Başak Yavuz dört bir yanını notalarla donatmış bir caz müzisyeni. (Of! Bu çok güzel!)
Şarkılar yaratıyor, çalıyor, söylüyor. (Üniversitede hoca hoca...)
Yapım şirketi kurucusu. (Al sana girişimci kadın!)
Açık Radyo programcısı. (La la la...)
Grammy Ödülleri Jüri Üyesi. (Ne?!)
Yeni albümü A Little Red Bug bizi buluşturdu.
O “bug” ki bazen sistem hatası, bazen de uğur böceği.
Birininki ısırır, diğerininki gıdıklar. Başak Yavuz’un Evrensel’e anlattıkları bana dokundu:
Yaşamımız süresince birileri bize nasıl hareket etmemiz, nasıl oturup kalkmamız, nasıl bir hayatımız olması gerektiğiyle ilgili yönlendirmelerde bulundu. Bu yönlendirmeler birçok insanı hırsa boğdu: Sınıfın en çalışkanı olmak, kilo vermek, evlenip çoluğa çocuğa karışmak, etliye sütlüye bulaşmamak, çalıştığı şirkette terfi almak, çok para kazanmak, en çok parayı kazanmak, daha büyük evde oturmak, hep daha fazlası... Bu yolda birçok kişi hayallerinden vazgeçti; ama asla mutlu olamadılar. Kimileri bunu fark etti, kimileri fark etmedi; ama bir şeylerin ters gittiğini hissettiler. İşte küçük kırmızı böcek bunu anlatıyor.
Sonra bir de baktım ki kendi küçük kırmızı böceğimle konuşmaya başlamışım!
Türkiye’de çok ilham verici, işini deli gibi severek yapan harika insanlar var.
O insanlarla tanışırsak hem belki kendi hayallerimizi de hatırlamaz mıyız o zaman?
Mimarlığı bırakıp caza geçişiniz nasıl oldu?
Benim için başka bir alternatif yoktu. Bunu ancak yaşayan bilir; başka türlü bir hayat yaşama ihtimalim olamazdı. Aslında caz benim için müziğe açılan en güzel kapıdır; ancak kapıdan girdiğimizde çok sürprizli bir dünya var; yeter ki bildiklerimize sıkı sıkıya tutunmayalım.
Bahçeşehir ve Bilgi Üniversitesi’nde verdiğiniz derslerin içeriğinden bahsedebilir misiniz?
Bilgi Üniversitesi’nde bahar dönemleri şarkı yazımı dersi veriyorum. Vaktimin çoğu ise Bahçeşehir Üniversitesi’nde geçiyor. Caz Sertifika Programı’nda vokal ve ensemble(topluluk) dersleri, Yüksek Lisans Caz Bölümü’nde vokal, ensemble, şarkı yazımı dersleri veriyorum; başka seçmeli dersler de var.
Öğrencilerinizden öğreniyor musunuz? Nasıl bir deneyim?
Her öğrenci ayrı bir dünya diyebilirim. Başlangıç seviyesindeki bir bilgiyi bile bazen öyle yorumlayanlar oluyor ki, müzik teorisine yepyeni bir bakış açısı gözlerinizin önüne seriliveriyor. Vokal ise çok çetrefilli bir enstruman; çünkü insan sesini tek bir enstruman gibi düşünemeyiz. Tıpkı parmak izi gibi, her bireyin sesi farklıdır; çok özel bir ilgi ve birikim gerektirir, büyük bir sorumluluk açıkçası.
Açık Radyo’daki Dünyanın Cazı ve Bi’ Şarkım Var programınızdan nasıl geri dönüşler alıyorsunuz? Oradaki deneyiminiz nasıl?
Öncelikli olarak bu programları düzenli yaptığım için sürekli araştırmam gerekiyor. Hayal edin, haftada iki gün canlı yayın müzik programı. Bu sayede sürekli yeni müzikler dinliyorum ve büyük bir keyifle bu müzikleri paylaşıyorum. Bi’ Şarkım Var programının yeri benim için daha ayrıdır; yaşadığımız coğrafyanın şarkı yazarları belgeseli olarak görüyorum o programı. Bu proje önümüzdeki aylarda bir albüm ile şenlenecek; hatta yaptığımız söyleşileri kitap olarak yayınlamayı da düşünüyorum bir gün.
A Little Red Bug adını albüme vermek nasıl gelişen bir süreç sonunda oldu?
Bu albümün bir konsepti olmadığını düşünüyordum başlarda. Çoğuna son yıllarda yazdığım bir grup şarkı olarak bakıyordum, üstelik bir albüm soundu da yok, sanki 11 singleın bir araya gelmesi gibi. Sonra böyle olmadığını farkettim. Şarkıların bütünü hayatla ilgili bir bakış açısını kapsıyor, kişisel ve toplumsal sorgulamalar içeriyor. Benim ısırıp kaşındıran küçük kırmızı böceğim bu durumu en iyi tarif edebilecek isim oldu.
Müziğinizle ne anlatmak istiyorsunuz?
Kötü ve samimiyetsiz müziğe tahammülüm yok; o yüzden elimden gelen en iyi ve en samimi müziği yazıp icra etmeye çalışıyorum.
Bu sıralar, kimlerden ilham alıyorsunuz?
Çok yakın zamanda bir öğrencim vesilesiyle “Gentle Giant” isimli bir grup keşfettim. 70’lerden, İngiliz bir grup. Takık durumda onları dinliyorum şu sıralar.
Nesne olarak -mesela elinize alıp baktığınızda, evirip çevirdiğinizde- bu albümle, görüntü üzerinden kurduğunuz ilişki nasıl?
Müzik aslında tamamiyle kaydedilebilir bir şey değil; tıpkı tamamiyle notaya dökülemediği gibi. Bir de bunu nesneleştirip rafa koyuyoruz, yadırgıyorum bu açıdan baktığımda.
Tasarımcı Hatice Çavdar mı?
İlk albümün tasarımcısı Hatice Çavdar idi. Çok sevdiğim, ödüllü bir tasarımdı. Bu albümde Sanat Deliorman’la çalıştık; fotoğraflar Aslı Girgin’e, styling Raf Stesmans’a ait. Çıkan işten yine çok memnunum.
Ekipte kimler var?
Ekip epey kalabalık: Serhan Erkol, Barış Ertürk, Alper Maral, Adem Gülşen, Selen Gülün, Cansun Küçüktürk, Şevket Akıncı, Cenk Erdoğan, Ömer Türkoğlu, Baran Say, Alper Yılmaz, Erdem Göymen, Ekin Cengizkan, Orçun Baştürk, Riccardo Marenghi, Korhan Erel, Sadık Elçin, Rüya Nesrin Kılınçkını, Ceyda Özbaşarel Gülşen, Sumru Ağıryürüyen, Banu Küçük, İdil Belgin Küçükdoğan, Zeynep Karaçal, Elena Ünaldı, Yılmaz Bişer.
Oynak Dünya’nın nefes aldıran ve ani atışlar yapan bir yapısı var. Sanki Maçka Parkı’nda topluca dans edip mutlu bir yere gidiyormuşuz gibi. Arada durup sonra coşup. Sizdeki karşılığı nasıl?
İsyankâr bir şarkı Oynak Dünya; o yüzden sağı solu hiç belli olmayan bir şarkı. Prozodiyle de biraz eğlendim bu şarkıda, ama anlattıkları pek eğlenceli değil aslında.
Şu sıralar Bye Bye Blackbird çalışan arkadaşıma (Zeynep) yeni albümünüzde olduğunu söyledim. Things albümünüzdeki How Deep is the Ocean’ı da çalışan başka bir arkadaşımız (Mustafa) var. Ona da onu söyledim. Bir caz standardıyla -ilk elinize aldığınız andan vedalaşmanıza kadar geçen zamanda- sizin yolculuğunuz nasıl oluyor? Nerede başlıyor ve bitiyor?
Caz standartlarıyla yolculuğumun biteceğini sanmıyorum; ama tanışma kısmı çok eğlenceli. Ben başta melodiyi ve sözleri iyice öğrenirim. Sonrasında şarkıyla kişisel bir bağ kurduysam kendi yorumumu oluşturmaya çalışırım. Genellikle armoninin en özüne inmeye çalışırım; yani elime silgiyi alıp bir sürü akoru silerim. Sonra yeni tabloya tekrar bakarım, oradan yol alırım. Bir insanın makyajını silip kıyafetlerini çıkarmak, sonra kendi uygun bulduğunuz şekilde tekrar giydirmek gibi.
Farklı coğrafyaları tanımış, kuytulara girip çıkmış bir albüm mü A Little Red Bug?
Ne güzel ifade etmişsin, teşekkür ederim.
Islık sizce nasıl bir şey?
Çocukluğumdan beri sürekli ıslık çalarım; ıslık çalmadan yolda yürüdüğüm nadirdir. Birbirini tanımayan, yolda yürürken ıslık çalan insanların bunu farkettiklerinde karşılıklı gülümsediği anlar oluyor bazen, güzel anlar onlar.
Bazı (vokal) arkadaşlar toplanmış birlikte bir eser yaratmışlar gibi, albüme bütün olarak bakınca.11 şarkı var; sanki 4-5 de farklı vokal var gibi, ama hepsi sizsiniz. Buna ne dersiniz?
Albümde back vokal yapan 4-5 kişi var aslında; ama sorduğunuz soruyu anlıyorum. Yalnız tek bir sesimiz olmak zorunda değil. Tek bir sesim olmadığını farkettiğimde Randy Esen’le vokal çalışıyordum ve ona danışmıştım: Hangisi benim sesim, diye sormuştum. Hatta Randy’le bugün birlikteydik ve bu anımızı hatırladık. Şöyle cevap vermişti: Hepsi senin sesin!
Yapımcılığını ve aranjmanlarını üstlendiğiniz bu albümde hangi şarkıları kime emanet ettiniz?
A Little Red Bug’u Cansun Küçüktürk ile birlikte düzenledik. Şevket Akıncı Set Me on Fire, Baby!’i, Selen Gülün Tomorrow’s Memories’i, Cenk Erdoğan ise Gidersen’i düzenledi. İlk albümümde tüm şarkıları kendim düzenlemiştim; bu sefer farklı dokunuşlar arayışına girdim. Çıkan sonuçtan çok memnunum.
Walkin’ Down the Bass Line’daki sinek vızıltısı gibi olan ses nedir?
Kazu isminde, kerameti on liralık bir enstrumandır.
Sahneye çıktığınız an size ne oluyor?
Müthiş heyecanlanırım: Sağ diz kapağım titrer, kızarırım, terlerim. Eskiden buna üzülürdüm, profesyonel bir izlenim yaratmadığımı düşünürdüm. Artık farklı düşünüyorum, buna şükrediyorum; çünkü demek ki hâlâ ilk günkü kadar önemsiyorum.
Şarkı yazma yolculuğunda İngilizce ile mücadeleniz oldu mu hiç?
Oldu tabii ki. Ancak prozodiyi, yani sözdeki vurguyla müzikteki vurgu arasındaki ilişkiyi anladığımda rahat ettim. Ayrıca anadili İngilizce olan arkadaşlarım, bu dile bakış açımdaki farklılığın çok ilgi çekici olduğu konusunda beni yüreklendirdiler. Örnek verecek olursam, bazı deyişleri yanlışlıkla tersten kullanıyormuşum ve bu olumlu anlamda bir sürpriz etkisi yaratabiliyor, dinleyicide merak uyandırabiliyormuş.
Things albümünüzde Where is Home var. Ev neresidir sizce?
Where is Home çok az insanın dikkatini çeken, aslında albümdeki en sevdiğim şarkılardan biri. Ev her insan için başka bir şeyi ifade eder, benim mekansal olarak bir evim henüz yok, öyle bir bağ/aidiyet hissetmiyorum. Belki de benim evim içimdeki şarkıdır.
Plak şirketi kurma deneyiminizden bahsetmek ister misiniz? Üretimin pek çok kolunda olmak yaptığınız işi nasıl etkiliyor?
Plak şirketi kurmayı seçeceğim zamana kadar bekledim. Yani, mecbur olduğum için değil, kendim öyle istediğim için olsun istedim. Bu zaman gelince harekete geçtim. Sistemi anlamak şimdiye kadar beni olumlu olarak etkilemedi. Ancak özgün bir model geliştirmeyi hedefliyorum. Bunu yapanlar bu ülkede de var; çok büyük yaygara koparmıyor olabilirler ama varlar, onların varlığı bana güç veriyor. Şimdilik araştırmalar ve deneyler yapıyorum.
İstanbul’daki (sahne-müzik) mekânlarla kurduğunuz ilişki nasıl?
Eğer mekândaki ses sistemi iyiyse ve istediğimiz müziği yapabiliyorsak, hele ki dinleyici de ilgiliyse o konser eşsiz bir deneyim oluyor.
Birinci olduğunuz 2008 Nardis Caz Vokal yarışmasındaki performansınızı hatırlıyor musunuz? Şimdi bakınca nasıl görünüyor?
Çok iyi hatırlıyorum. Hem o süreçte çok hissederek söylediğim şarkılardı; böylece samimi bir performans olmuştu, hem de armonilerine sıkı çalışmıştım. Benim için bir dönüm noktası olmuştu o yarışma; ailemi de müzik eğitimi almam konusunda ikna edebilmemi sağlamıştı.
Manhattan School of Music yıllarından neler öğrendiniz?
Manhattan School of Music hem kabul edilmesi hem de mezun olması çok güç bir okuldur. Bu zorlu yolda birçok arkadaşım okulu bitirememişti. Ancak kendini adayanlar mezun oldular. Benim bu okuldan edindiğim en değerli iki şey, kendini bir amaca adamanın erdemi ve de bana kattığı müzikal vizyon oldu. David Liebman ve Theo Bleckmann gibi hocaların olduğu bir okuldan bahsediyoruz ne de olsa.
Şarkı yazmak kolay mı? Nasıl bir süreç yaşıyorsunuz üretirken?
Şarkı yazmak hem çok kolay hem de çok zor. Müzik kariyerimde en çok eğlendiğim kısım şarkı yazmak. Kendinizle başbaşasınız, her şeyden muafsınız, her şeye izniniz var; yeter ki ne anlatmak istediğinizi tam ve net olarak bilin ve prozodiye hakim olun. Ne de olsa şarkı yazımı işindeki tek kural prozodi.
2015 itibariyle Grammy Ödülleri jüri üyesi oldunuz. Bu, nasıl bir süreçten sonra mümkün olabilir? Nasıl bir deneyim?
Belli bir kayıt geçmişi ve uluslararası bir kariyerle mümkün. Nasıl bir deneyim, dürüst olayım mı? Müzik sektöründe bir iş adamı/kadını olarak “başarılı” olmanız gerekiyor ki bu ödülü alma ihtimaliniz olsun. Yani, kendini tamamiyle müziğe adayan, tanıtıma vakit ya da para ayırmayan/ayıramayan birinin almasının pek mümkün olamayacağı bir ödül Grammy. Benim için iyi bir deneyim oluyor; bolca müzik dinleyip gözlem yapıyorum. Dinleyici şunu iyi anlamalı, bizlere ulaşan müzik her zaman “en iyi” müzik değildir. Çok satan müzik her zaman “en iyi” müzik değildir. İyi müziğe ulaşmak için bizim de araştırmamız gerekiyor; aksi taktirde bize sunulanla yetinmek zorunda kalırız ki emin olun, yetinmezseniz ne saklı hazineler keşfedeceksiniz.
İpsiz sapsız’ın başındaki gülücük kimin?
Benim. “Hay Allahım ya!” diyerek gülüyorum.
Tiyatro yaptınız mı hiç?
Küçükken bir dönem ilgilenmiştim ancak devam etmedim; müzik daha çok ilgimi çekti, o yolda ilerledim.