Ama’sız demokratlık... Ama demeden demokrasiyi savunmak... Askeri darbelere karşı çıkmak... Sivil darbelere karşı çıkmak... Hiç ama demeden hukukun üstünlüğünü savunmak... Özgürlükleri savunmak... Hiç ama demeden, görüşlerini hiç paylaşmadığın kişilerin ifade özgürlüğünü sonuna kadar savunmak... Hiç ama demeden, inançlarına hiç katılmadığın kişilerin inançlarını özgürce yaşamalarını savunmak... Hiç ama demeden, siyaseten mücadele ettiğimiz kişilerin, siyaseten karşımızda olan kişilerin siyasal hak ve özgürlüklerini sonuna kadar savunmak... Kolay mı? Hayır değil. Hiç de kolay olmadı. Dün de öyleydi, bugün de öyle.
Bu memlekette ama’sız demokratlık örnekleri pek az yaşandı. Kendine demokratlık çok daha yaygındı. ‘Oh olsun’ zihniyeti ağır bastı.
Özellikle bu memlekette ama’sız demokratlık örnekleri pek az yaşandı. Bir başka deyişle: Kendine demokratlık çok daha yaygındı. Herkes daha çok kendi ‘doğrusu’na inandı, kendi ‘doğrusu’nun dikine gitmeyi demokratlık sandı. Farklı olanı demokrasi dışı saydı. Yaşadığımız darbe dönemleri sonrasında bazen güzel beklentiler oluşmadı değil. “Gelin ortak bir demokrasi platformunda buluşalım; demokrasi oyununun temel kurallarında anlaşalım ve oyunu buna göre oynayalım” sesleri duyuldu. Ama bu sesler genellikle bir kulağımızdan girdi, ötekinden çıktı. Fazla iz bırakmadı.
Karşı tarafa tahammül edemedik. Bunun bir fazilet olduğunu öğrenemedik. Oh olsun zihniyeti ağır bastı. Demokratik değerleri yerli yerine oturtamadık, içselleştiremedik. Ya da demokrasi kültürü kafalarımızın içini bir türlü aydınlatmadı. Bunun ne kadar güç olduğunu biliyorum. Demokrasilerin yaşanmış tarihinin ne kadar kan ve gözyaşıyla, derin acılarla yazıldığı malum. Bu açıdan sadece Avrupa’ya bakmak, yaşlı kıtanın yaşadığı korkunç altüst oluşları şöyle bir anımsamak, demokrasinin hiç de kolay olmadığını anlamak için yeterlidir.
Acılar hepimizi olgunlaştırmış olmalı. Görüşlerimiz ne olursa olsun ‘demokrasi plaformu’nda buluşabilmeliyiz. Artık çocuk değiliz
Bizim topraklar da yeterince acı çekti diye düşünüyorum. Öylesine badirelerden geçtik ki, görüşlerimiz, inançlarımız ne olursa olsun, ortak bir ‘demokrasi plaformu’nda buluşabilmeliyiz. Hayata, dünyaya nasıl bakarsak bakalım, demokrasi ve hukuk ipine hep birlikte sarılabilmeliyiz. Artık çocuk değiliz. Büyüdük. Acılar hepimizi olgunlaştırmış olmalı. Ben böyle düşünmek istiyorum. Bunun için de geçmişe, uzak ve yakın geçmişe artık eleştirel, daha yerinde bir deyişle özeleştirel bir gözle bakabilmeliyiz. Kendi siyasal geçmişimizi komplekssizce sorgulayabilmeliyiz. Kendi kendimizle hesaplaşabilmeliyiz. Kısacası: Geçmişle muhasebe meselesi... Altını kalın olarak çizin: HİÇ BİRİMİZ MASUM DEĞİLİZ! Ben böyle düşünüyorum. Bu kez askeri değil, sivil darbe sürecinde hızla ilerleyen Türkiye’de demokrasi ve hukuk kaygısı taşıyan herkes el ele vermelidir. Başka çaremiz yok.
Bana bu satırları, Oya Baydar’ın T24’teki Zaman’ı, Cumhuriyet’i, Odatv’yi savunmak başlıklı yazısı yazdırdı. Şu satırları köşeme alıyorum.
Son günlerin gelişmeleri, Zaman ve Samanyolu grubuna yönelik baskılara karşı takınılan tavırlar, çifte standartlardan arınmış demokrat ve özgürlükçü olmanın hem gereğini hem de güçlüğünü gösterdi. Hepimiz demeyim, ama çoğumuz şöyle bir durup düşündük sanırım. Kıvılcım, Cemaat yargısı kurbanı Ahmet Şık’ın Zaman’a basın özgürlüğü adına sahip çıkan tweet’iyle çaktı, Ekrem Dumanlı ve Cemaat’e yakınlığıyla bilinen diğer isimlerin Şık’tan utangaç bir özür dilemeleriyle sürdü. Cemaat’e karşı olmalarıyla bilinen, tanınan aydınların, tanınmış saygın kişilerin çeşitli biçimlerdeki destekleri karşısında, Cemaat’in kendi iç muhasebesini yapmaya başladığının belirtileri var. Bu gelişmeler, günün heyecanıyla yanan bir saman alevi midir, iktidar karşıtlığıyla sınırlı geçici ve araçsal bir tepki midir, yoksa demokratik bir bilinç sıçraması mıdır, göreceğiz. Bildiğim bir şey varsa zaferler değil yenilgiler öğretici oluyor, çünkü yenilgiler nerede yanlış yaptık sorusuna ebelik ediyor. Kendimizin ya da örgütümüzün, mahallemizin mutlak doğrularından şüphe etmeye, sorgulamaya ve cesaretle hesaplaşmaya girişebilirsek Öteki’ni daha adil yargılayabiliriz, böylece de daha adil ve önyargısız yargılanma imkânına kavuşabiliriz.
Oya Baydar, ‘Zaferler değil yenilgiler öğretici oluyor, çünkü yenilgiler ‘nerede yanlış yaptık’ sorusuna ebelik ediyor’ diyor
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Utku Çakırözer geçtiğimiz Pazartesi günkü yazısında “Bir iç hesaplaşmaya ihtiyaç var… Medya artık vakit geçirmeden kendi özeleştirisini, iç hesaplaşmasını topyekûn yapmak zorunda” diyordu. Çok haklıydı. Bu iç hesaplaşma ve ardından gelecek samimî özeleştiri bütün kesimler için geçerli. Zaman gazetesinin Ergenekon-Balyoz davaları sürecinde attığı manşetler, manipülatif haberler, Samanyolu TV’nin Kürt düşmanlığı ve nefret söylemi üzerine kurulu dizileri için de; bir zamanki Cumhuriyet’in ‘Genç subaylar tedirgin’ ve benzeri haberleri, yazıları, manşetleri için de; başka yayınlarda, internet sitelerinde halen siyasî hedefler doğrultusunda sürdürülmekte olan nefret söylemi ve kişi yıpratma amaçlı yazılar için de, Kürt sorununun barışçı çözümünü sabote eden, Kürt düşmanlığını körükleyen gazeteler, TV programları, vb., vb, için de... Yani, Çakırözer’in yazdığı gibi, basının “topyekûn” bir ahlak ve vicdan hesaplaşması yapması gerekiyor. (Oya Baydar / T24)