Ali Babacan'ın Fatih Altaylı'ya Teke Tek programında söylediklerini satır başlarıyla özetliyorum. Yeni parti hazırlıklarının son aşamasına gelmiş olan Babacan diyor ki:
Türkiye'nin bugün ciddi bir ifade özgürlüğü sorunu var, adalet sorunu var, yakıcı bir ekonomi sorunu var.
Genç arkadaşlarla buluştuk. "En büyük problem olarak neyi görüyorsunuz' dedim. Çocuklar, 'Boğulma hissi yaşıyoruz, sosyal medyada yorum yapmaktan, like atmaktan korkuyoruz" diyorlar.
Özgürlükçü, hukuka saygılı ve demokrasiyi önceleyen bir parti kuruyoruz.
Temelinde insan hakları ve özgürlükler yatan bir parti olacak bu...
Demokrasiyi öncelemeyen insanlarla çalışamayız.
Bu ülkenin vatandaşı olan herkesle çalışırız. Sosyal demokrat olabilir, milliyetçi olabilir, etnik köken, din, mezhep hiç önemli değil.
Biz sadece bir kesimin değil, her kesimin özgürlük sorununu çözmek için uğraşacağız.
Başkanlık sistemi değil, düzgün bir parlamenter sistemdir Türkiye'nin ihtiyacı... Öncelikle güçler ayrılığıdır ve denge kontrol mekanizmalarıdır.
Sistemin tam merkezinde olan bir parlamento ve demokrasinin parlamento yoluyla iyi işletilmesi...
Başkanlık sistemi, ekonomik krizlerle anılıyor. "Başkanlık sistemi gelecek koalisyon bitecek" deniyordu. Şimdi ittifaklar konuşuluyor.
İnsan hakları oylamaya tabi tutulmaz, o hak tanınır. Devletin görevi bir kişi dahi olsa onun hakkını teslim etmek, korumaktır.
50+1'den hareket ederseniz, toplumda kutuplaşmaya yol açarsınız.
Troller kutuplaştırmanın, ayrıştırmanın araçlarıdır.
Siyaset ötekileştirmesin.
Siyaset gelecek vadedemeyince desteğin yolu korkuda, karşı düşmanı üretmekte aranıyor. Türkiye'de korku siyaseti çaresizlikten geliyor. Yetmiyor üzerine ittifak katıyorsunuz. Sürdürülebilir şeyler değil bunlar.
Türkiye yeniden demokrasiyi ihya edebilir, özgürlükler ülkesi olabilir.
Ev sahibi İslamcılar, diğerleri kiracı mı?.. Kesinlikle böyle bir şey yok. Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu'nun demokrasi değerlerini baz alıyoruz. Hepsini taradık. Parti tüzüğünü böyle hazırlıyoruz.
2023 vizyonu mu?.. Bu hedeften çok uzaklaştık.
Herkes bu ülkenin eşit vatandaşı... Hiç kimsenin başkasına üstünlüğü yok. Burada mutabık kalmamız lazım.
Devletin görevi, vatandaşı dönüştürmeye çalışmak değil, herkesin inandığı gibi yaşamasını garanti etmektir.
Ortak bir Türkiye geleceği tasavvuruyla birliği ve bütünlüğü sağlayabiliriz.
Temel haklar ve özgürlükler bir haksa, bu hakkı pazarlık unsuru yapamazsınız.
Bu ülkenin uzun vadeli istikrarının, sağlam duruşunun en önemli kaynaklarından bir tanesi Mustafa Kemal Atatürk'ün zamanında kurduğu devlettir. Bunu tartışma konusu bile yapmamak lazımdır. Biz bir yandan bu gerçeği kabul edeceğiz, bir yandan da geleceğe yöneleceğiz.
Türkiye bölgede ekonomik olarak en güçlü ülkedir. Poziflik üreten, demokrasi yaratan, barış üreten bir ülke olmalıyız bölgemizde...
Avrupa Birliği acıların tecrübesiyle kurulmuş... Avrupa Birliği en büyük barış projesidir.
Hangi ülkelerde insana, bireye daha çok kıymet veriliyorsa, bizim değerler ve ilkeler bazında, o ülkelerle daha iyi anlaşılıyor olmamız lazım.
Yerlilik ve millilik kılıfı altında Türkiye'yi içe kapatmaksa, içe kapanmış bir ülkeyi daha kolay yönetmekse, biz bu anlayışta olmayız.
Türkiye ancak dışa açık bir ülke olursa, yatırımcıların tercih yeri olursa böyle kalkınır.
Türkiye'ye gelip giden çok yatırımcı var. Ama uzun vadeli yatırım için gelmiyorlar, çünkü bunun için ülkede hukuk güvenliği ve gelecek perspektifi lazım. Uzun vadeli yatırım gelmeyince işsizlik artıyor.
Türkiye'nin özgüveni yerindeyse korkacak hiçbir şey yok. Yeter ki demokrasiyi işletelim, özgürlüklerimizi rahat yaşatalım.
2011, 2012 yıllarında ve 2013'de, AK Parti'nin başlangıç değerleriyle ilkeleri arasında farklılıklar oluştu. Hukukun üstünlüğü... İnsan hakları... Demokrasi... Bunlar evrensel ilkelerdir. Bunların zaman içerisinde örselenmesi AK Parti'de bizi rahatsız etti.
Sadece değerlerde değil, ilkelerde de sapma meydana geldi. Türkiye'de her alanda sorunlar büyüdü. Neredeyse ülkenin karanlık tünele girdiğini gördük.
Baktık ki düzelme olmuyor. Üzerimizde ciddi sorumluluk hissettik. Bir süre mevcut düzene zarar veririz korkusuyla hareket ettik. Bunun vebalinden korktuk. Ama vicdani terazi öyle bir değişti ki, hiçbir şey yapmazsak, daha kötü olacak dedik, yani bunun vebali ağır bastı.
Siyasi Partiler Yasası'nda mutlaka parti içi eleştiriyi, özeleştiriyi, demokrasiyi işletecek bazı mekanizmaları, süreçleri mecburi hale getirmek lazım, mevcut kültürün değişmesi lazım.
Kendi içinde şeffaflığı sağlayamayan bir siyasi parti, Türkiye'ye şeffaflık getiremez, demokrasiyi kendi içinde işletmeyen parti, Türkiye'ye demokrasi getiremez.
Mevcut ekonomik programların inandırıcılığı mı?.. Doğrusu bu programların karşılığı yok. Bunlarda teknik, perspektif ve güven maalesef yok. Bu programlar, Türkiye'ye öngörülebilirlik getirmekten uzak...
FETÖ... Bu ülkede darbe teşebbüsüne kalkışan bir örgüt olarak kesinlikle en ağır yaptırımlarla karşılaşması gereken örgüt. Hak ettiği en ağır cezayı bulması lazım, lamı cimi yok. Bu işi planlayanlar, ele başları kim hak ediyorsa... Elbette Siyasi ayağı da dahil olmak üzere...
FETÖ ile mücadele sürecinde maalesef ciddi mağduriyetler de var. Bununla ilgili strateji, çözüm lazım. Aynı insanlar farklı mahkemede farklı sonuçlarla baş başa kalabiliyor. Burada adaleti mutlaka tesis etmek lazım.
Abdullah Bey bize dışarıdan destek veriyor. Abdullah Bey'le bizim kaygılarımız aynı...
Siyasette daha farklı üsluba, dile şiddetle ihtiyacımız var. Bu ülkede iş üretmek gerekiyor laf üretmek değil.
***
Ali Babacan'ın o her zamanki sakin sessiz halim selim halleriyle Fatih Altaylı'ya söylediklerinin bir özeti böyle.Gelecekte ne olur bilmem.Ama Babacan'ın yukarıdaki görüşleri, Türkiye'de bugün hiç olmayan bir çerçeveye, demokrasi, hukuk ve özgürlük çerçevesine oturuyor.Türkiye'nin -Ali Babacan'ın deyişiyle- karanlık bir tünele girdiği bir dönemde, bu görüşler tünelin ucundaki ışık olabilir.