CHP lideri Bülent Ecevit Başbakan olarak Moskova'ya gidiyor. 1978 yılı haziran ayı. Uçağa bindim ateş bastı, "Allah kolaylık versin HC" diye mırıldandım. Ben Cumhuriyet'ten genç bir muhabir olarak tek tabancayken, diğer gazetelergenellikle en üst düzeyde ve iki kişiyletemsil ediliyordu. Yan koltuğa gözüm ilişti: Abdi İpekçi'yle Sami Kohen. Biri, Milliyet'in Genel Yayın Yönetmeni ve başyazarı, öteki, Dış Haberler şefive yılların dış politika yorumcusu.
Bu ikili, en tehlikelisiydi. Her ikisi deaktif gazeteciliği hiç bırakmamış, yorumlarını olayların içinden yazandeğerli meslek büyüklerim... Haber atlamaya hazır ol, dedim kendi kendime. Uçak havalandı. Sami Abi hemen Abdi Bey'in yanından kalktı,onun yerine Dışişleri'nin Genel Sekreter yardımcılarından bir büyükelçi geldi oturdu. Abdi Bey de o meşhur teybini ortaya koydu, sohbet koyulaştı Moskova'ya ininceye kadar. İçim içimi yiyordu. Büyükelçi yanından ayrılırken, Abdi Beybana döndü, şöyle bir göz kırptı, hafif alaylı bir yüz ifadesiyle... Ertesi sabah Yazı İşleri Müdürüm Altı Punto Çeto'dan(rahmetli Çetin Özbayrak) ilk fırçamı yemiştim, Abdi Bey atlatmıştı.
Bir başka gün Kremlin'de başbakanları, Ecevit'le Kosigin'i bekliyoruz. Bir yandanda göz kamaştıran Kremlin Sarayı'nda etrafa bakınıyoruz. Gözümü Abdi Bey'den ayırmıyorum. Bir tablonun önünde biriyle sohbeti yine koyulaştırmış. Üstelik hepimizin peşinde olduğu bir Sovyet diplomatıyla...Yanlarına yaklaşıyor, o tabloya bakargibi yapıyorum. Sohbet İngilizce. Abdi Bey, benim kulağımın uzamaya başladığını fark edince, İngilizce'yi Fransızca'ya çeviriyor, bana yine şöyle bir göz kırparak... Tek kelime Fransızcabilmiyorum. Ertesi sabah Altı Punto Çeto'dan bir fırça daha, Milliyet Cumhuriyet'e bir haber daha atlattığı için. Hatıralar... Abdi İpekçi bizim mesleğin az sayıda efsanelerinden, doruklarından biridir. Gazetecilikteki gençlik -ya da radikal- yıllarımda Abdi Bey'i hem takdir eder, hem kıskanır, hem de eleştirirdim. Ama yıllar geçtikçe, "Abdi İpekçi gazeteciliği"ni ayrı bir yere koymaya, daha beğenerek izlemeye başladım. İktidarla muhalefetin haberlerine eşit yer vermeye gayret ederdi Milliyet'in birinci sayfasında. O meşhurteybini, o zamanlar birbirlerinin gırtlağınısıkmaya çalışan Ecevit'in de, Demirel'in deönüne eşit olarak koyardı. Bazen her ikisini deeleştirileriyle küstürdüğü olurdu. Devrim dergisinde fedai gazetecilik yaparken Abdi İpekçi'ye çok kızardık. Çünkü o, "seçim sandığı"na inanırdı, bizler ise "devrim"e... O, seçim sandığından iyi şeyler çıkacağınısavunurdu. Bizler ise sadece "emperyalizminişbirlikçileri çıkar" diye kestirip atardık. 1971 yılında, 12 Mart'ta asker darbe yapınca, biz Devrim'de bir başyazı yazmıştık: "Şiddet şiddeti getirir!" Abdi Bey'in ertesi gün Milliyet'te demokrasiyi savunan başyazısının başlığı şöyleydi: "Şiddet şiddeti getirir ama..." O "ama"nın anlamını yıllar geçtikçe daha çokkavradım ve yüzüm her geçen yıl daha çok "demokrasi"ye döndü. Abdi İpekçi bizim mesleğimizin doruklarından biridir. Bir efsanedir. Milliyet gazetesini 1950'lerden alıp 1980'lerin başına kadar getirdi, bu ülkenin en etkili, en güzel birkaç gazetesinden biri yaptı. Ve o etkinliğinin, popülerliğinin bedelini, ne yazık ki, hayatıylaödedi sevgili Abdi İpekçi. Lanet olası birfaşist komplo, 1979'un başında 12 Eylül darbesini hazırlayacak ortamı olgunlaştırmak için Abdi Bey'i suikast hedefi olarak seçti.
Aradan yaklaşık 38 yıl geçti. Bir sivil darbe sürecindeyiz. Ve bugün de Abdi İpekçi adı, bir zamanlar kendisiyle özdeş hâle gelmiş olan gazetesi Milliyet'ten silinmek isteniyor. Gerçekten çok hazin. "Abdi İpekçi gazeteciliği"nin Milliyet'te çoktan yok edildiği malum. Bu süreç, Erdoğan Demirören'inMilliyet'teki patronluğuyla başladı. Daha gazeteyialdığında, genel yayın yönetmeni kim olsun diye Tayyip Erdoğan'a telefon eden oydu. Milliyet'te Saray'ın hoşuna gitmeyen köşeleri birer birer kapatırken, Milliyet'te Abdi İpekçi gazeteciliği dönemini noktalayan ve Beyefendi rahatsız olmasın gazeteciliğini başlatan da oydu. Hatta, bir seferinde "beyefendi rahatsız" olup kendisine telefon açınca, telefonda ağladığını da herkes televizyonlardan duydu. Şimdi sıra, anlaşılan, Abdi İpekçi adının Milliyet'ten tümüyle silinmesine geldi.
Bu yıl Abdi İpekçi GazetecilikÖdülleri dağıtılmadı. Jüri, 29 Nisan 2016'da Sedat Ergin'in başkanlığında toplandı. Yılın gazetecisi ödülünü haber dalında, İŞİD'in Diyarbakır, Suruç ve Ankara bombacılarının Türkiye'deki örgütlenmesini ve devletin ihmallerini anlatan haberleri için Hürriyet muhabiri İdris Emen'e (fikri takibin önemine vurgu yaparak), fotoğraf dalında Aylan Bebek fotoğrafıyla DHA muhabiri Nilüfer Demir'e verilmesine karar verdi. Aradan sekiz ay geçti. 27 yıldır verilmekte olan ödül açıklanmadı. Son zamanlarda bu konuyla ilgili haberler çıkmaya başlayınca, gazete yönetimi herhangi bir inandırıcılığı olmayan bir açıklama yapmak zorunda kaldı(*). Öte yandan, Abdi İpekçi Gazetecilik Ödülü Jüri Başkanı ve Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin de konuyla ilgili olarak dün şöyle dedi: "Jürinin kararına rağmen, ödülün verilmeyeceği yolundaki kararı hayretle karşıladım. Getirilen gerekçeyi inandırıcı bulmuyorum. Bize daha önce ödül töreninin gecikmesiyle ilgili başka gerekçeler söylenmişti. Jüri olarak 29 Nisan 2016'da toplandık. Ödülü İdris Emen arkadaşımız oy çokluğuyla, bileğinin hakkıyla kazandı. Milliyet'in iptal kararını, rahmetli Abdi İpekçi'nin hatırasına yapılmış birsaygısızlık olarak görüyorum." (**) Çoktandır ne meslek büyüklerimize saygı kaldı, ne de mesleğimizin ahlak ve ilkelerine... Gerçek gazeteciler bugün askeri darbe dönemlerinden çok daha kötü koşullarda yaşamakta. Bir kenara not edin. Abdi İpekçi adını bizim mesleğimizden silemezsiniz. Ama hiç unutmayın, sizler gazeteciliğin yüz karası sayfalarında yer alacaksınız.
* * *
Yukarıdaki yazım beş yıl önce16 Aralık 2016'da bu köşede çıktı.Abdi İpekçi, Milliyet gazetesiGenel Yayın Yönetmeni 42 yıl önce, 1 Şubat 1979'da korkunç bir suikast sonucuhayatını kaybetti. Bu toprakların en önde gelengazetecilerindendi. Mesleğimizin onur sayfalarına yazdırdı ismini...Kendisini rahmetle, saygıyla anıyorum.