Şahsiyet adlı internet dizisi alzheimer başlangıcı olan eski bir adliye çalışanının seri katil oluşunu anlatıyor. "Nasıl olsa unutacağım" diyerek işlediği cinayetlerle geç kalınmış adaleti sağlamaya çalışan Agâh'ı Haluk Bilginer canlandırıyor. Yakın zamanda Haluk Bilginer dizideki performansıyla Uluslararası Emmy Ödülleri'nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünün sahibi oldu ve Türkiye'yi çok sevindirdi. Adaylar arasında İngiltere, Almanya ve Brezilya'dan oyuncular vardı. Değindiği ve değinmediği birkaç nokta dışında, Şahsiyet dizisi bazı feministler tarafından da olumlu karşılandı. Fakat bir konu var ki neden araştırma yapılmadan yer verilmiş anlamakta zorlanıyoruz. Beşinci bölümde yer alan trans deneyimine sahip Naz'ın sorunlu temsilinden bahsediyorum.
Öncelikle yapım, yönetim, yazım ve oyunculuk aşamasında emeği geçenleri ve tüm kadroyu tebrik etmek gerek. Türkiye'nin yurt dışındaki imajının/algısının sandığımızdan çok daha kötü durumda olduğunu ilk elden yakın zamanda gözlemlemiş ülkesini seven bir yurttaş olarak ödül alanların hakkını teslim ettikten sonra "Bir sonraki adım ne olabilir" diye sormadan edemiyorum. Bu sorunun cevabı aşağıdaki söyleşide yer alıyor. Trans kadın ve oyuncu Seyhan Arman, queer-trans-feminist Üzüm Derin Solak ve Naz'ı canlandıran oyuncu Recep Sarı ile konuştum. Çıkan sonuç şu: Şahsiyet dizisi aldığı ödülle birlikte izleyici sayısını daha da arttırdı ve kitleler üzerindeki etkisi yadsınamaz. Beşinci bölümde yer alan trans deneyimine sahip kadın temsili ise problemli görünüyor. Ülkemizde işlenen trans kadın cinayetleri düşünüldüğünde dizideki temsilin nasıl bir algı yarattığı ve neyi beslediği oldukça mühim bir konu.
"Neden trans deneyime sahip kadınlar [oyuncular] bu rollerde oynatılmıyor? Neden trans deneyime sahip kadınlara danışılmadan bu içerikler hazırlanıyor? Trans deneyime sahip kadınların ya bir cinayete kurban gitmesi ya saldırması ya intihar etmesi ya da zorunlu seks işçiliğine maruz bırakılmaları mı anlatılacak hep?" diyor Solak. Arman "Belli ki tüm set trans karakteri 'Kadın kılığına girmiş erkek' olarak değerlendirmiş. Yazık!" derken Naz'ı canlandıran Recep Sarı "Sonuçta erkek damarı tutuyor" cümlesini sarf etti. Diziyi hazırlayan ekibin bu konuda söyleceği söz varsa bu köşe kendilerine açık. Elbette söyleşimizi tüm trans kadınlar adına konuşma niyeti ile hazırlamadığımızı da belirtmeliyim.
Şahsiyet dizisindeki trans kadın adını Nazif'ten Naz'a değiştirmiş. Haluk Bilginer'e "Sen Nazif de diyebilirsin" diyor. Bu ne kadar gerçekçi? Trans kadınlar isim değişikliğinde neler yaşıyorlar?
Seyhan Arman: Aslında hiçbir trans kadın "Sen Nazif diyebilirsin" demez. Çünkü o "Naz"dır. Fakat dizideki karakterin cinsiyet kimliğinden bağımsız başka problemleri var: yalnızlığı, aşk arayışı, Haluk Bilginer'in karakterine ilgisi vs. Belki de uzun yıllardır beklediği "arkadaşını" kaçırmamak için öyle diyor. Benim çok gözüme batmadı. O sahne için olabilirmiş gibi geldi. Trans kadınlar isim değiştirmekte pek problem yaşamıyorlar. Her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi iki şahitle dava açtıkları takdirde isim değişikliği hakları mevcut.
Dizinin tümünü izlediğimizde aslında görüyoruz ki seri cinayetler art arda işleniyor, dizide sadece trans kadın öldürülmüyor; fakat, trans kadınların yaşadıkları şiddet ve cinayetler söz konusu olduğunda çizilen bu portre daha hassas işlenebilirdi. Dizide tek bir trans kadın var ve öldürülüyor. Ne dersiniz?
Seyhan Arman: Ben öldürülmesi ile ilgili bir problem göremedim. Daha çok öldürülmesine sebebiyet veren davranışları problemli. "Hak etti" imajı problemli ve hatta trans kadının bu kadar kolay cinayete teşebbüs edebilmesinin normalliği daha çok gözüme battı.
Tartışma anında trans deneyimi olan kadının, yani Naz'ın peruğu düşünce feminen davranıştan refleks maskülen davranışa geçiyor. Sanki feminenlik o vakte kadar rolmüş gibi temsil ediliyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Seyhan Arman: Ülkemizin seyircisi ne ki, sanatçısı ne olsun! Dizide neredeyse herkes star isim. Oyuncular, yönetmen, yapımcı vb. Hemen hemen hepsinin önünde saygı ile eğilirsin ama onların bir trans kadına bakışı da bu kadar işte. Belli ki tüm set trans karakteri "Kadın kılığına girmiş erkek" olarak değerlendirmiş. Yazık!
Naz, Haluk Bilginer'in canlandırdığı Agâh'a bir ara cinsel arzusunu belli eden davranışlarda bulunuyor. Bu durum dizideki temsilden dolayı "Trans kadınlar eski dostu ile karşılıklı iki laf edemez, ilk fırsatta cinsel ilişki yaşamak isterler" algısı oluşturuyor. Bu ne kadar doğru?
Seyhan Arman: Kendi adıma söyleyeyim: girdiğim her ortamda, her işte, her karşılaşmada kendimle ilgili gizli gizli enformasyon vermek durumunda kalıyorum. "Seninle yatmak istemiyorum, seks yapmaya çalışmayacağım", "Uyuşturucu bağımlısı değilim", "Az sonra durduk yere sana saldırmayacağım", "Ben erkek değilim" vb onlarcası. Bu da demek oluyor ki benim bir trans kadın olarak girdiğim her ortamdaki bakış açısı bu. Hiç şaşırmadım yani.
Genel olarak bu sahneyi nasıl değerlendirirsiniz? Bu rol için trans deneyimi olan bir kadına teklif gitse ne değişirdi?
Seyhan Arman: "Translar oyuncu değildir, olamazlar zaten" önyargısı ile işin profesyoneli olmayan, LGBTİ ve trans hakları konularında farkındalığı olmayan bir transa gitseler de sahne hemen hemen aynı olurdu. Fakat bu farkındalığı olan, aynı zamanda oyuncu bir trans kadınla çalışsalardı sahnenin ruhu olur, oyunculuğun gerçekçiliği artar ve önyargıları besleyen bölümler olmazdı.
Sizce yeterince araştırma yapmışlar mı? Yoksa kendi kafalarındaki trans algısına mı yer vermişler?
Seyhan Arman: Tabii ki yapmamışlar. Aynen kendi trans algılarına göre yazıp oynayıp yönetmişler.
Haluk Bilginer ödül aldıktan sonra diziyi çok daha fazla kişi izledi. Sizce dizinin bu bölümü, izleyicinin translar hakkındaki görüşünü inşa etme konusunda neye hizmet ediyor?
Seyhan Arman: Çok şey değişmiyor; çünkü zaten öyle zannediyorlar. En fazla öyle zannettikleri şeyin altı biraz daha çizilmiş oluyor. Fakat konu tam tersi şekilde işlenseydi seyircilerin bakış açılarında farklılık olabilirdi.
Bu gibi temsillerin yerini hakkaniyetli temsillere bırakması için bize düşen sorumluluk ne olabilir?
Seyhan Arman: Mücadele etmeye, setlerde/sahnelerde kendimizi var etmeye, önümüze çıkan her fırsatta "Hayır öyle değil, böyle!" demeye devam etmek gerekli.
Söyleşinin devamında aynı soruları LGBTİQ+ aktivisti Üzüm Derin Solak cevaplıyor.
Şahsiyet dizisindeki trans kadın adını Nazif'ten Naz'a değiştirmiş. Haluk Bilginer'e "Sen Nazif de diyebilirsin" diyor. Bu ne kadar gerçekçi? Trans kadınlar isim değişikliğinde neler yaşıyorlar?
Üzüm Derin Solak: Öncelikle belirtmek istiyorum dizinin tamamını seyretmedim, konusuna dair ortalama medyadan duymuşluğum ve haberlerini okumuşluğum var. Bana attığınız bölümde geçen ve öldürülen trans kadın üzerinden bir değerlendirme yapacağım. Her ne kadar bu bir dizi de olsa yani bir senaryo, bir kurgu da olsa yaşanmış hikâyelerle benzer tarafları var. Bir kurgu anlatısı üzerinden film sektöründe her konuyu işlemek mümkün. Burada da toplumsal hafızada yer etmiş bir konunun olağanlaştırılmış, kriminalize edilmiş bir bölümünü izliyoruz. Ama kriminalize edilen daha ziyade cinayeti işleyen değil cinayete kurban giden… Peki, neden? Dizi yapımcılarının senaryoda geçen bu bölüme dair elbette bir açıklaması vardır. Eğer bir soru soruldu ise onlara…
LGBTİQ+ aktivistlerinden Şevval Kılıç dizinin tamamını izledikten sonra Twitter kanalı ile yönetmen Onur Saylak'a bu konuyu sormuş/görüş bildirmiş ve cevap alamadığını paylaştı. Ben de bu yazıyı hazırlarken aynı şekilde kendisine ulaşmaya çalıştım ve cevap alamadım. Elbette bu yazıdan haberdar olurlarsa açıklamalarına yer vermek isteriz. Dizinin tümünü izlediğimizde aslında görüyoruz ki seri cinayetler art arda işleniyor, dizide sadece trans kadın öldürülmüyor; fakat, trans kadınların yaşadıkları şiddet ve cinayetler söz konusu olduğunda çizilen bu portre daha hassas işlenebilirdi.
Üzüm Derin Solak: Agâh'la geçen karşılaşma hikâyesinde Naz onu tanıyabilmesi için Agâh'a atanmış ismini kullanıyor mecburen yoksa Agâh onu tanımayacaktı. Aslında bir açılma anı da yaşıyor Naz. Birçok trans deneyime sahip kadın ve erkek hayatlarında benzer açılma biçimlerini yaşarlar. Öncelikli tanışma tercihleri bu olmasa da atanmış isim üzerinden trans deneyime sahip kişiler için bir travma üretse de sosyal ilişkilenmelerde eğer geçmişten bir bağ var ise mecbur kalabiliyorlar. Bunun çok çeşitli sebebleri var. Uyum sürecine girmiş trans deneyime sahip insanların çok çeşitli sistematik ve sosyal bağları var. Bölümde de olduğu gibi ortalama yirmi yıl kadar önce dost olan iki insanın karşılaşma anını görüyoruz. Dolayısıyla Naz'ın bu karşılaşma anında eski arkadaşıyla görüşme çabasını da izliyoruz. Bunu hiç istemeyebilirdi de. Buradan yola çıkarak yalnızlaştırılan trans deneyimine sahip kadın ve erkeklerin hayata tutunma çabasında sosyallik, aile, çocukluk, ergenlik dönemlerinde yaşanmış arkadaşlıkların son derece önemli olduğunu söylemek pek mümkün. Konunun geçtiği bölümün bir sahnesinde Agâh, Naz diye hitap ediyor ve bu Naz'ın çok hoşuna gidiyor; çünkü bir kadın olarak ona gerçek adıyla hitap ediyor. Çünkü Naz bir kadın. Konu boyunca da kadınlığına dair beyanlarını duyuyoruz. Anormal olan bu beyanlar değil esasında, Agâh'ın tepkileri anormal. Dediğim gibi bir dizideki hikâye anlatımı bu ama bir normal-anormal kıyaslaması yapmak gerekiyorsa durum bu. Trans deneyime sahip kadın ve erkeklerin var olduğunu hesaba katmayı başarabilirsek eğer bu çeşitli şaşkınlıkları yaşamayacağız. Agâh da yaşamayacaktı.
Tartışma anında trans deneyimi olan kadının, yani Naz'ın peruğu düşünce feminen davranıştan refleks maskülen davranışa geçiyor. Sanki feminenlik o vakte kadar rolmüş gibi temsil ediliyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Üzüm Derin Solak: Dizide anlatılan trans deneyime sahip Naz'ın nasıl bir uyum süreci yaşadığını bilmiyoruz. Her trans deneyime sahip kadın ve erkek uyum sürecine girmek zorunda değil, bu tamamen bir ihtiyaç meselesi ama bildiğimiz, onun beyanı üzerinden bir kadın olduğu. Nasıllığını sorgulamanın doğru olmadığını düşünüyorum nasıllık bizi transfobiye götürür. Sorduğunuz soruya bağlı olarak kavga anında peruğunun düşmüş olması can havliyle kendini korumaya çalışırken aslında maskülen de birden feminen hâlinden maskülen hâle geçiyor hissiyatının yaratılmasını transfobik buluyorum. Bu bir hikâye de olsa çağrılan yer tam da burası. Türkiye'de ve dünyada işlenen birçok nefret cinayetinde biliyoruz ki katiller "Kadın sandım erkek çıktı'' bahaneleriyle ya cezasız kaldılar ya da ceza indiriminden faydalandılar. Burada okumamız gereken, bir cinayetin işlendiği. Cinayete kurban gidenin ne kadar maskülen ne kadar feminen olduğu değil. Bu ve benzer konuları gerçek hayata endekslediğimizde durumun pek de hoş olmadığını aslında çok tehlikeli yanları olduğunu söylemek yerinde bir tespit olur. Çok çeşitli kadınlık ve erkeklikler var. Naz da bunlardan bir tanesi, evet, Türkiye'deki bütün trans deneyime sahip kadınları temsil etmese de Naz bir kadın. Bu ve benzeri anlatımların transfobiyi beslediğini biliyoruz. Dizideki konuda yeni bir şey sunulmuyor. Aslında tam da toplumsal nefret hafızasının istediği yapılıyor dalga geçilmeye müsait, karikatürleştirilen bir ana dönüştürülüyor cinayet anı. Dolaylı olarak izleyicinin öteki kadınlara olan nefreti bir şölene dönüştürülüyor böylelikle ve katil tam da bu aşamada haklı olarak birini öldürmüş oluyor.
Dizide tek bir trans kadın var. O da öldürüldü. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Üzüm Derin Solak: Neden trans deneyim diyoruz; çünkü bu bir doğuş hikâyesi. Bazı kadınlar ve erkekler trans doğarlar. Hepimizin bir doğuş hikâyesi var. Sadece trans demenin doğru olduğunu düşünmüyoruz bu deneyimimizin adı kimliğimizin adı değil. Deneyim bir perde gibi asıl kimliğimizin adını kapatmamalı. Dizideki Naz da trans deneyime sahip kadınlardan biri. Sadece trans oluşu üzerinden bakarsak dizide ve gerçek hayatta transfobiye bağlı birçok nefret hikâyesini ya örtmüş oluruz ya da bazı durumlarda tam adaleti sağlayamayız. Bu ülkede bahane edilen translık üzerinden yüzlerce trans deneyime sahip kadın hunharca öldürüldü. İstatistiklerde kadın cinayetleri kotasında bile değerlendirilmedik. Hâlen hâli hazırda nefreti önleyici, pozitif ayıran ve koruyan bir yasamız yok.
Türk sinemasında ve medyasında özellikle trans deneyime sahip kadınların öldürülmesi bir kader bir gelenek gibi. Burada alıştırılan ve kanıksatılan bir hâl var adeta trans deneyime sahip kadınların ya bir cinayete kurban gitmesi ya saldırması ya intihar etmesi ya da zorunlu seks işçiliğine maruz bırakılmaları anlatılır hep. Böyle şaşalı bir dizide başka bir konu işlenebilirdi ve eminim çok da başarılı olurdu. Neden bir aşk hikâyesinde normatif koşullarda ve konularda işlenmiyor? Ve neden trans deneyime sahip kadınlar bu rollerde oynatılmıyor? Ama aynı zamanda bu bir pazar ve pazarda satılan ürünlerin alıcıları var. Tam da bu noktada üreticiler sektörel anlamda talep edileni satmak istiyor. Mağdur karakterler, dayak yiyen kadınlar, namus cinayetleri, nefret cinayetleri ve kötü yaşam biçimleri sıralamasında ilk sıralarda ama aynı zamanda tropik bir meyve gibi başka bir dünyaya ait, tam da merakla izlenmesi gereken trans deneyime sahip kadıların hayatları… Yapımcılar daha ziyade bunu istiyorlar ve bence bilinçli de yapılıyorlar. Bilinçli olarak nefrete ortak oluyorlar, buna pazar açıyorlar.
Naz, Haluk Bilginer'in canlandırdığı Agâh'a bir ara cinsel arzusunu belli eden davranışlarda bulunuyor. Bu durum dizideki temsilden dolayı "Trans kadınlar eski dostu ile karşılıklı iki laf edemez, ilk fırsatta cinsel ilişki yaşamak isterler" algısı oluşturuyor. Bu ne kadar doğru?
Üzüm Derin Solak: Agâh ile Naz arasında enteresan bir diyalog geçiyor. Aslında romantik dakikalar var bölümün başka bir sahnesinde. Agâh bir alzheimer hastası, birden Naz ile gençliği aklından birtakım anlar şeklinde kare kare geçiyor. Geçmiş bir giz gibi anlatılıyor sahnede. Yoksa Agâh ile Naz arasında gençliklerinde gizli bir aşk mı yaşanmıştı? Yoksa Agâh bunu hatırlayıp Naz ona yaklaştığında birden bu gizli ve yasak aşkı mı hatırlıyor da Naz'ı bıçaklıyor? Buralar muamma tabii ki. Belki de senarist bu şekilde bir trans nefret cinayetine de dikkat çekmek istiyor, bilemiyoruz. Trans deneyime sahip bir kadın ilgi duyduğu bir erkeğe yaklaşıyor tam da rakıların içildiği sarhoş olunan bir anda. Bunu bir erkek bir kadına yapmış olsa ya da natrans (yani trans olmayan) bir kadın yapmış olsa bu kadar tuhaf bakar mıydık bu yaklaşma hâline? Hayır, çoğunlukla böyle bakılmazdı. Sırf trans deneyime sahip bir kadın olduğu için ve senaryo bu anlarda flu işlediği için eski arkadaşına yavşayan bir trans kadın anlatılıyor. Ya da yine toplumsal hafıza bunu istiyor, böyle görmek istiyor. Ya da senarist böyle anlatmak istiyor. Yani transfobik bir anlatım aslında. Türkiye'de trans deneyime sahip kadınlar/erkekler ve eşcinseller hep sapkın anlatılırlar. Transfobiyi ve homofobiyi sinema ve medya dilinde birçok projede görebiliriz. Belki de artık bu dilden ve anlatımdan bir an önce vazgeçmeliyiz. Uzun vadede yararlı, toplumsal kabulün bir hayli zor olduğu bu mevzuda pozitif adımlar atılmalı. Öteki türlü nefrete çanak tutmaktan öteye geçmiyor. Ve kimlikler maalesef son derece yanlış tanıtılıyor topluma, hedefli ve planlı bir yerden adeta nefretin odağı olması yönünde amaç edinilerek anlatılıyor.
Genel olarak bu sahneyi nasıl değerlendirirsiniz? Bu rol için trans deneyimi olan bir kadına teklif gitse ne değişirdi?
Üzüm Derin Solak: Dizideki bu sahneden görüyoruz ki tektipleştirilen bir konu var. Son derece klişe ve basit bir yol izlenmiş aslında. Daha önce de belirttiğim gibi kriminalizasyona açık bir durum hikâyesi. Peruk takıp makyaj yapan bir trans kadın hikâyesi aslında izleyicinin hep bildiği ve enteresan bir şekilde hep isteyeceği bir tipoloji; çünkü bildiği nefretini yaşatabileceği, dalga geçebileceği ona istediği gibi cinsiyet atayabileceği bir tip bu transfobik ve ön yargıları olan izleyici kitlesi için. Anlatım dönüştürmüyor tam tersine nefreti trans kadın üzerine odaklayıp haklı çıkartıp besliyor. Evet, Naz bir kadın ama hikâye olarak bu kriminalizasyona kurban gidecek de bir kadın. O yüzden bu hikâyede ve sahnede görebiliyoruz. Transfobiyi yaşatmak istemişler ya da anlatmak istemişler ama bence yaşatmak istemişler. Gerçek hayatta dezavantajlı insan gruplarının ve çeşitli kimliklerin her ne kadar bir film, dizi hikâyesi de olsa bu mesela, burada konumuz transfobi olunca politik olarak doğru bulmuyorum. Mesela siyahi kadınların siyahilikleriyle dalga geçmek gibidir trans kadınların translıklarıyla dalga geçmek, bunun yansımaları toplumsal ölçekte büyük ve zarar verici. Neden bir deneyimin öznesi trans kadının oynatılmadığını yönetmene sormak lazım ama özneler her zaman daha iyi anlatırlar diye düşünüyorum kendi hikâyelerini.
Sizce yeterince araştırma yapmışlar mı? Yoksa kendi kafalarındaki trans algısına mı yer vermişler?
Üzüm Derin Solak: Yeteri kadar araştırma yapılmadığını söylemek mümkün aslında. Bazı hikâyeleri ve karakterleri anlatırken oyunculukta, özellikle görsel alanda sadece oyuncu performansı üzerinden olmamalı bu. Sosyal analizine varıncaya dek yapılmalı. Evet, senaryo ve konuya bağlı olarak kafalarındaki trans kadın karakterine yer verilmiş burada ama çok bilindik bir yer veriş bu. Bazı konular hassasiyet içerir ve yayımlanmasının kazanımları vardır. Olumlu anlamda neye dokunduğuna dair bir kazanım göremiyorum. Yıllardır yapılan aynı şeyi görüyorum. Beni heyecanlandıran, level atladık diyen bir adım bulamıyorum.
Haluk Bilginer ödül aldıktan sonra diziyi çok daha fazla kişi izledi. Sizce dizinin bu bölümü, izleyicinin translar hakkındaki görüşünü inşa etme konusunda neye hizmet ediyor?
Üzüm Derin Solak: Bu dizi dünyaca ünlü prestije sahip bir ödülü alan bir oyuncunun başrol oynadığı ve ödül aldıktan sonra daha da büyük kitlelere ulaşan bir yapım. Ve uzun süre de gündemde kalacak. Sosyal medya çağında yaşıyoruz. Bireysel hesaplarımızda bile ne yazdığımızın zaman zaman çok önemi olurken milyonlara ulaşan projelerde çok daha dikkatli davranmamız gerektiğinin ve çeşitli kimliklerden bahsederken iyi araştırmalar yapmamız gerektiğinin farkında olmamız lazım. Bazen tek bir kelime bile dünyayı değiştirebiliyor. Bu dizideki bu hikâye sadece bir kurgu gibi anlatılsa da maalesef gerçek yaşamda bir karşılığı var. Aslında dizide bir hikâyede geçen bu basit, karikatürleştirilen anlatımın transfobiyi üretmenin haricinde öteki kadınlıklara bir faydası olduğunu düşünmüyorum. Bu ya da başka bir projede oyunculuklar çok iyi olabilir ama gerçek hayatta bazı şeyler çok iyi değil. Yazının başında neden hikâyede geçen olayın karakterlerinin, katil karakterin değil de kurbanın kriminalize edildiğine dair bir "peki neden?'' sorusu sormuştum. Aslında her zaman gerçek hayatta da dizilerde de katiller kriminalizedir. Fakat bu hikâyede Naz bir cinayete kurban gitmesine karşın, toplumun istemediği öteki bir kadın olarak katilin onu öldürmesini haklı çıkartan bir anlatımla karşımıza çıkartılıyor. Daha makbul bir kadın olsa idi muhtemelen insanlarda vicdanı sızlatan bir duygu yaratabilirdi. İzleyici ah, vah ederdi. Fakat bu olmuyor, görüyoruz ki. Ölüm duygusunda bile ayrıştırılan kimlikleri oynarken, yazarken, çizerken çok adaletli okumalar yapmak zorundayız. Evet, performans bir gerçekliği anlatmaksa çok daha başka, gerçek hayatta adaleti sağlayacak ve level atlatabileceğimiz hikâyeler var.
Bu gibi temsillerin yerini hakkaniyetli temsillere bırakması için bize düşen sorumluluk ne olabilir?
Üzüm Derin Solak: İletişim dilinin izleyicileri direkt etkilediği televizyon, medya ve sinema sektöründe çok daha fazla iş düşüyor yapımcılara. Ülke olarak çok gerideyiz. Hâlen sansürleniyoruz. Gerek teknik olarak oyunculukta gerekse işin yapım aşamasında daha fazla trans deneyime sahip kadın ve erkeklerin görüşüne başvurulmalı bence. İstihdam alanı açık olmalı mesela. Daha fazla oyuncu olmalı sektörün her alanında. Her türlü anlatım, kimliklerin öznelerinden fikir alınarak yapılmalı. Araştırılmalı. Yapımcıların, yönetmenlerin kişisel zevk ve estetik algılarına bırakılmamalı. Eleştiri hakkımız olmalı. Bilgi olarak vermek istiyorum ki trans nefret cinayetlerinde Avrupa'da ilk sıradayız. Ülke dahilinde baktığımızda bir trans ülkesi olmamıza rağmen birçok alandan yüzlerce mağduriyet hikâyesi görebilir, duyabiliriz trans deneyime sahip kadınlar ve erkekler tarafından. Belki artık çok daha başka projeler olmalı. Ölümlerden, cinayetlerden ziyade romantik komedi aşk hikâyelerinde başrolleri oynamalıyız. Yaşamın her alanında hakkımız var. Doğru iletişim mekanizmalarını oluşturmak zorundayız. Dolayısıyla alan sahiplerine yapımcılara, yönetmenlere bu anlamda, buluşturucu ve aracılara çok iş düşüyor. Dille ilgili bir problemimiz var. Ezberlerden kurtulamadığımız müddetçe yeni bir dil inşa etmemiz pek mümkün değil. Fırsat yaratmak zorundayız. Dezavantajlı grupları pozitif ayırmak zorundayız. Zor ve çetrefilli gibi algılanan bu yolculuk son derece kolay da geçebilir. Tam da bu dizideki bir hikâyeden bahsederken şunu söylemek mümkün ki, inanın milyonlara ulaşmış artık dünyada da duyulmuş bir dizide bir ezber yerine yeni, gözetilmiş düşünülmüş başka bir konu işlenmiş olsa idi çok daha faydalı ve yararlı olacaktı. Yani demem o ki ölüm değil, çözüm…
Söyleşinin kalan bölümü, Naz'ı canlandıran oyuncu Recep Sarı ile sosyal medya üzerinden yaptığımız görüşmeye ait.
Şahsiyet dizisi beşinci bölümde Naz'ı oynayan oyuncusunuz diye tahmin ediyorum, değil mi? Davetimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.
Recep Sarı: Rica ederim. Evet, Nazif karakterini oynamıştım.
Tebrik ederim. T24'te yazıyorum ve dizi hakkında ve trans kadınların görünürlüğü hakkında bir yazı hazırlıyorum. Görüşlerinize yer vermek isterim.
Recep Sarı: Tabii memnuniyetle.
Karakteri nasıl çalıştınız? Nasıl hazırlandınız? Trans deneyimi olan kadınlardan destek aldınız mı? Ben Naz diye sordum siz Nazif diye cevap verdiniz. Bu konuda söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Tiyatro sanatçısı ve senarist olduğum için gözlemlerimden faydalandım. Özel bir çalışma yapmadım. Çevremde travesti ve transeksüeller vardı. Onları gözlemledim. Ama çoğu özenti ve öyküntülerinin kurbanı oluyor. Alt yapıları çoğunun zayıf ve psikolojileri hazır değilken operasyon yaptırıyorlar. Hermafrodit olup da cinsiyet değiştirenleri ayrı tutuyorum. Diğerleri ne yazık ki fuhuş batığına saplanıyorlar.
Tartışma anında trans deneyimi olan kadının, yani Naz'ın peruğu düşünce feminen davranıştan refleks maskülen davranışa geçiyor. Sanki feminenlik o vakte kadar rolmüş gibi temsil ediliyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Recep Sarı: Peruk çıkarma oyununu ben buldum. Yönetmen Onur (Saylak) da çok beğendi. Ölüm korkusu ve can telaşı insana her şeyi yaptırır. Sonuçta erkek damarı tutuyor. Kaba güce karşı duruyor. Peruk düşmüyor özellikle Naz çıkarıyor. Biraz da kendini savunmak için; çünkü elinde başka silahı yok.
Naz, Haluk Bilginer'in canlandırdığı Agâh'a bir ara cinsel arzusunu belli eden davranışlarda bulunuyor. Bu durum dizideki temsilden dolayı "Trans kadınlar eski dostu ile karşılıklı iki laf edemez, ilk fırsatta cinsel ilişki yaşamak isterler" algısı oluşturuyor. Bu ne kadar doğru?
Recep Sarı: Tabii ki dostluk var temelde ama Nazif'in yıllarca bastırdığı duyguları alkolün de etkisiyle resmen fışkırıyor, lav saçıyor. Agâh'a platonik âşık, kara sevda kıvamında. Ve tabii ki yapayalnız trans bir birey Nazif…
Neden Naz yerine Nazif demeyi tercih ediyorsunuz?
Recep Sarı: Ne bileyim, tekst geldiğinde karakter Nazif (Naz) yazılıydı, öyle kaldı herhalde. Ayrıca üstte tartışma anı yazmışsınız, öyle değil, resmen ölüm kalım savaşı veriyor Nazif.
Sizce senarist/yönetmen/yapımcı yeterince araştırma yapmış mı bu konuda? Trans kadınlarla ilgili sahneler nasıl yazılıyor? Danışmanlık alınıyor mu? Çünkü bölüm transfobik bulundu bazı LGBTİQ+ aktivistlerince. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Recep Sarı: Valla onu Onur'a (Saylak) ve Hakan'a (Günday) soracaklar. Bence homofobik değil gayet insani ele alınmış karakter. Agâh sırf trans katletseydi tamam ama adam bir rezalet karşısında suskun kalanların cezasını veriyor.
Oyuncu olarak transfobik tartışmalara yol açabilecek bir rolde oynama kararınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Recep Sarı: …