Yıllar ne de çabuk geçiyor. 1994 yılı Mart ayı. 22 yıl öncesi... O tarihte, DEP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılmış ve hepsi TBMM kapısından apar topar alınıp doğruca cezaevine gönderilmişti. O hazin fotoğraf karesi, rahmetli Orhan Doğan’ın polislerce ensesinden tutulup ite kaka arabaya bindirilişi, o devlet hoyratlığı hâlâ gözümün önündedir. Ertesi gün Sabah gazetesinde çıkan yazımın başlığı şöyleydi:
Meclis’in DEP kararı: Demokrasi adına kötü sınav!
22 yıl sonra bu kez Saray’daki Sultan düğmeye bastı. TBMM’de hazırlık yapılıyor, HDP milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmak için. 4 Mart 1994 tarihli yazımın özetini köşeme alıyorum.
Demokrasi adına kötü bir sınav verdi TBMM. Milletvekili dokunulmazlıklarının siyasal nedenlerle kaldırılması demokrasiye sığmaz. Meclis’in içinde ve çevresinde güvenlik barikatları kurmak ve dokunulmazlığı kaldırılan milletvekillerini apar topar gözaltına almak bir talihsizliktir. Adı parlamenter demokrasi olan bir rejimin parlamentosunda böylesine görüntülere tanık olmak ve hele parlamento üyesi olarak bunları onaylamak, geçiştirmek, görmezlikten gelebilmek ya da böylesi olaylara tahammül edebilmek de bir başka talihsizliktir. DEP ve Refah milletvekillerinin siyasal gerekçelerle dokunulmazlıklarının kaldırılması, Türkiye’de siyasal istikrara fayda değil zarar veriyor. Rejim bu karardan dolayı güçlenmiyor, tam tersine zaaf noktası darbe yemiş oluyor. PKK’yla mücadelede hedef küçülmüyor, büyüyor. Nedense sürekli olarak hedef toplulaştırılmasına gidiliyor. Legal-illegal, şiddet-fikir hiç ayırt edilmiyor. Her şey aynı kabın içine konuyor. Bu da içte ve dışta PKK’nın elini güçlendiriyor. Devletin iç odaklarında sanıldığının aksine, Meclis’in bu kararı Güneydoğu’da devleti halkın gözünde güçlü kılmayacak. Öyle bir görüntü aldatıcıdır. Yöre halkı nezdinde PKK’nın değirmenine su taşınmış oluyor. Türk-Kürt düşmanlığını körüklemek isteyenlerin eline de yeni bir koz geçiyor. Türkiye’nin dış politikada manevra alanının daralması gündeme geliyor. Avrupa Konseyi, AGİK, BM İnsan Hakları Komisyonu, Avrupa Parlamentosu gibi uluslararası platformlarla, tek tek Batı ülkelerinde Türkiye bundan böyle daha çok sıkışacak. 1991 sonunda Paris Şartı avazeleriyle kurulan DYP-SHP ortaklığına uluslararası platformlarda insan hakları ve demokrasi konusunda açılmış olan kredinin son dilimi de böylece harcanmış oluyor. Bir noktayı daha belirtmek istiyorum. İktidarda olsun, muhalefette olsun sosyal demokratların da (SHP iktidarda, DSP ile CHP muhalefetteydi o tarihlerde, HC) iyi bir sınav verdikleri söylenemez. Çoğunluğunun kaçak güreştiğini vurgulamak bir gerçeği saptamak olur.
Ama bir Erdal İnönü örneği var. Baştan beri son derece demokrat bir tutum sergilemiş ve dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı çıkmıştır. TBMM Anayasa Komisyonu’nun kararına Sayın İnönü’nün koyduğu muhalefet şerhlerinden ikisini köşeme aynen alıyorum: "İlke ve pratik açılarından dokunulmazlıkların kaldırılmasının yanlış olduğuna inanıyorum. İlke açısından: Her zaman savunageldiğim ilke, düşünce özgürlüğünün, demokrasi ve daha genel olarak insan yaşamının temel bir niteliği olduğudur. Bu bakımdan düşünce suçu diye bir şeyin demokrasilerde olmaması gerektiğini, zararlı fikirlerin de söylenmesinden korkulmamasını, zararlı fikirler söylenmeden, hangi fikirlerin doğru ve yararlı olduğunun anlaşılamayacağını, bu yapılmadan sağlıklı fikirlerin toplumca içtenlikle benimsenemeyeceğini her zaman ve her fırsatta öne sürdüm. Dokunulmazlıkların kaldırılması önerilen milletvekillerinin sözle ve yazıyla açıkladıkları fikirlerine hiçbir şekilde katılmıyorum. Bu fikirler yanlıştır, zararlıdır, gerçeğe uymayan yorumlarla doludur. Ama milletvekillerinin bu yanlış fikirleri söyleme olanağını zorla ortadan kaldırırsak, bu fikirlerin yanlışlığını vatandaşlarımıza gönül rahatlığıyla kabul ettiremeyiz. Pratik açıdan: Hepimizin ortak amacı olan vatanın bütünlüğünü koruma davasına bu dokunulmazlıkların kaldırılması nasıl katkı yapar? Yararları mı, zararları mı daha fazla olur? Hem kısa vadeli hem uzun vadeli bütün olası etkileri düşündüğümde zararın yarardan daha çok olacağını görüyorum. İstanbul Milletvekili Hasan Mezarcı’nın (Refah Partisi) birçok konuşması, başta büyük Atatürk olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların fikirlerine ve amaçlarına karşı bir anlayış içinde olduğunu gösteriyor. Böyle bir anlayış benim siyasal görüşlerime taban tabana zıttır. İnanıyorum ki, toplumumuzun büyük çoğunluğunun sağlıklı değerlendirmesiyle de çelişmektedir. Ancak bu fikirlerin yanlışlığını göstermek, milletvekili dokunulmazlığını kaldırmakla olmaz. Atatürk ve arkadaşlarının Türkiye’de gerçekleştirdikleri devrimlerin açtığı yolda yürüyen kuşakların yılmayan çabaları, bugün ülkemizde bütün kurum ve kurallarıyla işleyen bir çağdaş demokrasiyi hayata geçirmektedir. Böyle bir demokrasinin temel niteliklerinden biri olan düşünce özgürlüğü, tamamıyla karşısında olduğumuz fikirlerin bile söylenmesine izin vermekle kendini gösterir. Bu nedenle İstanbul Milletvekili Hasan Mezarcı’nın dile getirdiği ters fikirler yüzünden dokunulmazlığının kaldırılmasına karşı oy verdim." Sayın İnönü’nün görüşlerine katılıyorum. Bu yazımın çıktığı 4 Mart 1994 günü, Erdal İnönü telefon edip yazımdan dolayı beni kutlamış ve teşekkür etmişti. (Hasan Cemal, Kürtler, sayfa 223-225)
Aradan 22 yıl geçmiş... Kürt sorunu çözülmemiş, tersine derinleşmiş... PKK küçülmemiş, büyümüş, dağdan şehre inmiş, güçlenmiş... PKK ile Kürt sorunu, PKK ile Kürt kitleleri içiçe geçmiş... HDP yaklaşık 5,5 milyon oya erişmiş... Kürt siyasal hareketi 106 belediye kazanmış... 22 yılda nereden nereye gelinmiş... Ama zihniyet değişmiş değil. Kafa aynı kafa! Şimdi de Erdoğan’la asker elele, 1990’ların kafasıyla netice alacaklarını sanıyorlar. Allah akıl versin!