Tarih, 12 Haziran 2016. Altı ay öncesi. MHP lideri Bahçeli diyor ki:
Bizim Saray’la anlaştığımız namertçe söylendi. İlk aşamada partili cumhurbaşkanlığına evet dediğimiz, başkanlık sistemine sıcak baktığımız soysuzca iddia edildi. Yeni anayasaya boyun eğdiğim fısıltıdan öte yüksek sesle ifade edildi. Bu alçak sözleri dolaştıranlarda yüz olmadığı için özür dilemediler.
Bu sözler Bahçeli’nin. Daha altı ay önce kendisinin anayasa değişikliği konusunda Tayyip Erdoğan’la gizlice anlaştığını söyleyenlere böyle sesleniyor:
Namertler! Soysuzlar! Alçaklar!
Ama altı ay sonra, ‘namertler’in, ‘soysuzlar’ın, ‘alçaklar’ın söylediği doğrulanıyor. Erdoğan-Bahçeli anlaşmasının ürünü olan anayasa değişikliği yarın Meclis'te... Sayın Bahçeli; Bu sözlerinizden dolayı şimdi siz özür dileyecek misiniz? Sizin siyaset anlayışınız bu mu? Daha altı ay önce inkâr ettiğiniz bir konuda şimdi Erdoğan’la kolkola girişinizi bugün nasıl açıklayacaksınız? Hazin! Demek, dün dündür bugün bugündür! Öyle mi?..
Bu ülkede gerçek barışın yolu, gerçek demokrasiden geçiyor
Türkiye bu siyaset anlayışından çok çekti, anlaşılan, daha da çekmeye devam edecek. Türkiye bugün birlik beraberlik nutuklarıyla açık diktatörlük yolunda hızla ilerliyor. TBMM Anayasa Komisyonu’nda yarın ele alınması beklenen anayasa değişiklik teklifinin başka hiçbir anlamı yoktur. Diktatörlük açısından tabuta son çivi, bu teklifin Meclis’ten geçmesiyle çakılmış olacak. Bu konuda hiçbir kuşkum yok. Daha 15 Temmuz’un ertesi günü bu noktayı özellikle vurgulamıştım, bu köşede çıkan “Asker darbesi, Erdoğan darbesi” başlıklı yazımla. Erdoğan, Allah’ın lütfu olarak gördüğü 15 Temmuz’la birlikte, OHAL düzenini ilan ederek KHK’larla kendi sivil darbesini derinleştirmeye, hukukun üstünlüğünü tümüyle yok etmeye başladı. Anayasa değişikliğiyle de her şeyin tüy dikilecek! Bu bakımdan, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun şu değerlendirmelerine katılıyorum:
Bakın, halkın en yüksek oranda ‘evet’ dediği anayasa 12 Eylül darbe anayasasıdır. O dönemde de yargı bağımsız değildi. Parlamento askıdaydı. Bugün de öyle. O dönemde medya özgürlüğü yoktu, gazeteciler hapisteydi. Bugün de medya özgürlüğü yok, 146 gazeteci hapiste... O dönemin darbesini yapan askerlerdi. Bu dönemin darbesini yapanlar siviller... 12 Eylül’de referanduma giderken meydanlarda Kenan Evren vardı, şimdi de kimlerin olacağı belli. Medyasının, üniversitelerinin, hukukçularının, sivil toplum ve meslek kuruluşlarının susturulduğu bir ülkede siz hangi anayasayı yapıyorsunuz?
Cumhurbaşkanının hangi koşullarda Yüce Divan’a gideceğine bakın... Neredeyse imkânsız. Sadece bu mu? Başkan’ın başkanlığında kurulacak hükümet için güvenoyu istenmiyor... Parlamentodan güvenoyu alamayan bir hükümet olabilir mi? Parlamentoda gensoru bile verilemeyecek. Cumhurbaşkanı hiç hesap vermeyecek ama herkesten hesap soracak! Cumhurbaşkanı kararnamelerle devleti yeniden yapılandıracak. Olacak şey değil. Demokrasi ancak güçler ayrılığı ilkesinin işlediği yerde olur. Milletin seçtiği milletvekilleri bir anayasa değişikliği ile konu mankeni konumuna düşürülüyorsa, o ülkede demokrasiden söz edilebilir mi?
Cumhurbaşkanı verilen yetkilerle devleti yeniden yapılandırabiliyor. Maliye Bakanlığı’nı bir kararnameyle kaldırabilir yeni bir bakanlık kurabilir. Düzenleyici ve denetleyici kuruluşları bir gecede ortadan kaldırabilir. Devlette kendine göre birden fazla ili kapsayan bölgeler oluşturabilir. Bunların hepsi devlette keyfi yönetim demektir. Parlamentonun kendi yetkisini bir kişiye devretmesi demektir. Bunun adı, Türkiye’yi dikta yönetimine teslim etmektir.. Biz Türkiye’yi bir diktaya, sultaya teslim etmek istemiyoruz. (Hürriyet'ten Cansu Çamlıbel'in söyleşisi)
Sayın Kılıçdaroğlu haklı. Türkiye bir diktaya, bir sultaya teslim edilmek isteniyor. Bu gidişe hep birlikte hayır demeliyiz. Diktaya geçit yok demeliyiz! Bir başka deyişle: Demokrasi, hukuk ve özgürlüğün gereğini yerine getirmeliyiz. Bu ülkede gerçek barışın yolu, gerçek demokrasiden geçiyor çünkü...