Cuma günü sabah vakti. Çağlayan Adliyesi’nin önü tenha. Etrafa bakına bakına içeri giriyorum. Güvenlik kontrolünden çıkarken gözüm birine takılıyor. Türk bayraklı bir fanila giymiş içine. Düğmeleri açık bembeyaz gömleğinin altında kıpkırmızı parlıyor tişörtü... Önünden geçiyorum. Dikkatle yüzüme bakıyor. Biraz ileride dikilip avukatım Fikret İlkiz’i bekliyorum. Büyük salon da tenha. Ay yıldız fanilalı adam markajımda. Arkasında, belinde bir şişlik de yok, elinde çantası da. Dikkatim üstünde. Dönüyor, bana doğru yürüyor. Düzgün bir Türkçeyle: “Sizin yazılarınızı bir zamanlar çok okurdum” diye başlıyor konuşmaya. Soruyorum: “Siz ne iş yapıyordunuz o zamanlar?” “Güneydoğu’da savaşıyordum.” Bakıyorum yüzüne: “Hangi yıllarda?.. “1993, 1994...” “Asker miydin?” sorumu hayır diye yanıtladıktan sonra başlıyor konuşmaya. Bazı isimler çıkıyor iki dudağının arasından:
Veli Küçük Paşa... Korkut Eken... Osman Pamukoğlu Paşa... Kemal Kerinçsiz...
Memleketi yönetenlerin eleştiriye tahammüllü olmaları gerekir. Son birkaç yıldır 2 bine yakın cumhurbaşkanına hakaret soruşturması ve davası açılmış durumda
Yüzüne bakıyorum: “Yoksa kontr-gerilla mıydın?” Gülmekle yetiniyor: “Yok be abi, devlet göreviydi işte” diyerek bu sorumu geçiştiriyor. Şöyle devam ediyor: “Sonra herkesi, hepimizi Ergenekon’dan tutukladılar, sonra da serbest bıraktılar. Şimdi tutuklanma sırası, Güneydoğu’da savaşanlara geliyor.” Bir an durup ‘altın vuruş’u yapıyor: “Abi siz de bunlara bir dönem amma kandınız yaa...” Fikret İlkiz yanımda bitiyor, koluma giriyor, yürüyen merdivenlerden duruşmamın yapılacağı kata doğru çıkarken: “Galiba seni kurtardım!” diyor gülerek... Mahkeme salonu kilitli. Duruşma saatleriyle dava konularının ya da suçun nevinin alt alta sıralandığı duyuruyu okuyorum.
Dolandırıcılık... Yaralama... Ruhsatsız ateşli silah... İrtikap... Göçmen kaçakçılığı... Cumhurbaşkanına hakaret...
Bu yol, demokrasinin belkemiğini oluşturan ifade özgürlüğünü son derece kısıtlayan ve demokrasiye darbe olan bir yoldur
En sonuncusu benim dava. 4 yıla kadar hapis talep ediliyor. Sevgili Fikret’le sohbet ediyoruz. Cumhurbaşkanına hakaretten hakkımdaki 2 soruşturmadan takipsizlik kararı verilmiş... Ankara’dan gelen 4 soruşturma var. Bunlardan 4’ü de cumhurbaşkanına hakaret. 1’i hakkında dava açılmış durumda. Bunun için Çağlayan’dayız. 1 soruşturma daha var, Silvan’dan geliyor. Geçen kasım ayında oralardan yazdığım bir yazıyı TCK 301. madde kapsamına sokmuşlar. İçeri kabul ediliyoruz. Biz bize sayılırız. Yargıç’la katip, avukat Fikret İlkiz, sanık Hasan Cemal ve T24’den iki muhabir arkadaş. Ben ayaktayım. Savunmamız alınacak, Ankara’ya asıl mahkemeye gönderilecek. İddianameyi Yargıç okuyor. Ankara’daki Savcı, Cumhurbaşkanına hakaret konusu yazımı iddianameye olduğu gibi koymuş... Yargıç tane tane okuyor:
Sen cumhurbaşkanı ol. Türkiye’nin en büyük gazetesi taşlı sopalı saldırıya uğrasın. Sesini çıkarma. Bir değil iki kere saldırıya uğrasın. Yine tek kelime etme. Hiç kınama. Sen cumhurbaşkanı ol. Gazeteci evinin önünde dayak yesin. Yine sessiz kal. Saldırganlar senin partiden çıksın. Yine dut yemiş bülbülü oyna. Sen cumhurbaşkanı ol. Gazete basan güruhun başında senin partinden bir milletvekili çıksın. Ve o saldırgan, parti kongresinde divana da seçilsin. Üstüne üstlük bir de, gazete basan o saldırgan milletvekili, gazeteciyi evinin önünde dövmekten söz etsin. Yine çıtını çıkarma. Sen cumhurbaşkanı ol. Danışman yaptığın, milletvekili yaptığın biri, Türkiye’nin en büyük medya grubunun başındaki patronun dişlerini sökmekten, tırnaklarını sökmekten söz etsin. Sesini çıkarma. Senin eserin olan ‘havuz medyası’nın tetikçilerinden biri, gazeteciye, “Seni sinek gibi ezeceğiz!” desin. Hiç ses etme. Sen cumhurbaşkanı ol. Eleştiriye tahammülsüzlüğünden hakkında hakaret davası açtığın gazeteciye, avukatın aracılığıyla ‘aşağılık’ diyebil. Sen cumhurbaşkanı ol. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı ‘hainlik’la suçla. Merkez Bankası Başkanı’nı ‘satılmışlık’la suçla. TÜSİAD Başkanı’nı ‘vatan hainliği’yle suçla. Hoşlanmadığın kararlarından dolayı yüksek mahkeme yargıçlarını ‘hainlik’le suçla. Sen başbakan ol. Nefret ettiğin bir büyük iş adamının hakkındaki beraat kararını bozdurmak için Adalet Bakanı’nı Yargıtay nezdinde devreye sok. (4 Ekim 2015)
CHP’nin böyle bir kirli oyuna alet olması da ne kadar hazin. Böyle sosyal demokratlık mı olur?
Yargıç, okumaya devam ediyor tane tane... Fena yazı değilmiş diyorum kendi kendime... Başını kaldırıyor, gözlüklerini üstünden ne diyorsunuz diye soruyor Yargıç. Klasik savunmamı yapıyorum: “Hakaret de, hakaret kastı da yok yazımda. Demokrasinin başlıca koşullarından ifade özgürlüğü çerçevesinde yer alan bir eleştiri. Memleketi yönetenlerin eleştiriye tahammüllü olmaları gerekir. Son birkaç yıldır 2 bine yakın cumhurbaşkanına hakaret soruşturması ve davası açılmış durumda. Bu yol, demokrasinin belkemiğini oluşturan ifade özgürlüğünü son derece kısıtlayan ve demokrasiye darbe olan bir yoldur.” Fikret İlkiz de yazılı savunmasını veriyor, çıkıyoruz duruşma salonundan...
Twitter’a giriyorum. Dokunulmazlık oylamasında CHP’li milletvekillerinin katkısı ve tabii AKP ile MHP oylarıyla 367 engeli aşılmış... Bravo CHP! 1994’de de HEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp hapse atılmalarında benzer rol oynanmıştı CHP tarafından... Mehmet Altan deyişiyle: “Bugün oylanan ‘terör’değil, terör üzerinden Türkiye'yi esir almak isteyen faşist bir başkanlık rejimi stratejisidir.” CHP’nin böyle bir kirli oyuna alet olması da ne kadar hazin. Böyle sosyal demokratlık mı olur? Ve sonra üst üste şu tweetleri atıyorum: