Zor yazı! Bekliyorum, gelmiyor. Gelen sadece hatıralar... Okay'la birlikte bir dipsiz kuyunun içine çekiliyorum. Yazı gelmiyor ama... Bekliyorum. Belki acım derinleştikçe gelecek. Okay'ı hatırladıkça, içim daha çok acıyor. Hayat, işte böyle geçip gidiyor. Bir varsın, bir yoksun! Her ölüm kendi acısını getiriyor. Her ölümün hüznü başka. Her ölümle bir parça da senden kopup gidiyor, bir daha yerine koyamayacağın bir parça... Sevgili Okay da öyle bir parçaydı. Şimdi biraz daha yalnızlaştım. Zaten dostlarımın kimi hapiste, kimi sürgünde... Etrafım tenhalaşıyor. Okay da gitti.
Hiç olmazsa arada bir Yakup'ta buluşuyorduk. Görüşlerimiz farklılaştıkça bağırışıyorduk. Gecenin bir saatinde kulağına, boynuna asılıyordum. Yakup'taki köşesi artık boş mu kalacak?.. Hayat işte böyle. Yıllar ilerledikçe, gelen ölüm haberleriyle 'ıssız adam' olmaya başlarsın. Geçmiş uzar, gelecek kısalır! Ve yaşlandıkça hem dostluğun kıymetini daha çok anlarsın, hem hayatın acımasızlığı daha çok acıtır. Sevgili Okay; Seninle anılarım dipsiz bir kuyu oldu, içine çekilip gidiyorum. O kadar çok şey yaşadık ki birlikte, o kadar çok acı tatlı anılarımız var ki. Özellikle Cumhuriyet yıllarında... Ne kadar çok şey paylaşmıştık.
Gazeteciliğin bohemi dahil ne kadar çok şey yaşamıştık. Çabuktun. Gazete mutfağına hakimdin. Fazla zekiydin. Çabukluğunla, zekanla, dostluğunla benim boşluklarımı epeyce kapatmıştın. Birbirimize kızardık. Birbirimize bağırırdık. Ama birbirimize hiç küsmedik. Bana kızdığın zamanlarda beni hep iğnelerdin:
Hasan Cemal, sen ne zaman 'politika' öğreneceksin?..
Gazete içinde adı konmamış ya da üstü örtülü bir işbirliğimiz vardı: İyi polis, kötü polis! Herkesi inandıramasak da, ben 'iyi polis'liği oynardım. Ne günlerdi. Ama arkadaşlarımızla birlikte, genç bir takımla iyi gazete yapmıştık Cumhuriyet'i. Kalite çıtası yükselmişti. Teknoloji alanında bile büyük aşama kaydetmişti Cumhuriyet... Biliyorum, her ölüm vakitsizdir. Her ölüm düştüğü yeri yakar. Bu da 'gazeteci milleti'nin acısı... Okay'la birlikte gazete yapanların, Okay'la birlikte Ece'de, Yakup'ta, Çiçek Arif'te bizim mesleğin bohemini yaşayanların acısı... Bu satırları yazarken uzaklardan, Cengiz Çandar'dan telefonuma bir mesaj düştü:
Son bir saattir hayatlarımız gözlerimin önünden film şeridi gibi geçip gidiyor. Bir an içinde, her şeyin bir varmış, bir yokmuş olduğunun bir kez daha idrakine varıyorsun.
Evet öyle. Hayatla ölüm içiçe. Yapabileceğimiz bir şey yok. Sevgili Cengo; Ölümün arkasından yazdığım yazılar çoğalıyor. Bundan hiç hoşlanmıyorum. Çünkü, demin dediğim gibi, her ölümle biraz daha yalnızlaştığımı hissediyorum. Canımı sıkan bişey daha var. Yazdığın ölüm yazıları çoğaldıkça da, kendini yinelemeye başlıyorsun. Söylem, üslup benzeşirken tekrarlar sıklaşıyor. Kısa kesmem lazım. Sevgili Okay'ın Türkçesi çok iyiydi. Edebiyata düşkündü. Frankofon'du. Elsa Triole'nin şiirlerini Fransızca'dan Türkçe'ye çevirmişti. "Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim"in sayfaları arasında dolaşıyorum. Fotoğraflara bakıyorum. Acıymış, tatlıymış ama çok da güzel günlermiş.
Sevgili Okay; Ölüm sözcüğünü Google'ladım. Jean-Paul Sartre çıktı karşıma. Demiş ki:
Bir insan, onu tanıyan son kişi öldüğünde ölür!
O son kişilerden biri de senden başkası olamaz. Rahat uyu kardeşim.