Futbolu ve geyiğini bazen siyasetten daha fazla seviyorum. Ne zaman maça gitsem, babam Ahmet Cemal’i hatırlarım. Futbol oynamışlığı da vardı. Fanatik Galatasaray’lıydı. Elimden tutar, birlikte maça giderdik.
Sevgili babam, puslu bir Londra sabahı, şimdi nereden, neden çıkıp geldi uzaklardan?.. Sezen Aksu ameliyat oldu. Mustafa Oğuz'la birlikte Londra'dan el sallıyor, geçmiş olsun diyoruz. O bu memleketin 'vicdanı'dır.
LONDRA
Erdoğan’a alternatif nasıl çıkar?..
Hadi bakalım burdan yak!
Bilgisayarı açar açmaz yine başladın.
Erdoğan’a alternatif nerden çıkarmış?..
En yakın ihtimal neymiş?..
Kafayı taktın mı, kurtuluş yok senden!
Yaz bi senaryo abicim!
Üstelik reytingi de iyi olur.
İçi boş bile olsa, sade başlığı okutur.
Allah rızası için, hiç olmazsa bir iki günlüğüne rahat bırak da kafayı biraz boşaltayım.
Futbolu ve geyiğini bazen siyasetten çok daha fazla seviyorum.
Ne zaman maça gelsem, rahmetli babam Ahmet Cemal’i hatırlarım.
Futbolu çok severdi.
Futbol oynamışlığı da vardı 1910’ların sonuyla 1920’lerin Almanya’sında, Stuttgart’da...
Fanatik Galatasaray’lıydı.
Üstelik ‘liseli’ydi.
Kıyısından köşesinden futbol oynadığım zamanlarda bir seferinde kendisine kızmış ve bağırmıştım:
“Görürsün, ben de Fenerbahçe’de futbol oynayacağım.”
Cevap anında gelmişti:
“Ben de seni evlatlıktan reddederim.”
Sevgili babam elimden tutar, birlikte maça giderdik.
Öyle hiç unutamadığım bir maç vardır.
1956 yılı.
Ankara’da müthiş bir kış.
Kar diz boyu.
O yıllarda önüne geleni yenen, Wembley’de İngiliz milli takımını bile 7-1 deviren, efsanevi futbolcu Puşkaş’ın kaptanlığını yaptığı Macarlar Ankara’daydı.
Annem çıkınımızı hazırlamıştı.
Kuruköfte, katı yumurta...
Birer tane de battaniye...
Hiç unutmam, sevgili annem Ayşe Cemal:
- Haso’yu üşütme, hava buz gibi, diyerek uğurlamıştı bizi...
Bakanlıklar’da, Kızılırmak Sokak’taydı evimiz.
Buz tutmuş Olgunlar Sokak’tan Atatürk Bulvarı’na inmiş, Bulvar Palas’ın önünden troleybüse binip Ulus’taki 19 Mayıs Stadı’na gitmiştik erkenden...
O zamanlar öyleydi.
Erken yola çıkmazsan iyi yer bulunmazdı.
Babamla birlikte çok az futbol maçına gitmiştik.
Daha çok evimizin küçük salonunda, baş köşede duran formika kaplı Philips marka radyonun başında dinlediğimiz cızırtılı maç yayınlarını hatırlıyorum.
Annem azarlardı babamı:
- Zehirliyorsun bu dumanla Haso’mu...
1954’te Almanya’yla Macaristan arasında oynanan ve Almanların 2-0 arkadan gelip 3-2 kazanarak Dünya Kupası’nı kaldırdıkları maçı da öyle radyo başında dinlemiştik heyecanla...
Babamın iki dudağının arasından hiç düşürmediği Birinci cigaralarının -günde üç dört paket içerdi- dumanı bugün gibi gözümün önündedir.
Sevgili babam, puslu bir Londra sabahı, şimdi nereden, neden çıkıp geldi uzaklardan?..
Ne bileyim?..
Bu belleğin işine akıl sır ermez.
En olmadık şeyleri suyun yüzüne çıkartır, insanı şaşırtır, bazen sevindirir, bazen hüzünlendirir.
Sevgili babam, futbolda televizyon devrine ancak yetişmişti. Galatasaray’ının maçlarına da pek öyle gidebildiğini anımsamıyorum.
İçimden geçti.
Şimdi olsaydı ve kendisine:
- Hadi baba, kalk seni Londra’ya, Chelsea maçına götüreyim, diyebilseydim.
Hayat böyle.
Hızla akıp giderken özlemler birikiyor.
Olmasını isteyip de gerçekleşmeyen o kadar şey kalıyor ki arkamızda...
Hepimizin için öyledir.
İçimizde kalanlar...
Gün geliyor:
- Beklediğim yarınlar hiç gelmedi, dünde kaldı, diyebiliyorsun.
N’apalım öyle.
Çok sevdiğim bir insan, Sezen Aksu, dün sabah ameliyat oldu.
Kendisine geçmiş olsun diyorum Londra’dan. En kısa zamanda sağlığına kavuşmasını diliyorum.
Sahneler onu bekliyor.
Milyonlar onun sesini bekliyor.
O, bu memleketin ‘vicdanı’dır.
Gerçekten öyledir.
Bu bakımdan çarpıcı bir örnek Berkin Elvan’ın ölümü üzerine yayımladığı mesajdır.
Berkin'e...
Soğukkanlılığını, muhakeme yetisini kaybetmiş bir kibir, iktidar ve güç zehirlenmesinden doğan bir vicdan tutulması Berkin’i de aldı…
Küçücük Berkin’i.
Gülüşünü, çocukluğunu, gençliğini, hayallerini, hayata katacağı artıları, değerleri…
Berkin, oğulcuğum, güzel çocuğum… Kavrulan kalbim, sızlayan ciğerim...
Akılla açıklamam mümkün değil, sadece hissim o ki, senin kaybının yarattığı dönüştürücü güç, biz yaşayanlara hiç nasip olamayacak belki de…
Bizi duyduğuna inanarak söylüyorum, sen de, senden önce giden abilerine söyle;
İyi ve namuslu insanlar var bu dünyada, hem de çok!
Ve kazanacaklar sonunda;
Bilmiyorum nasıl, ne zaman ama illa ki…
Hayat ileriye akar.
Bazen 16 kilogramlık bir çocuk bedeninin üzerinden yükselerek, yeniden anlamlanır.
Görüyorsun değil mi, sen bizi birleştiriyorsun şu anda…
Sevgili Sezen;
Çabuk kavuş sağlığına.
Sana Londra’dan Mustafa Oğuz’la birlikte el sallıyor, geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.
Kendine iyi bak.
Morale her zamankinden daha çok ihtiyacı olan bu memlekete belki her zamankinden daha çok lazımsın çünkü...
Twitter: @HSNCML