Meraklı olduğunda yapacak bir sürü ilginç şey bulursun. ~ Walt Disney
Merak öğrenme mumunun fitilidir. ~ William Arthur Ward
Bacaklarını açıp uzandı. Üzerinde ameliyat önlüğü.
Esprilerinden, çoraplarından, bileğine dolanmış renkli ince ipten, saçının fönünden, cildinin bronzluğundan hakkında fikir sahibi olduğumu sandım.
Bu kadına narkoz verdiler.
Doktor operasyon bölgesini, yani vajina dış çeperini, ‘açık kahverengi bir sıvıyla’ silip kadının içine ‘minik bir sopa’ soktu ve yumurta toplamaya başladı. Kadın bayılırken “Pembeleri toplayın” diyordu. Kız bebek istediğini bu yolla söylediğini anlamam çok hızlı olmadı.
Sonra karşıya dedikleri yere gittik. Anadolu yakasına geçeceğiz sanmıştım. Öyle olmadı. Sadece, caddenin karşısına geçtik. Gittiğimiz bu yeni hastanede sezeryan olacaktı.
Doktorla asansördeyiz:
- Daha önce doğuma girdin mi?
- Girmedim. Girdim de, o kendi doğumumdu.
- A, çocuğun mu var?
- Şey, yok, ben doğdum ya, onu diyorum.
Güldük. Ağzıma, ‘o beyaz içeri mikrop kaçmasın bandını’ takmayı beceremedim. Yeni ameliyatı yapacak olan doktorun kafasındaki başlıkta çizgi film kahramanları vardı.
Bebişkoyu annenin karnından alabilmek için ‘yarım narkoz’ yaptılar. Bedeninin aşağısında neler olduğunu anne, kendisi göremedi. Ben gördüm.
Kat kat kestiler. Plesentaya ulaştılar. Bebek oradan besleniyormuş.
Plesentayı bazı hastaneler, güzellik kremi yapan yerlere satıyormuş, doğum sonrasında. Kimileri de atıyormuş; oysa çok besleyici yanı varmış.
O sırada, karşımdaki plesentanın, ‘kurban bayramı tası’ gibi bir şeyin içinde durduğunu fark ettim. Geçeceği aşamaları ve nasıl krem olacağını düşündüm. Sonra, o kremi yüzüme sürdüğümü, o sürdüğüm şeyin başkasının plesentası olduğunu, başka birinin DNA’sının bana karıştığını ve böylelikle gülümseyerek yollarda bakımlıca (!) dolaştığımı hayal ettim.
Bebeğin çıkış travması üzücüydü. İçerideyken huzurluydu. Korunaklı bir yerdeydi. Kan pıhtıları ile oynuyordu belki.
Doktorlar da bir yanıyla rutin bir iş mi yapıyorlar? Karaciğer uzmanıysan, karaciğeri en iyi biliyorsun. Hep karaciğer ameliyatı yapıyorsun mesela. Bir gün olsun, karaciğercilerden, beyin ameliyatı yapmayı isteyen oluyor mudur acaba?
Organları, ‘ameliyat hortumu’ ile ne kadar çok sularsan, o kadar az acı çekermiş, uyanınca hasta. Daha çabuk iyileşirmiş.
Bebeğin annesi, oracıkta kanlar içinde yatıyordu, hâlsizdi.
Bebeğin babası, elinde fotoğraf makinası, mutluydu.
Elbise gibi dikti doktor, kadının, içinden az önce çocuk çıkmış bedenini.
- Görüyor musun Handeciğim? Biz burada, bu bebekleri doğurtuyoruz her gün; onlarsa, birer birer öldürüyorlar.
Yaşadığımız katliamları düşündüm.
Giderken bebeğin babaannesi ve anneannesine yakalandık. Doktorluğun mühendislik olmayan yanı belirdi. Hâl, hatır soruldu.
Bugün orada, sahiden, dışarıda bunca sorumluluk beni beklerken, ne işim vardı? Belki de sadece merak. Boş zamanlarımda resmen ameliyat izler oldum. Hakikate ulaşma yolculuğumda, okuyor, üretiyor, paylaşıyor ve ihtiyaç duyarsam ameliyatları dahi izliyorum.
Tırnak içinde yazdığım kelimelerin terminolojide başka karşılıkları olduğunu biliyorum. Onların bendeki hâlini koruyorum.
Dileğim, aynı şeyi anlatan farklı ifade biçimlerinin var olması. Öyle bir dünya...