Hrant Dink’i anma törenine gidiyorum. Polis caddeyi kesmiş. - Ne var? - Bomba ihbarı... Arama yapılıyor. Yan sokağı deniyorum, oradan da bırakmıyor polis... Kasvetli bir hava, soğuk. Etraf kar, buz. Yerde kırmızı karanfiller, mumlar... Hrant’ın arkadaşları... Hepimiz Hrantız, hepimiz Ermeniyiz! Hrant’la Ermeni, Tahir Elçi ile Kürdüz! Dokuz yıl geçmiş. Merdivenlerden çıkıp Agos’a giriyorum, sevgili Hrant’ın ruhunun dolaştığı o koridorda dikiliyorum. Rakel orada... Dokuz yıl önceyi, 19 Ocak’ı anımsıyorum. O gün, o daracık koridorda Rakel’in çığlığı içimi paramparça etmişti.
9 yıl önceki 19 Ocak’ı anımsıyorum, Agos’un o daracık koridorunda Rakel’in çığlığını...
Balkonda üç acılı kadın: Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya, sevgili Hrant Dink’in eşi Rakel Dink ve Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi... Bu memlekette acılar bitmek bilmiyor. Acılar biriktikçe birikiyor. Sevgili Hrant’ı düşünüyorum. Onun acılarından neler öğrendiğimi aklımdan geçirmeye çalışıyorum. Kimilerinin ödediği bedel, güzel şeylere açılan yolları kısaltıyor. Ya da acılar olgunlaştırıyor. Hayat acımasız. Hem insanlar, hem toplumlar acılardan çıkardıkları derslerle barış ve özgürlüğe daha çok baş koyabiliyorlar. Akıllar tutsaklıktan kurtuluyor, özgürleşiyor. Ve sorgulamaya başlıyorsun. Kendi ‘doğruları’nı didikliyorsun. Geçmiş eleştiri süzgecinden geçiyor. Tarihi sorguluyorsun. Bakıyorsun, kendi tarihin ‘icat edilmiş’ bir tarih mi, uydurulmuş bir tarih mi? Soruyorsun: Devlet seni yalanda mı yaşatıyor diye... Sorular bitmiyor ama... Geçmişi bu topraklarda ne zaman acıyla anacağız, nefretle değil? O günler gelecek mi? Bizler de kendi topraklarımızda ‘kayıp tarihi’mizi bulacak mıyız? Tarihin bu topraklarda bize yük olmaktan çıkacağı, tarihimizle birlikte bizlerin de özgürleşeceği günleri görebilecek miyiz? Bütün bu sorularla sevgili Hrant’ın ölümüyle bir kez daha başbaşa kaldım. Hrant’ın acılarıdır bana 1915: Ermeni Soykırımı kitabını yazdıran... Hrant’ın ölümü ve tarihin içinden gelen o acıları bana tarihle yüzleşmenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlattı. Evet, tarihle yüzleşmek... Başka çaremiz yok. ‘Resmi tarih’i sorgulamak şart.
Hrant Türkiye’yi paçasından çeken hortlakları gördüğü için kararlıydı, taşları yerinden oynatmaya başlatmıştı
Tarihin kepaze sayfalarıyla yüzleşmekten, resmi tarihin klişelerini sorgulamaktan kaçmak uygar insanlara yakışmaz. Demokrasiyi bir hayat tarzı olarak benimsemek isteyen bir toplumun kendi geçmişini sorgudan geçirmesi, barış ve demokrası açısından bir önkoşuldur. Tarihle ne kadar yüzleşilirse o kadar olgun, kendi kendisiyle barışık bir toplum halinde yaşanabilir. Türkiye’de tarihe dokunmanın, yalanda yaşamayı reddetmenin, aklı özgürleştirmeye kalkışmanın ne kadar netameli, tehlikeli bir iş olduğunu çok iyi biliyordu sevgili Hrant. Ama kararlıydı. Taşları yerinden oynatmadan bir yere gidilemeyeceğinin, özgürlük rüzgârlarının esmeyeceğinin bilincindeydi. Bu topraklardaki ‘tarih korkusu’nun da gayet iyi farkındaydı Hrant. Derine giden bir korkudur bu. Genç nesiller “En güzel benim milliyetçiliğimdir!” zihniyetiyle öyle yetiştirilir ki, okulda öğretilenden biraz farklı bir tarih sayfasıyla karşılaştıklarında tedirgin olurlar. Birden alınganlaşıp olmadık tepkiler gösterilir. Resmi tarihin buyrukları arasında sıkışıp kalmak böyle bir şeydir. ‘Devlet ezberi’ kutsaldır çünkü... Bozmaya kalkıştın mı başına yıldırımlar yağdırılır. Ne vatan hainliğin kalır, ne de Türk düşmanlığın... Bu öylesine bir tarih korkusudur ki, sanki tarihin tozlu sayfaları arasından öcüler, hortlaklar fırlayacak ve bizi bir anda ham yapacaklar. Sevgili Hrant yaşadı bütün bunları. Bütün bu duygu ve düşünce dünyasının kökleri nereye, tarihin ve devletin hangi karanlıklarına uzanıyor, gayet iyi görmüştü. Türkiye’yi paçasından tutup çeken, barış ve özgürlük yoluna sürekli taş koyan bu hortlakların kimler, neler olduğunu görmüştü sevgili Hrant. Bu nedenle kararlıydı. Taşları yerinden oynatacaktı. Oynatmaya başlamıştı da... Bunun üzerine kıydılar Hrant Dink’e. Bunun için hâlâ karanlıkta bu cinayet. Bunun içindir ki, devletin karanlık dehlizlerinde korumaya alındı gerçek katiller... Ne yazık! Agos’un daracık koridorunda gelip geçenlerin yüz ifadelerine bakıyorum. Dostlarla, Hrant’ın arkadaşlarıyla sohbet ediyoruz. ‘Erdoğan medyası’nın bazı köşelerinden Teşkilat-ı Mahsusa ruhu’na yapılan çağrıları konuşuyoruz. Herkes hemfikir: Çok daha karanlık günler bekliyor bu memleketi. Acılar, anlaşılan, bitmeyecek, daha da birikecek.