Okluk Koyu, 7 Ağustos 2018 Duvar!
Masmavi bir denizin kıyısında, yemyeşil bir cennetin ortasında heyula gibi yükselen bir duvar... Yılan gibi kıvrılıyor. Tepeye doğru gözden kayboluyor. Üçbuçuk dört metre boyunda. Üstüne dikenli teller çekilmiş. Projektörlü gözetleme kuleleri duvarı daha da itici yapıyor. Duvarın yanında sekiz on metrelik toprak bir boşluğu telden bir yüksek duvar tamamlıyor. Akıl alır gibi değil. Bu kadar korku neden? Kimden korkuluyor? Saraylarınızla birlikte sizi yüksek duvarların arkasına iten bu korku nereden kaynaklanıyor? Sizler, yazlık sarayınıza teşrif ettiğiniz günlerde Okluk Koyu boşaltılıyormuş... Teknelere telsiz talimatı gidiyormuş, şu kadar zamanda demir alıp koydan çıkmazsanız, hakkınızda soruşturma başlayacak diye... Ayrıca hücum bot benzeri, toplu tüfekli koca bir sahil muhafaza gemisi koyun ağzında boy gösteriyor, etrafta kuş uçurtmuyormuş... Bu arada dükkanları bomboş kalan lokanta esnafının da ağzını bıçak açmıyormuş... Elimde dürbün duvarı, dikenli telleri, gözetleme kulelerini seyrediyorum. Ağaçların arkasında kalan yazlık saraya, yeşilliklerin, ağaçların arasında tepeye doğru devam eden bir inşaata bakıyorum. Yakın zamanda yaşanmış ağaç katliamı ve fotoğrafları içimi acıtıyor.
Rahmetli Özal'ı hatırlıyorum. Cumhurbaşkanıyken Okluk Koyu'nda, arada bir uğradığı son derece mütevazı, gösterişten uzak yazlığı yüzünden bir zamanlar kendisine ne kadar haksızlık ettiğimiz aklıma takılıyor. Yazlık Saray 300 odalıymış... Ankara'daki Kışlık Saray da 1150 odalı galiba... İngiliz Limanı'ndan ayrılırken, Okluk Koyu için cennet diyen rahmetli Sadun Boro'ya, büyük denizciye de selam gönderiyorum. Okluk Koyu artık cennet değil. Okluk Koyu'na heyula gibi bir duvar çekilmiş, dikenli telleriyle, gözetleme kuleleriyle yazlık sarayı korumaya almış bir duvar. Bir başka deyişle: Cennette bir duvar! Ne kadar hazin. Mavi yolculuklarda, Gökova'da artık yolum Okluk Koyu'na, İngiliz Limanı'na düşmeyecek... Bu çirkinliğe bir daha tahammül edemem. İçimde kımıldayan sıkıntı dalgasıyla mavi sulara açıldık. Duvarları düşünüyorum. Berlin Duvarı. Bütün Soğuk Savaş boyunca dünyayı Doğu-Batı diye bölen, totalitarizmin simgesi olan Berlin Duvarı'nın 1989'da yıkılışı, özgürlüğün zaferi olarak selamlanmıştı. Çok yıllar önce yaptığım bir 'duvar yürüyüşü'nü anımsıyorum. İsrail'in Filistin'e karşı diktiği o duvarı bir sabah vakti erken içime işleyen bir acıyla arşınlamıştım. Okluk Koyu'nda, bir cennetin ortasında dikenli telleriyle, projektörlü gözetleme kuleleriyle tepeye doğru yılan gibi kıvrılan duvar bana başka duvarları da çağrıştırıyor. Arkasında sevgili dostlarım Nazlı Ilıcak'ın, Ahmet Altan'ın, Selahattin Demirtaş'ın, Gültan Kışanak'ın, Enis Berberoğlu'nun, Osman Kavala'nın, Mümtazer Türköne'nin, Mustafa Ünal'ın, Sedat Laçiner'in ve daha birçoklarının yattığı o çirkin zindan duvarları gözümün önüne geliyor. Özgürlükleri çalan duvarlar... Hukuku yerle bir eden duvarlar... İnsan haklarını berhava eden duvarlar... Ama şunu iyi bilin: Nasıl korkunun ecele bir faydası yoksa, bu duvarlar da gün gelecek demokrasi ve özgürlük aşkıyla yerle bir olacak.