Devlet dersinde öldürülmüş tüm çocuklar anısına yapılmış bir belgesel izledim: Küçük Kara Balıklar / Güneydoğu’da Çocuk Olmak...
İçinde ne mi var?
Babasını konuşturmak için 11 yaşındaki çocuğa tecavüz edenler...
Abisi, dayısı dağa gidenler...
Masalların olmadığı bir diyar...
Lisede ilk göz altını yaşayanlar...
“Hiç soru sormadan dövüyorlardı” diye anlatan koca yürekler...
“Daha hiç bir erkekle tanışmadan, erkeklerin ne kadar çirkin olduğunu orada gördük” diyen kadınlar...
“Bu çamur, bir gün ‘onlara’ da sıçrayacak” diyen küskünler...
“Barış? Ne ile barış? Kaybolan hayatlarla mı?”
Batman, Van, Hakkari, Diyarbakır, Şırnak’tan sesler var belgeselde.
“Türkçe’yi anlamadığımız için gerizekalı muamelesi görüyorduk” diyenleri duymak için illa ki İngilizce ile olan mücadeleyi hatırlamak mı gerekiyor?
90’lı yılları devirmiş bölgedeki çocuklar, “ben güzel yaşadım” diyemiyor.
Sabah baskın oluyor çünkü. Küfürler uçuşuyor havada.
“Kardeşim bir gecede büyüdü; 12 yaşında, intikam duygusu ile o yaşta gerilla oldu. Bizde yaratıldı bu. Acı sürekli var, içimizde” diyen o ses...
Devletin soğuk, vahşi yüzü...
Panzer taramış. Mermiler uçuyor. Ahırlarda yatılıyor. Mahşer yeri gibi... Toplamışlar. “Velev ki büyüklerin suçu var, çocukların suçu ne” diye haykıranlar, günlerce işkenceden geçerken...
“Asker abi bizim evi yakma, fakiriz...”
Öyle deyivermiş bir başka çocuk. Kapıya bağlamışlar onu. “Bu da yansın ev ile birlikte; yoksa PKK’li olur, başımıza bela” demiş askerler.
Kaçmış ama o. Evi yakmışlar.
Evi söndürmeye çalışmış arkadaşları ile sonra. Taş atmış. Ağlamış, çok hem de. Son ağlayışı oymuş. “Sadece ev yanmadı; geçmişim, geleceğim yandı” diyor.
Ölü hayvanlar şişmiş. Dağa çıkmamış; içinde biriken acıları, hıncı müziğe aktarmış. Müzisyen olmuş!
Kömür ocaklarında kıyafetler yakılıyor. Türk bayrağını öptürmüşler. Annesi kanlar içinde gözünün önünde, düşmüş. Elinde, birinin bağırsakları...
“Uğur Kaymaz 12 yaşında, 13 kurşunla terörist diye öldürüldü!”
“Ağırımıza gitti.”
“Gelecek kuramıyorum; ya evime sabah 5’te yine baskın yapmaya gelirlerse...”
“6 yaşındaysan, sen 15 yaşındasın aslında.”
“Ramazan’da bombaladılar!”
Askere gitmek isteyen Kürt’e çürük raporu vermişler. Parasızlıktan kaybolmuş gitmiş hayatlar... Kardeşleri doğuyormuş peş peşe; onların bakımını üstlenmekten çocuk olamamış, okuyamamışlar...
Hem anne hem baba olan çocuklar...
Avrupa üçüncüsü olan bir atlet... O topraklardan çıkmış! “Ben orada bir şeyleri kazandım” dedi ve bu söz benim öyle içime dokundu ki...
“En büyük hayalim mayınların temizlenmesi” yankılandı sonra. Al sana, hayalin böylesi!
4-5 yaşındasın. Kapı vuruluyor. Silahlarla dağıtıyorlar evi. Gazete arıyorlar. Kitap arıyorlar. Babaya tekme tokat...
Dayın? Polisler öldürdü. Amcan? Askerler öldürdü. 8 kayıp ferdin fotoğrafı, tek bir ailenin duvarında asılı.
“Sen onun babasını öldürmüşsün, seni taşlamasın da ne yapsın” diyor. Dokuz kardeşini okutuyor, her işi yapıyor. 10 yaşında, kaçakçılık işinde...
Büyüyünce ne mi olmak istiyorum?
“Dedektif olmak istiyorum ama önden polis olmak gerekiyormuş, polisi sevmediğimden olmak istemedim. Bilim adamına baktım sonra, o da hükümete çalışıyor, hükümet polis. Bir polis kurulumu...”
“Avukat olup adaletin peşinde olacağım.”
“Uzay mühendisi olmak istiyorum.”
“Her sene ağaç dikerim, Batman’daki havanın iyi olması için...”
Masum insanlar ölürken...
Cizre’ye ses ver!
Arada abim aradı. “Acaba” dedim telefonu kapatınca, “ben de o topraklarda doğsaydım, abim dağa gitmez miydi?” Fotoğrafı, duvarımızda asılı olmaz mıydı? Yolu gözlenmez miydi? Anneciğim hıçkırıklarını yutmaz mıydı? Babam gözümüzün önünde dövülse, ertesi gün yüzümüze bakmaktan imtina etmez miydi? Ben şimdi ne yapayım? Bu belgeseldeki çocuklardan özür mü dileyeyim? Yarın sabah yola çıkıp Cizre’ye su, ekmek mi taşıyayım?
“Her şey olması gerektiği gibi oluyor, tevekkül bu” düşüncesine inananlar var.
Öyle mi sahi? Bunlar, olması gerekenler mi şimdi?
Küçük Kara Balıklar / Güneydoğu’da Çocuk Olmak: https://vimeo.com/108880966