Bozburun, 19 Ağustos 2020Tekne muhteşem bir kızıllığa doğru yol alıyor.Ama gün batımı, bu muhteşem güzellik içimi nedense hüzünle dolduruyor. Kulağım, gözüm YouTube'da.
Polis baskını korkunçtu!Kapıyı açtığım anda otomatik silahı göğsüme dayadılar.Baskında Kürtler Tarihi isimli bir kitabı bile aldılar. Utanç vericiydi!
Tutuklanmamdan bir yıl önce bölgeden gazeteye verdiğim bir röportaj vardı. Ertesi gün Erdoğan televizyona çıkıp, "Yazar da olsanız terörist muamelesi göreceksiniz" dedi. İçimden "Bu benim" dedim. İnsan kişisel olarak tehdit edildiğini hisseder.
Hapiste tecrit çok zordu, dayanılır gibi değildi.
Sağlığımı kaybettim. Sanırım cezaevi de bazı şeyleri tetikledi.
Cezaevinden çıktıktan sonraki ilk bir yıl sürekli post travmatik kabuslar gördüm.
Cezaevinden sonra hiçbir şeyden korkmam sanıyordum ama korkuyorum.
Dildeki ustalığımı yitiriyorum. Cezaevi değil ama sürgün beni susturdu. (Özgürüz Radyo, 10 Ağustos 2020)
Sürgünde iki yazar...Aslı Erdoğan'la Can Dündar Berlin'de bir parkın merdivenlerine oturmuş sohbet ediyorlar.Onları dinlerken sürgün acısı nedir, hissediyorum.Aslı Erdoğan yorulduğunu söylüyor, "Benim vaktim kalmadı artık" sözü içimi acıtıyor.Bir yerlerden bir cümle aklıma takılıyor:
Yoksa her şeyin üstüne artık zamanıntozu mu çöküyor?
Bilemiyorum.Aslı Erdoğan bir ara Türkiye'den söz ederken, "Hukukun bu kadar çöktüğü bir dönem hatırlamıyorum" diyor.Çok haklı.Aslı'yla Can'ı izliyorum.Her şeye rağmen umut beslemekten ve geleceğin hayalini kurmaktan başka çaremiz olmadığını düşünüyorum.Umutsuz yaşanmaz. Ama aynı zamanda boş umutlar beslemek ya da hiç gelmeyecek yarınların düşlerinde yaşamak da bir yerde hazin değil mi?Hele o sürgün acısı... Bu acı, Can Dündar'ın Türkiye'de basılmayan Vatan Haini isimli kitabının önsözünde su yüzüne vuruyor:
Bir sabah yapayalnız uyandım.Uyandığım ev, benim değildi.Hep yattığım yatakta değildim.Yanımda eşim yoktu.Eşyalar yabancıydı.Perdeyi açtım:Farklı bir şehir baktı bana...Ne yemyeşil bahçe vardı, ne masmavi deniz...Ülkemde değildim.Hep gülümsemesine alıştığım güneş, bulutlar ardına sinmiş gibiydi.Televizyonu açtım; tanımadığıminsanlar, anlamadığım bir dilde konuşuyorlardı.Gidecek bir işim yoktu,konuşacak kimsem de...Eşim, işim, evim, bahçem, ailem,annem, ülkem, şehrim, sevdiklerim, bir günde çıkıvermişti hayatımdan...Dostların her daim kulağıma fısıldadığı,"Asla yalnız yürümeyeceksin" şarkısı duyulmaz olmuştu.
Sürgün acısı... Ama bu acı aynı zamanda "direniş ruhu"nu besliyor. Sevgili Aslı'da da, Can'da da bu ruh kendini ele veriyor.Özgürlük için kavgaları tükenmiş değil.
Elimde bir kitap var.2019 yılı başında New York'ta ikinci el satın almıştım:
Avrupa'da Entelektüel Direniş.
Önsözde Andre Gide'in 1937 tarihli bir sözü var:
Bir zaman gelir şiddet akla boyun eğdirmeye girişir...Gerçek insan işte o zaman rolünün ne olduğunu kavrar. Boyun eğmeyi reddederek, kaba kuvvete yenilmez bir kuvvetle, ruhun gücüyle karşı çıkar.
Andre Gide'in bu sözü 1937 yılından.Aklın özgürlüğünü savunmuş...Şiddete boyun eğmeyi reddetmiş...Kaba kuvvete "ruhun gücü"yle karşı çıkılmasını savunmuş...Yalanda yaşamaya hayır demiş...Aklını "özgürlük katilleri"ne teslim etmemiş... Özgürlük bayrağını dik tutanlar arasında hiç kuşkusuz Aslı Erdoğan'la Can Dündar da var.Sürgünde yaşayan birçok entelektüel gibi, yazar gibi, sanatçı gibi, siyasetçi gibi onlar da şiddete, kaba kuvvete boyun eğmeyenler arasında yer alıyor.Entelektüel direniş deyince aklıma başka isimler de geliyor, zindanda direnişlerini sürdürenlere selam ediyorum:
Selahattin Demirtaş...Osman Kavala...Ahmet Altan...
Üçü de şiddete boyun eğmiyorlar.Kaba kuvvete hayır diyorlar.Yalanda yaşamayı reddediyorlar.Aklın özgürlüğünü duvarların arkasında dasavunmaya devam ediyorlar. Selahattin Demirtaş'ın T24'teki makalesini okuyorum. (17 Ağustos)Güçlendirilmiş parlamenter sistemi, demokrasiyi savunuyor, demokrasi ittifakı için de çağrı yapıyor:
Halkın demokratik çıkarları dışında hiçbir amacı, hedefi, hırsı ve gündemi olmayan siyasi aktörlerin öncülüğünde ve tüm toplumsal kesimlerin el elevererek oluşturacakları demokrasi ittifakının gücüyle başarılı olunabilir.Kolay değil ama imkansız da değil. Biraz daha samimiyet ve cesaret yeterli olacaktır.Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem'egeçilirse, devlet demokrasiylebuluşmuş olur ve tüm toplumsalsorunların çözümü mümkün hale gelir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin artıkkişilerin, grupların veya partilerin devleti olmaktan çıkarılarak halkın devleti haline getirilmesinin zamanıdır.
Sevgili Ahmet Altan'a gelince... O da her zamanki gibi, "aklın özgürlüğü"nü savunmaya devam ediyor zindanda da olsa:
Beni hapsetmeye güçleri yeter ama beni hapiste tutmaya kimsenin gücü yetmez.Ben bir yazarım.Ne bulunduğum yerdeyim, ne bulunmadığım yerde.Beni nereye kapatırsanız kapatın ben zihnimin sınırsızlığında kanatlanır, bütün dünyayı dolaşırım.Beni hapse koyabilirsiniz ama beni hapiste tutamazsınız.Bütün yazarlar gibi ben de duvarları rahatça geçecek bir sihrin sahibiyim çünkü...
Osman Kavala da, 1000 günü geçti hâlâ hapiste ama zindan duvarları onun "entelektüel direnişi"ne engel olamıyor.Bu öylesine bir direniş ki, öylesine bir ruh gücü ki, sevgili Osman da özgürlük bayrağını, Selahattin Demirtaş gibi, Ahmet Altan gibi zindandan dalgalandırıyor.Demokrasiyi savunuyor.Hukuku savunuyor.İnsan haklarını savunuyor.Eşitliği savunuyor.Şu sözler onun:
Toplumsal kesimler arasında barışa, diyalog ve uzlaşmaya hizmet edecek projelere destek olmaya gayret ettim. Kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin hukuk ve demokrasi normlarının ülkemizde eksiksiz uygulanmasını, içselleştirilmesini,Avrupa Birliği ile bütünleşmeyi savundum.Sivil toplum alanındanve akademi çevrelerinden aynı duyarlılığı paylaştığım kişilerle birlikte, bu süreci zora sokan olumsuz gelişmeler, özellikle yargıdaki sorunlu uygulamalarile ilgili basın bildirileriyle uyarıcılık görevini yerine getirmeye çalıştım.
Şimdi yazın bir kenara:
Selahattin Demirtaş 1386 gündür hapis...Ahmet Altan 1419 gündür hapis...Osman Kavala 1024 gündür hapis...
Bunlar adaleti, hukuku hiçe sayan, ayaklar altına alan hapislikler...Şunu iyi bilin:Selahattin Demirtaş'lar, Ahmet Altan'lar, Osman Kavala'lar özgürlüklerine kavuşuncaya kadar susmak yok, biat etmek yok! Ne korkacağız, ne yılacağız. Akıllarımızı tutsak alamazsınız.Bizim akıllarımız çoktan beri özgürlüğe alışmış durumda çünkü.Adalete, özgürlüğe, zulüm ve baskıya, haksızlığa tamamen kör bir toplum yaratamazsın.Hiç kimse bunu başaramadı.Siz de başaramayacaksınız.Mavi Yolculuk Günlüğü'ne bir gün daha tahammül edebilirseniz sevinirim.