Yunanistan’ın Mora yarımadasında, deniz kıyısında, Porto Heli’nin Kostas isimli köyü... İç bayıltan yaseminlerle rengârenk begonvillerin arasından ve yemyeşil çam ağaçlarının üzerinden masmavi denize bakan terasta taştan bir masa... Her şey harikulade. Tatil sonrasının ilk yazısını buradan mı yazsam?.. İyi olabilir. Hani o takıntı var ya, belki ondan da kurtulurum. Bir başka deyişle: Böylesine gevşetici bir ortamdan çıkacak bir yazıda Tayyip Erdoğan adı da geçmeyebilir. Söz veremesem de, denemeye değer. Nerede nasıl noktalanır bilemem ama lafı daha fazla dolandırmadan yazıya gireyim. Birkaç gün önce, motorla on-on beş dakika uzaklıktaki Spetses adasının çarşısında dolaşıyordum. Etraf çok tenhaydı. Kaç yıldır bildiğim bir dükkana girdim. Yüzü asıktı. O klasik sorum: - Hayat nasıl? - Nasıl olacak berbat. - Düzelme umudu?.. - Hiç görmüyorum. - Syriza, Çipras?.. - O..... çocukları! Biraz duruyor: - Komünistler! Sonra da ekliyor: - Nefret ediyorum onlardan... Yunanistan’ın ne korkunç bir kutuplaşma, ne keskin bir cepheleşme içine yuvarlanmakta olduğunu apaçık belli eden sözler... Hazin, gerçekten acıklı.
Kaç yıldır tanıdığım insanın yüzüne bakıyorum, ‘Komünistlerden nefret ediyorum’ diyor
Kahvelerimizi yudumlarken soruyor: - Siz de galiba 2000’de, 2001’de yaşamıştınız Türkiye’de böyle bir krizi değil mi? - Yaşamıştık ama bu kadarını değil. - Sizde bankalar kapanmış mıydı? - Hayır. - Peki ya sermaye kontrolü, para çekme yasakları?.. - Hayır, bu kadarını yaşamadık. - Biz hepsini yaşıyoruz, fena halde canımız yanarak yaşamaktayız. Arada bir dalıyor. - Turist de gelmiyor, bu yıl bıçak gibi kesildi, diye devam ediyor. Dükkan bomboş, ortalıkta müşteri yok. - Siz nasıl çıkmıştınız işin içinden, diye soruyor. - Ekonomide deniz bittikten, Türkiye kafasını duvara vurduktan sonra bir büyük koalisyon kurulmuştu üç parti arasında. Ecevit başbakandı. IMF’nin acı ilacı bu koalisyon sayesinde içildi, acı reçete uygulandı. Çünkü başka çaremiz kalmamıştı. Özellikle bankacılık alanında da önemli bir reform yapıldı. Özelleştirmeler için düğmeye basıldı. Devletin iki yakası bir araya gelmeye, gelir-gider dengesi kurulmaya başladı. Çok güç bir dönemdi. - Ama başardınız sonunda. - Başardık, ama üç parti de seçim sandığında kaldı, seçimleri çok fena kaybettiler. Biri hariç, diğer ikisi yok oldu gitti. - Kim geldi? - Tayyip Erdoğan... O da ekonomide dengeleri, reformları devam ettirdi. IMF’ye ihtiyaç kalmadı, ekonomi büyüdü. Ama özellikle son yıllarda ekonomi konusunda ipe un serilmeye başlandı. Kaç yıldır patinaj yapıyor ekonomi, büyümenin hızı kesildi. Gerekli reformlar geciktikçe gecikiyor. O sözü yeniden Erdoğan’a getiriyor: - Galiba şimdi siz de Erdoğan’dan kurtulmaya çalışıyorsunuz. Yazımın burasında frene basıyorum. Erdoğan’sız bir yazı sözümü tutmak için... O kendi derdini anlatmaya devam ediyor. Spetses adasında, Porto Heli’de birçok yerin kapanmış olduğunu söylüyor. - Özellikle bu yıl ne yerlisi, ne yabancısı kaldı turistin, diyor.
Türkiye’yi krizden çıkaran, IMF’nin acı ilacını içiren büyük koalisyondu
Kaç yıldır tanıdığım insanın yüzüne bakıyorum. Hiç gülmüyor. Derin yüz hatlarına keder, acı, sıkıntı gelip oturmuş... Daha fenası, işin içinden nasıl çıkılacağını bilemiyor. Tekrar soruyor: - Sizde, 2000’de üç büyük parti anlaştı, büyük koalisyon kuruldu, demiştin değil mi? Devam ediyor: - Bizde uzlaşamadılar. Bizde birbirlerini yediler. Şu geldiğimiz yere bak! Berbat haldeyiz. - O..... çocukları! Komünistler! Nefret ediyorum onlardan, diye tekrarlayıp yine altını çiziyor: - Sizde partiler 2000 yılında, kendi aralarında anlaştılar, demiştin değil mi? - Evet, anlaşmışlardı o zaman... Bakalım, 15 yıl sonra bir ‘büyük koalisyon’da uzlaşabilecekler mi, diye noktalıyorum sohbeti...
Terastan, çam ağaçlarıyla yasemin ve begonvillerin arasından rengi sürekli değişen denizi seyre dalıyorum. Belki de bu güzellikler beni iyimserleştiriyor. Şunu rahatlıkla söylüyorum: 7 Haziran öncesine dönüş yok! Roman iyi gidiyor: Ölmek Kolaydır Sevmekten. Ahmet Altan’ın son romanı... 67. sayfadaki şu cümleyi başlığa koysam, belki bu yazı da okunur diye düşünüyorum: “Bizim gibi kendi hayalleriyle yaralanmış olanlara eski dostlar en iyi ilaçtır.” İyi pazarlar!