Gazetecilikte uzun yıllarım asker sorunu ile içiçe geçti. Hatta, 12 Mart öncesinde cuntacıların fedaisi olarak bizzat asker sorununun bir parçası oldum. Sonraki yıllardaysa, asker sorununu çözmeden Türkiye’nin birinci sınıf demokrasi olamayacağını yazılarımda, kitaplarımda anlatmaya çalıştım. Ara sıra aklıma takılır. Yarım yüzyıla yaklaşan meslek hayatımda asker sorununun bu kadar ağır basmasının nedeni belki de Paşa Dedem’di. Belki de dedem Cemal Paşa’nın İttihatçı ruhu beni yıllar boyu rahatsız etti durdu. Olabilir. Ben bu ‘İttihatçı ruh’tan artık kurtulduğumu sanıyorum ama Türkiye hala kurtulabilmiş değil. Ayrıca, bu İttihatçı ruh sadece ‘asker’lerin değil ‘sivil’lerin de içine işlemiş durumda. Dün de öyleydi, bugün de öyle. Bir başka deyişle: Türkiye’de birinci sınıf demokrasinin önünü yalnız asker değil, sivil sorunu da tıkamaya devam ediyor. Bu memlekette yıllar yılı asker sivile değil, sivil askere tabi oldu. Bu düzenin adı ‘askeri vesayet’ti. Asker, yaptığı darbelerle ‘kırmızı çizgileri’ni çekti, kurumsal yapıyı kurdu, siviller de askerin dikte ettiği bu çerçeve içinde siyaset yaptılar, bunu da demokrasi sandılar. Bu arada, sivil siyasetçiler kapalı kapılar arkasında ‘askeri vesayet’ten hep şikayetçi oldular.
Asker sorunu bitiyor ama ya sivil sorunu?.. Asker sorunu bitiyor ama ya demokrasi sorunu?..
Ama bu yapıyı değiştirecek ve askeri seçilmiş sivil otoriteye tabi kılacak siyasal cesaret ve kararlılığı gösteremediler. AKP’nin 2002 yılı sonunda iktidara gelmesiyle birlikte asker-sivil ilişkilerinde ufak ufak bir değişim yaşanmaya başladı. Özellikle Kıbrıs, Avrupa Birliği, Kürt sorunu ve 2007’deki Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili olarak Erdoğan-Gül ikilisi, askeri geriletmeye başladı. Kurumsal yapı tam anlamıyla değişmese de, askeri vesayet orasından burasından çözülmeye başladı. Demokrasiye dönük asker freni ağır ağır çekiliyordu, bu da demokrasi adına olumlu bir gelişmeydi. Ben bu süreci desteklerken şu uyarıyı da yaptım: Demokrasiye köstek olan asker freni çekilirken, bunun yerini sivil freni almasın! Ama aldı, bu uyarım gerçek oldu. Tayyip Erdoğan, ‘asker freni’ni çekerken ‘sivil freni’ni, kendi frenini koymaya başladı demokrasiye... Bir başka deyişle: ‘Askeri vesayet’in çözülüyor olması, özellikle 2011 seçimleri sonrasında kapıyı birinci sınıf demokrasiye değil, Erdoğan’ın kendi ‘sivil vesayeti’ne araladı. Peki, şimdi durum nedir? 15 Temmuz’da yenilgiye uğratılan darbe teşebbüsü sonrasında, Türkiye’nin asker sorunu artık nihai olarak çözülmüş oldu mu? Eskiden derdik ki, asker şu veya bu şekilde ‘büyük bir yenilgi’ye uğramadan asker sorunu çözülemez, yani asker sivile tabi olamaz. Bu yenilgi de ya savaş alanında olabilir, ya da bir darbe girişiminin bastırılmasıyla yaşanabilir; askerin kolu ancak böyle bükülür. Şimdi soru: 15 Temmuz böyle bir yenilgi mi, böyle bir kırılma noktası mı asker-sivil ilişkilerinde? Evet. Asker hem saygınlığına, hem gücüne ölümcül bir darbe yedi.
İktidar dizginleri her geçen gün Saray’a bağlanırken, bu ülkede asker sorunu bitebilir ama sivil sorunu derinleşir
Dün öğle vakti Yüksek Askeri Şura toplantısının televizyona yansıyan görüntülerini izliyordum. Sivil ağırlıklı yeni yapıyla ilk toplantı yapılıyordu. Siviller çoğalmış, askerler azalmıştı. Oturma düzeni de siviller lehine değişmişti. Genelkurmay Başkanı, Başbakan’ın sağ yanında oturuyor, sonra bakanlar, en sonra ise komutanlar... Şura’daki asker ağırlıklı düzen sona ermişti. Dikkat ettim, kameraman sürekli yüzleri zumluyordu. İlginçti. Sivil yüzlerden mutlu çizgiler ekrana yansırken, komutanların yüz ifadeleri hiç de öyle değildi, hatta günlük deyişle kapkara oldukları bile söylenebilirdi. Bunda şaşılacak birşey yok. 15 Temmuz’da komutanlar çok büyük bir yenilgiye uğradılar. Kendi altlarının tam anlamıyla oyulduğunu fark edemediler. Türkiye’yi iç savaş felaketine sürükleyebilecek bir darbenin kendi saflarından, çok yakınlarından geldiğini göremediler. Hala cevaplayamadıkları birçok soru var karanlıkta kalan... Şimdi tekrar soruyorum: Yaşadıkları büyük yenilgi, büyük travma sonrasında asker artık sivil karşısında havlu attı mı? Artık patron sensin dedi mi? Dedi galiba... Öyle gözüküyor. Askeri seçilmiş sivil otoriteye tabi kılan düzenlemeler herhangi bir kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık. Askeri disiplin, askeri gelenek gibi bazı konularda fazla aşırıya gidilmiş olsa da, asker konusunda artık asıl patron sivil otorite... Gözüken o. Türkiye’de ‘asker sorunu’nun sonlandırılması açısından önemli bir adım... İyi güzel. Ama daha sorular var. Asker sorunu bitiyor ama ya sivil sorunu?.. Asker sorunu bitiyor ama ya demokrasi sorunu?.. Veyahut: Asker sorununun gündemden düşüyor olması, kendiliğinden ‘birinci sınıf demokrasi’ye mi kapıyı açıyor?.. Öyle sanıyorum ki, Türkiye’nin gerçek sorunu bu sorularda düğümlenmekte! Lütfen yazın bir kenara: İktidar dizginleri her geçen gün Saray’a bağlanırken, bu ülkede asker sorunu bitebilir ama bu kez sivil sorunu derinleşir. Asker sorunu bitebilir ama demokrasi kapıyı çalmaz. Asker sorunu bitebilir ama darbe yolu kapanmaz. Asker ve sivil sorunlarını tarihin çöp tenekesine gerçekten atmak istiyorsak, darbe tehlikelerinden ebediyen kurtulmak istiyorsak, o zaman demokrasiyi tüm kural ve kurumlarıyla bir hayat tarzı olarak benimsemekten, ‘demokrasi kültürü’nü beyinlerimize işleyecek sorgulayıcı bir eğitim sistemini kurmaktan, beyinlerimizi ‘dogma’ların emrine teslim etmeyecek bir yetiştirme tarzını gerçekleştirmekten başka çaremiz yok. Aksi halde İttihatçı ruh bizi bırakmaz. Ya da demokrasi düşmanları altımızı oyar, ruhumuz bile duymaz. Türkiye’yi askeri ya da sivil darbeler ülkesi olmaktan kurtarmak istiyorsak, hep birlikte demokrasi ve hukukun üstünlüğü bayrağına sarılmalıyız. Bu da ancak gazla değil akılla olur.