Türkiye artık özgür bir ülke değil. Demokrasiden uzaklarda. Merkezi Londra’da olan Freedom House'un (Özgürlük Evi) bu yılki raporuna göre durum içler acısı. Rapor diyor ki: Türkiye, özgürlükler açısından dünyada son on yıl içinde en çok gerileyen ikinci ülke, tam 28 puan geriye gitmiş Türkiye... Demokrasi ve özgürlük açısından dünyada nal toplayan birinci ülke, Orta Afrika Cumhuriyeti, bizim iki puan önümüzde... Türkiye’de basın özgürlüğü yok! Freedom House 2017 raporuna göre durum böyle. Oysa, on yıl önceki raporda basın özgürlüğü açısından Türkiye kısmen özgür bir ülkeydi. Şimdi bu kısmen sözcüğü de uçup gitmiş... Özgürlük Evi'nin bu yılki Türkiye analizinde şöyle bir ifade yer alıyor: “Başarısız darbe girişiminden sonra Erdoğan açık bir otoriterliğe kucak açtı.” Demek istiyor ki: 15 Temmuz'u Allah'ın bir lütfu olarak gören Erdoğan kendi darbesini derinleştirme yoluna saptı. Peki, Türkiye'de hukuk devleti ne alemde? Adı, Dünya Adalet Projesi. Dünyada yasaların adil bir biçimde uygulanıp uygulanmadığını inceleyen uluslararası bir örgüt. 2016 raporunda Erdoğan Türkiye'sinin vaziyeti berbat. (1) Türkiye, hukuk ve adalet endeksinde 8 sıra birden düşmüş. (2) Dünyadaki 113 ülke arasında 99. sıraya inmiş... (3) Dünya adalet endeksinde, Türkiye'nin önünde yer alan ülkeler arasında İran, Tanzanya, Myanmar, Moldova var. İngiliz Economist dergisinin 2016 yılı demokrasi raporu: Türkiye artık demokrasi ya da kusurlu demokrasi kategorilerinde yok. Peki ya nerede? Türkiye bugün demokrasi sayılmayan ülkeler kategorisinde. Ne yazık ki öyle. Bugün Türkiye dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi hâline dönüşmüş durumda. 171 gazeteci tutuklu. Kapatılan basın yayın kuruluşu sayısı 187.
Kim sorumlu bu gidişten? Merkel mi, Erdoğan mı?
Türkiye'de yalnız gazeteciler değil, yalnız siyasetçiler ve milletvekilleri değil, akademisyenler de, hâkimler de, polisler ve askerler de hapiste... 15 Temmuz'dan bu yana kamuyla ilişkisi kesilenlerin sayısı 100 bini geçti. Tutuklananlara gelince 50 bini buldu. Bayram öncesi OHAL'e dayanılarak çıkarılan KHK'lar ile artık Meclis iradesi de Saray iradesine teslim edilmiş durumda. Yargı bağımsızlığını, güçler ayrılığını, bağımsız medyayı çoktan teslim almış olan Saray iradesi, sonunda TBMM'yi de hallederek, demokrasiyi demokrasi yapan tüm kurumların köküne kibrit suyu ekmiş bulunuyor. Bu konuda Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nun haklı tepkisi şöyle:
Bu düzenlemelerde, "Meclis’e ne gerek var, milletvekillerini niçin seçiyoruz?" sorularını sordurtan bir durum söz konusudur. Bu çok açık bir keyfiliktir. Hukuksuzluktur. Demokrasiden son sürat uzaklaşmaktır.
TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik'in geçen gün Sözcü gazetesine yaptığı açıklamalar da demokrasi, hukuk devleti ve özgürlükler konusunda ciddi uyarıları içeriyor:
Avrupa Birliği konusunda biraz bizim de kendimize bakıp, acaba demokrasi boyutunda, hukuk devleti boyutunda, son dönemler itibarıyla OHAL uygulamasına dönük olarak da, "Acaba nerelerde eksik yapıyoruz?" diyebilmemiz lazım. Biz Osmanlı'dan bu yana yüzümüzü Batı'ya çevirmiş bir ülkeyiz, toplumuz. Bugün Türkiye olarak baktığınız zaman, kendi gücümüzün en etkin kaynakları diye bir sıralama yaptığımızda doğru olan demokrasi, hukuk devleti ve özgürlükler toplumu olmak geliyor. Türkiye'de gerçekten toplama bakıldığında akademisyenler, siyasetçiler, medya yöneticileri ve yazarların soruşturmaya uğraması ile tutuklu yargılanmaları, özellikle uluslararası arenada bize resim olarak gerçekten zarar veren görüntüler. Basının sesi, yönü ne olursa olsun, zamanı ne olursa olsun basının özgürlüğü ve kendini ifade etmesi, ülkemizin çıkar meselesidir ve çıkarınadır. Burada eleştiriyi az alan bir ülke olmalıyız.
Türkiye, özgürlükler açısından dünyada son on yıl içinde en çok gerileyen ikinci ülke...
Ve Nurcan Baysal 29 Ağustos 2017 günü T24'te şöyle yazıyordu:
En son Cizre’ye gittiğimde Eskişehir’den gelmiş, oğlunun kemiklerini arayan bir anneyle karşılaşmıştım. Oğlundan neredeyse bir yıldır haber alamıyordu. Cizre’deki sokağa çıkma yasağı sırasında “Cizre ile dayanışmaya gittiğini” duymuştu. Bu kadar! Şimdi oğlundan varsa kalan bir parça kemiği arıyordu. Bu ülkede adalet aranacaksa, Cizre’nin bodrumlarına, 645 gündür hâlâ girilemeyen Sur’a, tellerin arkasındaki yasaklı Nusaybin’e, yüzde 70’i yıkılan Şırnak’a, Gever’e, bölgede yapılan TOKİ’lerin altında çıkan kemiklere, kimsesizler mezarlığında yatan gencecik bedenlere bakmak gerekiyor.
Ben de şimdi soruyorum: Bütün bunları kim yaptı? Yukarıdaki tablo kimin eseri? Bütün bunlar kimin marifeti? Merkel'in mi, Erdoğan'ın mı? Yine soruyorum: Türkiye'yi son sürat demokrasi ve hukuktan, özgürlükler düzeninden, yani Avrupa Birliği'nden tam gaz uzaklaştıran kim? Kim sorumlu bu gidişten? Merkel mi, Erdoğan mı?