yurtdışına gittim. Bazı festivaller her şeyi karşılıyor, ulaşım, otel vs. Bazıları sadece otel karşılayabiliyor. Bazıları ise hiçbir şey karşılamıyor. Gidip gitmeme kararı da bu sebepten değişebiliyor.
Yusuf Emre Yalçın: Benim yurt dışında katıldığım festivaller konaklamayı karışılıyor ama ulaşımı karşılamıyordu. Yurt içindeki festivallerde de bu olabiliyor. Festivalin bütçesine göre değişiyor bu durum. Eğer A-class bir festivalse zaten ulaşım ve konaklama karşılanıyor. B-C-class’lar her zaman karşılamayabiliyorlar.
- Geçiminizi sadece film üretiminden sağlayabilir misiniz?
Belkıs Bayrak: Ben filmlerimden geçimimi henüz sağlayamadım.
Elif Eda: Sağlayabilen insanlar var. Saygıyla ve hayranlıkla karşılıyorum. Ben sağlayamıyorum. Çünkü dizi ya da ana akım film yapmıyorum. Yapamıyorum da. Çok karakter meselesi bu yani. Adam ana akımı seviyor. Ve ana akım yapıyor. Dolayısıyla çok iyi de anlıyorum yani herhangi bir yapım şirketinin senin kişisel fantezilerini hayata geçirmek için kendi parasını harcaması gibi bir beklentim yok. Böyle bir lüks beklenti içinde değilim. Nihayetinde sinema dünyasını hop oturtup hop kaldıracak, yerinden oynatacak bir Bellini, Bertolucci, Tarkovsky ya da Kurosawa değilim. Dolayısıyla bunun için sponsor olmamalarını çok anlaşılır buluyorum. "Ay efendim sana da hiç katkıda bulunmuyorlar" falan diye şikâyet edemem. Herkesin işi gücü var, herkesin hayatı var, herkesin bir düşünme biçimi var. Tabii ki bir yapım şirketinin de para kazanmak gibi bir derdi var. Dolayısıyla sinemayla kurduğum ilişki sadece parasal bir ilişki olmadığı için böyle bir beklentim olmuyor. Böyle bir hayalim var ama böyle bir beklentim yok. Daha gerçekçi yaklaşıyorum. Ne yapıyorum? Ders veriyorum, bazen çok da benim tarzım olmayan uzun metraj senaryolar yazıyorum başka yönetmenler için. Ama filme geçirilme aşamasında bulunmuyorum mesela. Birinci taslağını yazıyorum ikinci taslağını yazıyorum. Senaryo doktorluğu yapıyorum. Bu tarz işlerden kendi geçimimi sağlıyorum, sonra kendi yapmak istediğim filmler için de başka başka yöntemler denemeye çalışıyorum. Kısacası yaptığım filmlerden geçimimi sağlayamıyorum ama dediğim gibi bunu kotarabilen insanlar var ve sadece ana akımda da değil herhalde başka türlü bir biçimde de bunu kotarabilen insanlar var. Benim için bunu başarabilmek bir muamma. Bilhassa da kendim hariç bir de kızımın geçimini sağlamam gerektiğini düşününce…
Murat Çetinkaya: Söz konusu olan kısa film ise, bu imkânsıza yakın. Uzun metrajlı filmlerde ise sanırım mümkün. Ana akım sinema yapma seçeneğinin dışında, ulusal-uluslararası festivallerde başarı kazanan, ödüller alan filmlerin yönetmenleri arasından film üretimi dışında bir iş yapmadan hayatını sürdüren yönetmenler tanıyorum.
Sıla Ünlü: Dünyada bunu yapan insanlar olduğunu biliyoruz, evet.
Yusuf Emre Yalçın: Ben bunu henüz başaramadım. Çünkü genelde bir filme başladığımda filmin içine kapanıp dış dünyayla bağlantımı kesebiliyorum. Aslında bu süreç ilk fikir aşamasından itibaren fon ve atölyelere başvurarak ilerlemeli. O durumda film çekme süreci içerisinde geçim sağlanabilir belki. Bu biraz da hangi ülkede ne tarz filmler yaptığınızla da ilgili. Belgesel sinema örneğin, dünyanın çoğu ülkesinde büyük ilgi gören bir tür değil, Türkiye de dâhil. O yüzden Türkiye’de belgesel veya kısa film yapıyorsanız geçiminizi sağlamak için ek iş yapmanız gerekiyor. Ben tanıtım filmi, proje belgeseli vs. çekerek geçimimi sağlıyorum mesela. Yine çok uzaklaşmıyorum alandan. (Gülümsüyor) Uzun metraj için durum farklı olabilir, o konuda çok tecrübeli değilim.
- Yolun başındakilere ne söylemek istersiniz? Bütçe olayını nasıl çözebilirler?
Belkıs Bayrak: Hikâyelerimiz bizim için ne kadar kıymetli olursa olsun, doğru filmi doğru zamanda çekmeye dikkat etmeli. Hayalleri ertelemek, hayal kırıklığı, beklenmeyen anda gelen sürpriz güzel gelişmeler gibi duygulara kalbimiz hep açık olmalı. Bütçe bir şekilde halloluyor yeter ki filmi yapmak adına inatçı ve inançlı olalım.
Elif Eda: Yolun başındakilere merhaba ben de sizinle aynı gemideyim diyorum. Yani on üç yaşında radyolarda çalışmaya, radyo tiyatrosu yazmaya, seslendirme yapmaya vesaire başladım. Ama sinemayla bilfiil uğraşımın on beş senesi var. Sanırım bu sorunun genel bir cevabını vermek çok mümkün değil; çünkü herkesin şahsi beklentisine bağlı. Ben sinemadan para kazanacağımı düşünerek bu işe girmedim. Bunu yapıyor olmaktan mutluyum sadece. Bilinmiyorum, tanınmıyorum, bundan çok para kazanmıyorum ama Öcüler’i yapıp internetten sürdüm ve hâlâ daha bir yerlerde birileriyle karşılaşıp Öcüler üzerinden konuşabiliyoruz. Hâlâ daha birileri bana gelip gerçekten benim için bir çıkış noktası oldu, beni tekrar yazmaya yöneltti diyebiliyor. Keza Boşluk için de kendi yakınlaşamama problemlerini orada görüp ona yansıtıp kendisini bu anlamda çok rahatlattığını söyleyen bazı yorumlar almıştım. Bağ kurabiliyorum demek ki ve bu benim için yeterli. Bundan mutlu oluyorum. Tabii ki yetmediği anlar, niye böyle oluyor dediğim, üzüntüden sedef döktüğüm zamanlar oluyor. Ama o da herhâlde bu yaptığımız şeyin doğasında var. Üretmek, yaratmak, ortaya çıkarmak, meydana getirmek zaten kendi içerisinde inişli çıkışlı, yıkım içeren bir şey. O yüzden çok şükür benim bir şikâyetim yok bu anlamda. Hayal kırıklığına uğradığım alanlar başka alanlar. İşin piyasa kısmı. Bütçenin dağıtılışındaki adaletsizlik tabii ki hayal kırıklığı yaratıyor. Ya da kendi sesini değil başka sesleri taklit ederek orada olduğunu gördüğün insanların destekleniyor olması… Allah Allah diyorsun, niye? Ama hayat bu. Benim mücadelem de kendim kalarak bu işi yapmaya devam edebilmek. Bütçe de sahiden bir olay. (Gülümsüyor) Buna nasıl çözüm bulunabilir ben de kendi içimde cevaplamaya çalışıyorum. Sanki internette çözüm yolu var gibi geliyor. Çözünce mutlaka haber ederim. Ve benimle birlikte yolun başında olan sevgili diğerleri; ne beklediğinizi bilin, ne istediğinizi bilin. Bundan para kazanmak istiyorsanız para kazanma yönündeki tercihleri yapın. Ama bu sizin bir var olma mücadelenizse, bir var olma biçiminizse o zaman da yani evet bir sürü hayal kırıklığıyla karşılaşacaksınız, bir sürü yıkımla karşılaşacaksınız ama bu kimsenin problemi olmayacak. Bunu bilerek yola devam edin ve kendi sesinize sadık kalın.
Murat Çetinkaya: Film üreterek hayatını kazanacak noktaya gelmek çok zor ve çok uzun zaman alıyor. Filmler yapmaya karar vermiş bir yeni yönetmen hem onu kendi öykülerine, senaryolarına odaklanmaktan tamamen alıkoymayacak hem de temel yaşam masraflarını karşılamasını sağlayacak bir iş edinmeli. Sinema, video, tv üretiminde ihtiyaç duyulan "freelance" olarak yapılabilen bir yeti kazanmak bu anlamda çok işe yarar. Kurguculuk, fotoğrafçılık, yönetmen yardımcılığı, grafik tasarım, coloristlik… Bu tip işler can simidi görevi görebilir. İşlerden arta kalan zamanda da kendi filmlerini geliştirmek ve bütçe için gerekli bağlantıları oluşturmak. Bu iyi bir plan sanırım.
Sıla Ünlü: Yukarıda bahsettiğim şekillerde sponsorluk ve fon arayışına girebilirler. İnternet bu konuda onlarca kaynakla dolu, türlü fonlar var. Sponsorluk konusu da biraz yaratıcılığa kalmış, filmin ihtiyacına göre çok farklı tipte sponsorluklar aranabilir. Örneğin bir kısa f ilmimde yaklaşık yüz tane kavanozun olduğu bir sahne vardı, bunun için bir cam fabrikasından kavanoz sponsorluğu almıştım. Tabii ki bunlarla uğraşmak yorucu ve zaman alan bir şey, özellikle kısa filmde bunları çoğunlukla bir kişi/filmi yapan kişi yapıyor. O sebeple prodüksiyona girmeden planlama yapmak ve bunlara yeterince zaman ayırmak önemli.
Yusuf Emre Yalçın: Dediğim gibi, filme kapanmak yerine ilk andan itibaren her aşamada bir yerlere başvuru yapmak iyi olabilir. Fikir geliştirme, senaryo, prodüksiyon, post-prodüksiyon… Her aşama için fon veren festival, yarışma ve kurumlar var. Bunları iyi takip etsinler.