Celal Talabani'nin ölüm haberi geldiğinde, hatıralar yılların ötesinden, dipsiz bir kuyudan içimi acıtarak çıkmaya başladı. Kürt sorunuyla ilgili kitaplarımı önüme koydum. Sayfalar arasında ne kadar çok geçiyordu adı... Mam Celal'la ilk kez 1992'de tanışmış, Erbil'de Sabah gazetesi için uzun bir söyleşi yapmıştım. Görüşmeyi sevgili Cengiz Çandar ayarlamıştı.
KÜRDİSTAN İÇİN FEDERASYON! Erbil, 1992 yılı Ekim ayı. Yoksulluk ve yokluk damgasını vurmuş Kuzey Irak’a. Doğru dürüst yiyecek yok. Kaldığımız Şirin Palas otelinde havlu isteyince, beyaz çarşaf veriyorlar, ama bunun için üstüne ekstra para alıyorlar. Elektrik yok gibi. Tek hatlık bir uydu telefondan ise koca bir gazeteci ordusu haber geçmek için uzun kuyruklar oluşturuyor. Üstelik dakikası 20 Amerikan Doları’na... Erbil Kalesi, kayalık bir tepenin üstünden bakıyor şehre. Kalenin duvarlarında İngilizce sloganlar asılı, birinde "Kürdistan için federasyon, Irak için demokrasi!" yazıyor.
ALTIN DEĞERİNDE BİR FIRSAT
Şaklava, 1992 yılı Ekim ayı.
Mam Celal'le ilk söyleşimi çeyrek yüzyıl önce 1992'de yapmıştım
Yeşillikler içindeki eski otelden bozma karargâhında Celal Talabanî’yle sohbet ediyorum. Gönlünde Turgut Özal’ın ayrı bir yeri olduğunu belli ediyor. Ecevit’in bu kadar “şoven milliyetçi” bir çizgiye nasıl gelmiş olduğuna hayret ediyor. Gözleri yuvalarında hızlı dönen, kolay iletişim kurabilen, neşeli, hani “dört kol çengi” derler ya, öyle bir insan. Kafasında dolaşan tilki sayısının az olmadığını anlatıyor bu gözler. Ortadoğu’nun bıçak sırtı dengelerinde otuz yıldır siyaset yapmak, elde silah dağda dolaşmak kolay iş değil. Hiç yerinde duramıyor, sürekli kıpır kıpır. Bir konuda güzel bir fırsat yakalamış ve bunu heba etmemek, bir an önce değerlendirmek isteyen bir insanın heyecanlı psikolojisini yansıtıyor davranışları. Bu, karakterinin bir parçası mı, yoksa içinde yaşadığı döneme mi özgü, bilemiyorum. Celal Talabanî, Körfez Savaşı sonrasında altın değerinde bir fırsatın Irak Kürtlerinin eline geçtiğine inanıyor. Nedir bu fırsat ? Irak’ta demokratik bir federasyon... Bağdat’ın kendileri için günün birinde yine tehdit oluşturmasını önleyecek konfederasyona yakın gevşek bir federal devlet yapısı. Saddam Bağdat’ta düşene kadar da Irak Kürdistanı’nda güçlenecek, giderek devletleşecek Kürt varlığı... Celal Talabanî’nin heyecanı da, Apo’ya dönük öfkesi de anlaşılan bu yüzden. Kürtlerin ele geçirdiği bu eşsiz fırsatın değerlendirilmesine taş koyan bir insan olarak Apo’ya ağzına geleni söylüyor.
BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN... Erbil, 1993 yılı Kasım ayı. Celal Talabanî’nin “bağımsız Kürdistan hayali” yok muydu ? Bu soruyu birden pat diye kendisine yönelttiğimde önce şöyle bir gülümsüyor. Bir ideal olarak böyle bir hayalin varlığını tabiî reddetmiyor. Ya da bu ideali bugün için yüreğinde saklamaktan başka çaresi olmadığını görüyor. Kürt lider Talabanî’nin söyledikleri şöyle özetlenebilir: Bugün hayalleri değil gerçekleri kovaladıklarını... Kürt ulusunun zorla birçok parçaya bölündüğünü... Ama bunca yıllık acı tecrübelerden sonra gerçekçi olmayı öğrendiklerini... Asıl bugün dört ülkenin sınırlarını değiştirmenin hayal olduğunu... Bu nedenlerle ideali bir yana koyup, ayrılıkçı emeller gütmediklerini... Bugün için Irak’ta demokratik bir federasyondan ya da gerçek bir demokrasinin geçerli olduğu bir Irak’ta “özerk bir Kürt yönetimi” istediklerini...
BİR HAYALDİ, GERÇEK OLDU! Bağdat, 9 Mayıs 2003. Celal Talabani’yle görüşmeye giderken dikkatimi çekiyor, Amerikan tankları, bütün kritik köşeleri tutmuş durumda. Mam Celal neşeli. 1993’ten beri ilk kez görüşüyoruz. Tepeden tırnağa silahlı peşmergelerin koruduğu bahçe içindeki mükellef villasında çok keyifli bir hali var Talabani'nin. “Mutlusunuz!” diyorum. “Nasıl mutlu olmam. Bak şimdi Bağdat’tayım. Bir hayaldi, gerçek oldu.” Şu sözlerini not ediyorum: "Türk-Irak ilişkilerinde biz Kürtlerin yeri önem kazanacak; Irak Kürtleriyle iyi ilişki, Türkiye’nin kendi Kürtleriyle de iyi ilişki içinde olması demektir.”
MAM CELAL'İN SOFRASI... Bağdat, 31 Ekim 2007. Havalimanından çıkar çıkmaz kendimizi tank gibi zırhlı kocaman bir cipin içinde bulduk. Önümüzde, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin ofisi tarafından gönderilen silahlı korumalarla dolu iki ciple birlikte hiç vakit geçirmeden büyük bir hızla yola koyulduk. İç içe beton duvarlardan oluşan Bağdat manzaralarını seyrederek gittik bir süre. Hayat surların, kum torbalarının, dikenli tellerin gerisine çekilmiş gibiydi. Betondan yüksek surların arkasında, Barış adı verilen Cumhurbaşkanlığı Sarayı buradaydı. Talabani’yle ilk mülakatımı 1992’de yapmıştım. O tarihte de PKK’yi eleştirmiş, Apo’yu ağır dille suçlamıştı. Şimdi Irak Cumhurbaşkanı olan Talabani sözlerine yine PKK’yi eleştirerek başlıyor: “PKK silah bırakmak zorunda. PKK eğer bu dönemde tümden silah bırakmaya hazır değilse, o zaman koşulsuz ve ucu açık bir ateşkes ilan etmelidir. Sözü askere getiriyor: “En üst düzeyde komutanların, ‘Barzani kim, Talabani kim ki, aşiret reisi olmaktan başka,’ söylemleri hiç hoş değil. Ama ben bunların üzerinde durmadım. Ama Başbakan Erdoğan’a yakındım.” Mülakatın arkasından yemek tabii. Talabani’nin sofrasına oturmak bir "ayrıcalık"tır çünkü... Kebaplar, bizim etli ekmeğe benzeyen, bulgurdan yapma Musul kuppası, içli köfte tadında Halep köftesi, pirinç pilavı, etli bamya, tavuk... Her akşam böyle mi diye sorunca, Talabani’den “Misafir olunca,” yanıtı geliyor. Barham Salih gülüyor: “Akşamları misafir hiç eksik olmaz ki Mam Celal’in sofrasından.” Ve sonunda, “Misafir, ev sahibinin bayramıdır, şenliğidir der Kürtler" sözü Mam Celal'in...
ERDOĞAN'A SON MESAJI... Süleymaniye, 14 Kasım 2012.
İnsanlık aynı zamanda bir barış adamını kaybetti
Süleymaniye’ye yukarıdan bakan Debaşan’a tırmanıyoruz. En tepede, Celal Talabani’nin yeşillikler arasındaki görkemli konutu uzaktan kendini belli ediyor. Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngilizlere karşı bölgede Kürt isyanını başlatan ve savaşan Şeyh Mahmut Berzenci’nin at üstündeki heykeli de dikkat çekici... Mam Celal’le ilk mülakatımı 1992’de Irak Kürdistan’ındaki Şaklava'da yapmıştım. Yirmi yılda nereden nereye gelindiğini konuştuk. Tabii Cengiz Çandar’ı sordu, Mezopotamya Ekspresi adını taşıyan son kitabını da benden öğrendi.. Cumhurbaşkanı Talabani’yle sohbetimizin en uzun bölümünde, Tayyip Erdoğan’la Kürt ve PKK sorunları yer aldı. Bir bölümü yazılmaması kaydıyla yapılan konuşmamızda Talabani bir ara şunu çıtlattı: “Geçen yıl eylül ayındaki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu sırasında Tayyip Erdoğan’la buluştuk. Kendisine dedim ki: ‘PKK bana geldi. Silah bırakmaya hazır olduğunu söyledi, (Bunu söylerken, bana doğru eğildi, ‘silah bırakmak’tan söz ediyorum, ‘ateşkes’ten değil dedi). Bunun için iki koşulu vardı. Biri genel af, öteki anayasadaki vatandaşlık tarifinin yeniden yapılması ve Türk sözcüğünün çıkarılması..." Celal Talabani yine aynı çağrıyı yaptı PKK’ya: “Silahlı mücadelenin süresi dolmuştur, artık dağdan iniş zamanıdır." Talabani, PKK ile diyalog kapısını yeniden açmak gerektiğini belirttikten sonra altını kalın olarak çizdi: “Diyalog kapısını bir tek adam açabilir ve ancak hapishanedeki o adam, Öcalan, dağdakileri indirebilir.” Talabani bir ara sözü Türkiye’nin Suriye’ye ilişkin politikalarına da getirdi: “Türkiye, Suriye’yi tam doğru okuyamadı. Önce her şeyin çok kolay olacağını, Beşar Esad’ın çok çabuk gideceğini sandı, ama sonra bunun böyle olamayacağını gördü.” Irak Cumhurbaşkanı Talabani sohbetimizde Başbakan Erdoğan’a bir de şu mesajı gönderdi: “Kardeşim Erdoğan; Kürt sorununu çöz ve dağlara barışı getir. Artık zaman dağların değil, halkın oylarıyla seçilmiş meclislerin çatısı altında siyaset yapma zamanıdır. Sevgili kardeşim; Kürt sorununun çözümü, hem Türkiye’ye hem bölgemize barış ve istikrar getirirken, sana da seçim sandığında çok daha fazla oy kazandırır.”
Celal Talabani, Süleymaniye'de kendisiyle yaptığım 14 Kasım 2012 tarihli bu görüşmeden bir ay sonra üst üste beyin kanamaları geçirdi, konuşma yetisini kaybetti ve bir daha sağlığına kavuşamadı. İlk görüşmemizden 20 yıl sonraki bu son görüşmemizde, yeni çıkan ve Mam Jalal, From a Freedom Fighter to a President isimli albüm kitabını bana imzalayıp vermişti. Celal Talabani'nin ardından Kürt dünyasında doğan boşluk öyle kolay dolamayacak. Mam Celal, Kürtlerin davasını, Cengiz Çandar'ın dediği gibi, uluslararası sahneye çıkaran büyük bir 'dava adamı'ydı. Kürtlerin davasını tam 70 yıl süren yılmaz bir mücadeleyle dağlardan uluslararası diplomasinin doruklarına, Irak Cumhurbaşkanlığı'na kadar taşımıştı. İnsanlık aynı zamanda bir barış adamını kaybetti. Mam Celal'ı tanımış olmaktan mutluyum. Toprağı bol olsun, huzur içinde yatsın.