Yedirtmeyiz inadı
Erdoğan tarafında en ufak bir yumuşama, uzlaşma, geri adım jesti ve diyalog belirtisi gözükmüyor. “Erdoğan’ı yedirtmeyiz” inadı, kavgacılığı devam ediyor. İktidar kanadındaki bu hava ufak ufak dağılmaya başlamazsa, Türkiye’yi çok zor bir dönem ve çok sıcak bir yaz bekliyor demektir.
Ürkütücü bir slogan
İyi niyetli uyarı ve mesajların, Erdoğan ve kurmaylarına ne kadar ulaştığı konusunda derin kuşkularım var. Çünkü Erdoğan hâlâ gece yarısı mitinglerinde, “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim!” diye ürkütücü sloganlar atan partili kalabalıklara banka genel müdürlerini, sanatçıları, gazetecileri, siyasetçileri yuhalatabiliyor. Gerçekten yazık!
“Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim!”
Başbakan Erdoğan’ın havalimanındaki gece yarısı mitinginde bu sloganla birlikte, “Ya Allah bismillah, Allah-u ekber!” sesleri kulaklarda çınlıyordu.
Fena halde tedirgin oldum.
Tayyip Erdoğan her ne kadar bu sloganlar atılırken, her şeyi demokrasi ve vakar içinde yapacaklarını söylediyse de, tedirginliğim geçmedi.
Çünkü, gecenin o saatinde havalimanında toplanan büyük kalabalıktan çıkan “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim!” sloganı, AK Parti gibi örgüt disiplini son derece sıkı bir partide kendiliğinden atılmış bir slogan olamazdı. Hesaplı kitaplıydı. Bu konu önceden mutlaka düşünülmüş taşınılmış olmalıydı.
Bu yüzden tedirgin oldum.
Ayrıca, Tayyip Erdoğan değil miydi, daha birkaç gün önce, “Yüzde 50’yi evinde tutmakta zorlanıyorum” diyen... Evet oydu, bunu itiraf eden de AK Parti lideriydi.
İster istemez akla takılıyor. Ya AK Partili kitleler yarın Taksim’e doğru yürüyüşe geçerse, ne olacaktı?.. Aba altından sopa gösteren Tayyip Erdoğan hiç böylesine korkunç bir ihtimali acaba aklına getirmiş miydi?
Soruyorum, ateşle oynadığının farkında mı Sayın Başbakan?..
Ve tekrar ediyorum:
Başbakan’ın gece yarısı mitinginde atılan “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim!” sloganları ile “Ya Allah bismillah, Allah-u ekber!” diye sürekli tekbir getirilmesinden irkildim.
İrkildim, çünkü bir zamanlar Taksim’de yaşanan Kanlı Pazar'ı anımsadım.
1960’ların sonuydu.
Amerikan 6. Filosu’ndan bazı savaş gemileri İstanbul’a gelmiş, Dolmabahçe açıklarında demirlemişti. Devrimci gençlik protesto hazırlığı içindeydi Taksim Meydanı’nda.
Öte yandan sağcı ve muhafazakâr çevreler de boş durmuyordu. “Hainleri toprağa gömme vakti geldi!” diye bildiriler yayınlanıyordu. İslamcı basında, “Cihada hazır olun!” çağrıları yapılıyordu.
Tarih, 16 Şubat 1969’du.
Devrimci gençlerin Taksim’deki mitingi, Allah Allah sesleriyle, Komünistlere ölüm sloganlarıyla baskına uğradı. Ellerinde kalın sopalı ve bıçaklı bir güruh, Taksim’i kana bularken, üç genç insan öldü, onlarcası yaralandı.
Taksim’de kırk küsur yıl önce yaşanmış Kanlı Pazar işte budur.
Onun içindir ki, gece yarısı mitinginde, “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim!”, “Ya Allah bismillah, Allahu ekber!” sesleri beni hakikaten ürküttü.
Bir kez daha yineliyorum:
Erdoğan’la kurmayları ateşle oynuyor!
Erdoğan tarafında en ufak bir yumuşama, uzlaşma, geri adım jesti ve diyalog belirtisi gözükmüyor. Erdoğan’ı yedirtmeyiz inadı, kavgacılığı devam ediyor.
İktidar kanadındaki bu hava eğer orasından burasından ufak ufak dağılmaya başlamazsa, Türkiye’yi çok zor bir dönem ve çok sıcak bir yaz bekliyor demektir.
Bundan hem barış ve huzurun, hem de iyi giden ekonominin son derece olumsuz etkileneceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur.
Tayyip Erdoğan’ın bu dediğim dedikçiliği, her şeyden önce siyasal istikrarı ve Kürtlerle barış sürecini zehirleyecektir. Aynı zamanda ekonomik istikrar da darbe almaya başlayacaktır.
Şu çok açık:
İş ve finans dünyası diken üstünde!
Böyle devam ederse, yani Başbakan Erdoğan ortalığı yumuşatmazsa, ekonomideki dengelerin de bıçak sırtına doğru kayacağından duyulan kaygılar her geçen gün artıyor.
Bu kaygılar şimdilik dışa vurulmasa da, kapalı kapılar arkasında hararetle konuşuluyor.
Ekonominin nabzını öteden beri iyi tutan Abdurrahman Yıldırım dün HaberTürk’teki “Piyasalar Gezi’ye neden bu kadar hassas?” başlıklı yazısının son bölümünde şöyle diyordu:
“Finansal piyasalar, siyasi gerginliğin sürmesi durumunda asıl zararı nereden göreceğimizi belirliyor. Türkiye’nin yumuşak karnı yüksek cari açığıdır. Bunun büyük kısmı, kısa vadeli sermaye hareketleriyle finanse ediliyor.
Yıllık 60 milyar dolarlık açık üzerinden hesap edildiğinde, Türkiye’ye her ay ortalama 5 milyar dolarlık taze kaynak girişi gerekiyor. Gerekiyor ki, normal ekonomik faaliyetler devam edebilsin.
Aksi takdirde, finanse edemeyeceğimiz cari açığı veremeyeceğimiz için de, canlanmakta olan ekonomi bundan darbe yiyecek. Bu olaylara karşı piyasaların bu kadar hassas olması da nuhtemelen cari açık ve bu açığın finansman şekliyle ilgili.”
Değerlendirme şöyle noktalanmış:
“Ekonomiyi zor bir sürece sokmama adına protesto gösterilerinin iyi yönetilmesi, yumuşamanın sağlanması ve sonlandırılması gerekiyor.”
Bütün bu iyi niyetli uyarı ve isabetli mesajların, Erdoğan ve kurmaylarına ne kadar ulaştığı, ne kadar etkili olabildiği konusunda derin kuşkularım var.
Çünkü, Tayyip Erdoğan hâlâ gece yarısı mitinglerinde, “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim!” sloganları atan partili kalabalıklara banka genel müdürlerini, sanatçıları, gazetecileri, siyasetçileri yuhalatabiliyor.
Gerçekten yazık!
Erdoğan'ın, içeriden ve dışarıdan yükselen eleştirileri komplo teorileri ile, faiz lobisi ile, çıkar çevreleri ile izah etmeye çalışması da, bir başka talihsizlik veya yönünü şaşırmışlık işaretidir.
Yurt içinde ve dışında bugün kendisini eleştiren bazı odaklar, daha yakın zamana kadar kendisine destek veriyorlardı.
Askeri vesayeti geriletirken, kendisine karşı darbe tertipleri tezgâhlanırken, demokratikleşme adımları atarken, partisi kapatılmak istenirken, Kürt sorununda çözüm sürecini başlatırken kendisine arka çıkıyordu bu iç ve diş çevreler...
Sayın Başbakan, bunun içindir ki, örneğin daha düne kadar birçok bakımdan kendisini desteklemiş olan The Economist’in Padişah mı, Demokrat mı diye soran son kapağını önünü koyup bir iç hesaplaşma yapsa ve derginin başyazısındaki şu son bölümü de düşüne düşüne okuyabilse ne iyi olurdu:
“Erdoğan kalan zamanını anayasal reformlara, Kürt sorununun çözümüne, AB ile canlandırılacak görüşmeleri kullanarak demokrasi ve ekonomiyi rayına oturtmaya harcarsa, Türk tarihindeki yerini alır.”
Aklın yolu bir ama...
Twitter: @HSNCML