Haydar Işık, Dersimli bir Kürt yazar, bir aydın insan. Tam 36 yıldır memleketi Dersim’e adım atmamış, Almanya’da sürgünde yaşıyor. On beş yirmi gün önce yollarımız Irak Kürdistanı’nda, Süleymaniye’de kesişti. Bir akşam vakti yaşadıklarını dinlerken, bunları bana mektuplaştırmasını rica ettim. Sevgili Haydar Işık’ın 20 Nisan 2014 tarihli mektubu aşağıda yer alıyor.
SİZ ve BEN!
Sevgili Hasan Cemal,
Siz annenizden;
“Asker şu derede Dersimlilere ağaç kütüğü, dal, çalı çırpı toplattı. Sonra onları ağaç kütüklerine bağladı ve gaz döküp yaktı. Yanan insan gövdeleri havaya fırlıyordu. Asker duymasın diye seni hep emziriyordum” dediğini duydunuz mu?
Siz askerden korkar mısınız?
Siz;
“Sus! Asker gelecek!” diye büyütüldünüz mü?
Asker, mahallenize doğru tepeden inince, bir primat gibi ağaç dalları arasında kayboldunuz mu? Hatta Türk zabiti iken bile generalden korktuğunuz oldu mu?
Yedi yaşında tek kelime bilmediğiniz bir dilden ilkokula başlayınca, elinde sopa sınıfa giren öğretmeniniz, “Kürdüm, doğruyum”u söyletirse, anlamını bilmediğiniz bu sözleri sevip ruhunuzun en mutena köşesine koyar mısınız?
Ardından “Güzel Kürtçe” öğrenirken, ananızın dili yasaklanırsa ve evde anne ile konuşmanın damda dolaşan ispiyoncu arkadaşlarınız tarafından dinlendiği korkusuyla ketum kalırsanız, ihbar edilip yaş söğüt dalıyla sırtınıza ve kafanıza dayak yerseniz, ruhsal gelişmeniz, çocuk davranışınız, bedensel büyümeye uygun gider mi?
İlkokul sonrası sizi, celeplerin hayvan alması gibi Köy Enstitüsü’ne götürüp, gece gündüz Kürtlük ile kalkıp onunla yatağa gönderirlerse, hatta bir köpek gibi terbiye edilirseniz, soyunuza, ananız, babanız, dil ve geleneklerinizin her gün bu Kürtlük batağında yok edildikleri halde, yoksulluk nedeniyle baş eğip kendinizi uyumlu yaptığınız halde, öğretmeniniz iki kez burnunuzun direğini tarumar eder, doğru tedavi göremediğiniz için her aynaya baktığınızda bu kırık burnu görüp o ırkçı öğretmeni aynaya doldurursanız, ne hissedersiniz?
“Duldada Mustafa Kemal'in DERSİM Katliamı’nı dinler, tanıklarıyla birebir konuşur, ardından Dolmabahçe'den Anıtkabir’e cenaze naklinde, histerik hıçkırıklara boğdurulan yasaklı halkın öğrencilerine ne dersiniz?
İnce Memed’de o yasaklı halkın adı geçiyor diye, bu romanı bir gece ve gündüz yutarcasına okudunuz mu?
Öğretmen olup sivil sol kafa ile öğrenci yetiştirip, TÖS sonra TÖB-DER üyesi olarak Türkiye'nin sosyal ve siyasi hayatına, içinizde büyüttüğünüz sizden alınan ve yasaklanan BEN’i, bu sihirli kelimeyi, hayatın herhangi bir yerinde kullanma şansını bulamazsanız, nasıl davranırsınız?
Askeri cunta sizi vatandaşlıktan atıp, küçük de olsa size ait metruk satılırsa, kırılma hisseder misiniz?
Siz hiç vatansız kaldınız mı?
Mülteciliğin insan ruhunu nasıl parçaladığını yaşadınız mı?
Doğduğunuz toprakların özlemini, Alpler’de benzer tepelere bakıp bir çeşit halüsinasyon gördünüz mü?
Meslektaşlarınız, Türk yok, dili yok vs. derse ve Atakürtçü profesörlerden, bunun“kart-kurt” versiyonunu dinlerseniz, halkınızdan uzaklaşır mısınız?
Devam edeyim.
Kenan Evren’in devlet adına el koyup sattığı bizzat yaptığınız evinizi, anneniz içinde yaşadığından geri satın aldınız mı?
2007 yılında, sürgünde yaşadığınız Almanya Federal Kriminal Dairesi’ne sizin için ‘Top teröristtir, hemen yakalanıp Türkiye'ye iade edilmelidir’ denilse ne yapardınız?
Sadece halkınızın demokratik temel haklarını savunduğunuz için Kırmızı Bülten denen Interpol listesine adınız girerse, ne dersiniz?
Bu da yetmemiş gibi Emekli Sandığı'na 24 sene 9 ay aidat ödediğiniz halde, 2011 yılının Eylül ayında devlet, sözde mahkemeye gelmiyor diye emekli maaşınıza el koyarsa nasıl düşünürsünüz?
Zorba devlet yasağı yüzünden 36 senedir ülkenize adım atmamışsınız, Alman vatandaşısınız, eviniz adresiniz belli, varsa bir suçunuz ifadenizi Alman yargıç da alamaz mıydı?
Hayır.
Devlet size hakaret etmeye devam ediyor.
Siz her sağduyu sahibi insan gibi BEN olduğunuzu inkâr etmediniz.
Yasak, sizi BEN’e daha çok çekti.
Kökünüzü aramaya koyuldunuz.
Almanya'da gördünüz ki, kadim halkınız kart-kurt edilirken, bu halkın tarihi şahsiyetleri, örneğin Selahaddin Eyyubi de çalınmış.
İnsan olan, insan kalmak isteyen herkesin yaptığını yaptınız. Selahaddin’i romanlaştırdınız.
Dersim Tertelesi, Dersimli Memik Ağa, Bitlis Beyi Abdal Han ve daha başka romanlar yazdınız. Kitaplarınızın bazıları Almancaya çevrildi.
Halkınızın ana dilinden edilmesine, sivil düşünceye sahip biri olarak öfke duydunuz ve bunu size yapılan en büyük katliam olarak gördünüz.
Şüphesiz insan olan herkes de öyle görür.
Bu arada anladınız ki, bireysel olmak, ormanda cılız bir ağaç, örgütlülük ise ormandır.
Buradan hareketle halkınızın çeşitli demokratik sivil örgütlerinde çalıştınız.
Amacınız şiddetin politik araç olmaktan çıkarılıp, halkınızın doğal temel haklarına kavuşmasıdır.
Sürgünde K...distan Parlamentosu, K...distan Ulusal Kongresi ve K...- PEN kurucu üyeliği ve başkanlığı yapıp enternasyonal toplantılarda temsil ettiniz.
Dersimli çocuk ve kadınlara yönelik sosyal projeler hazırladınız. Saddam'ın bombaladığı üç köye Alman arkadaşlarınızla okul yaptırdınız.
Bavyera Yazarlar Birliği ve Alman Öğretmenler Sendikası üyeliğiniz var.
Anlayacağınız modern, söyleyeceği olan ve düşüncelerini söylemekten çekinmeyen; herkesin ve her ulusun mutlu ve müreffeh olmasını, barış içinde özgür yaşamasını isteyen; insanı kıble edinen, bir Dersim Kürdüsünüz, Kızılbaş-Alevi inancınız ve demokrat kişiliğiniz gereği uğraş veriyorsunuz.
Hakları alınan diğer halklar gibi kendi halkınızı da onurluca savunuyorsunuz.
Seyid Rıza’nın idam edildiği gün doğmak
Bu çalışmaları devleti olan bir halkın bireyi yapsaydı, şüphesiz ona ödül verirlerdi.
Siz ödül istemediniz, ama rahat vermediler. Devlet sizi hem vatandaşlıktan attı, hem de sivil, demokrat düşünceli sizin gibi birini, Sürgünde K...distan Parlamentosu üyesi olmak nedeniyle Interpol listesine koydurdu.
Bu haksızlık yalnız size değil, çok sayıda soydaşınıza yapıldı, yapılıyor.
Şimdi soruyorsunuz, Türk-Kürt insanına, insanlığa!
Seyid Rıza’nın, pazar günü yaşı küçültülüp darağacına çekildiği 1937 yılında dünyaya gelen biri olarak; kendinizi tanıyalı hep bu baskı, sürgün, korku, inkâr ve imha hayatınız olursa!
Bu yetmemiş gibi çocuklarınız, torunlarınız size yapılanları yaşıyor olursa, çocuklarınız ana diliyle eğitim öğretim göremiyorsa, etnik kimliğiniz anayasal yasak altında tutulursa, kendinizi nasıl hissedersiniz?
Sevgili Hasan Cemal,
Bir arkadaşımın deyimiyle, “Cici Basın” yukarıdaki dertlerden anlamaz. Onların başında iktidar torbası asılı.
Ama sizin gibi ayrıcalıklı birine arzuhalimi yazmak zorunda kaldım.
Ben ve benim gibi pek çok sürgünü ne devlet, ne Türkiye insanı görüyor.
Siz, SİZ olarak benim bu BEN çığlığıma hiç kulak verdiniz mi? Bunca yıldır zulüm altındaki BEN'e ne kadar sahip çıktınız?
İnsaf var mı? Hak-hukuk var mı?
Hani Müslümanlar haksızlık yapmazdı, haksızlığa karşı dururdu?
Ne zaman bu haksızlık son bulacak ve Türkiye, beni BEN olarak kabul edecek?
Beni BEN olarak kabul etmek, barışın, kardeşliğin gereğidir. Neden bu soruna dokunmaz, görmezden gelirsiniz.
Sevgili Hasan Cemal hatırlarsanız, 2010 yılı Berlin Dersim Konferansı’nda sizi ve Cengiz Çandar'ı Türkiye'nin vicdanı ve akil insanları diye tanıtmıştım.
Sürgün bizim kaderimiz olmamalı!
Neden hâlâ durursunuz?
En iyi dileklerimle sevgi ve selamlarımı sunarım.
Haydar Işık.