Yazı bazen kendini daha baştan ele verir.Neden yazdığın hemen anlaşılır.Bu yazı da öyle.Ama yine de yazacağım.Çünkü yazının konusu bana iyi geldi.Fransa Cumhurbaşkanı Macron.Hastane ziyaretinde.Sağlık çalışanlarıyla sohbet ederken, bir hemşire önüne dikiliyor Cumhurbaşkanı'nın. Zank diye sözünü kesiyor.
Söyledikleri yenir yutulur şeyler değil. Herkesin içinde kafa tutar gibi hesap soruyor Macron'dan.Sağlık hizmetlerine ayrılan bütçenin çok yetersiz olduğunu belirtiyor.Sorular Cumhurbaşkanı'nı köşeye sıkıştırıyor. Bir ara bunalıyor, hemşireyi kendisini dinlememekle suçluyor.Ama hemşire bildiğini okuyor:
Materyal yok, hiçbir şey yok. Söyleyin bize, neden tarihi geçmiş maskeleri veriyorsunuz?
Sonra da Fransa Cumhurbaşkanı Macron'a bağırıyor:
Avrupa'nın utancıyız. Acı çekiyoruz.
Hastanenin içinden alkışlar yükseliyor. Fransa Cumhurbaşkanı alkışlarla protesto ediliyor.Brüksel, Belçika Başbakanı Wilmes.Bir hastaneyi ziyaret ediyor.Başbakan'ın makam arabası St. Peter's Hastanesi'ne girerken protesto patlıyor.
Yolun iki yanına karşılıklı dizilmiş hemşireler ve acil servis doktorları Başbakan'a sırtlarını dönüyorlar.Protesto şöyle dillendiriliyor:
Koronavirüs salgını döneminde sağlık çalışanlarının sesine yeterince kulak verilmiyor. Ücretlerimiz çok yetersiz...
Fransa'dan, Belçika'dan bize ne, diyebilirsiniz.Niye heyecanlandın ki, diye sorabilirsiniz.Heyecanlanmış değilim.Fransa'da, Belçika'da bir Cumhurbaşkanı'na, bir Başbakan'a halkın içinde ulu orta hesap sorulması hoşuma gitti.Kendi kendime demokrasi budur işte dedim.Demokrasileri demokrasi yapan ifade özgürlüğü işte budur dedim.Gazetecilikte yarım yüzyıl geride kaldı.İzlediğim cumhurbaşkanı ve başbakanlar gözümün önünden bir film şeridi gibi gelip geçiyor:
Demirel... (Birden çok kez)Nihat Erim... (12 Mart)Ecevit... (Birden çok kez)Kenan Evren... (12 Eylül)Bülent Ulusu... (12 Eylül)Özal...Çiller...Erbakan...Yılmaz...Gül...Erdoğan...
Askeri dönemler dahil, Erdoğan'a kadar, bir gazeteci olarak bütün cumhurbaşkanı ve başbakanlara istediğim soruları sorabildim.Pek zorlanmadım.Basın toplantılarında, sohbetlerde hepsiyle şöyle ya da böyle tartışabildim.Hatta seslerin karşılıklı yükseldiği hafif tertip bağırış çağırışlar da yaşadım.Şunu özellikle belirtmek istiyorum.Askeri dönemler dahil cumhurbaşkanı ve başbakanlar bu memlekette gerçek basın toplantıları düzenlediler."Gazeteci milleti"nin kendilerine istediği gibi soru sormasına pek öyle ses çıkarmadılar.Evet, sözümün nereye geldiği çok açık.Demokrasi...İfade özgürlüğü...Bu açılardan yukarıdaki Fransa ve Belçika örneklerine günümüz Türkiye'sinde rastlamak ne yazık ki mümkün değildir.Kimse çıkıp ortalık yerde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı öyle ulu orta eleştiremez.Geçiyorum.Bu memlekette Tayyip Erdoğan uzun yıllardır, altını çiziyorum, gerçek bir basın toplantısı düzenlememiştir.Huzuruna her zaman, altını çiziyorum, gerçek gazetecileri değil, sadece evet efendimcileri toplamıştır. Ve onların çanak sorularıyla durumu idare edip gitmiştir.Kısa kesiyorum.İnsanlar Türkiye'de bugün neden kendi içlerine çekiliyor, sesleri niye kesiliyor, niçin suskunluğa gömülüyorlar, ne diye hep susma hakkını kullanıyorlar?Bu açıdan şu istatistik yeterli ipucunu veriyor diyebilirim:
Bugün Türkiye'de "cumhurbaşkanına hakaret"ten 100 binin üzerinde kişiye soruşturma ve 30 binin üzerinde kişiye dava açılmıştır.
Nokta.