Yazı yazmak içimden gelmiyor. Bugünlerde öyle. Belki siyasetin hâlleri canımı fena hâlde sıktığı için öyledir. Ya da siyaset sahnesinde seyretmekte olduğumuz Tayyip Erdoğan filmi, arada bir “daha önce seyretmiştik” hissini uyandırdığı için oturup birkaç satır yazmak içimden gelmiyor. Bir ihtimal daha var. İlhan Selçuk derdi ki: “Yazarlık bunalımıdır, geçer!” Olabilir. Yıllar boyu siyasete ilişkin hep aynı şeyleri yazmak… Ömür törpüsü galiba. Nadir Nadi, yetmişli yaşlarının başındayken, sanıyorum 12 Eylül dönemindeki bir başyazısında şöyle yakınmıştı hayatından: “Bu adam dünyaya boşuna gelmiş diyecekler!”
Yıllar boyu siyasete ilişkin hep aynı şeyleri yazmak… Ömür törpüsü galiba
Nadir Bey’i bu kadar karamsarlaştıran olaya gelince... 1960’da, 27 Mayıs darbesi sırasında, bir konuyla ilgili eleştirel bir yazı yazınca hakkında dava açılmıştı. Yirmi yıl sonra aynı yazıyı bu kez 12 Eylül’de virgülünü değiştirmeden köşesine alınca, askeri yönetim kendisini yine mahkeme kapısına göndermişti. Bunun üzerine Nadir Bey de, “Bu dünyaya boşuna mı geldim?..” diye yakınacaktı. Hazin. Aynı filmi seyrediyor olmanın dayanılmaz ağırlığı bazen kâbus gibi çöküyor insanın üzerine. Geçenlerde bu duyguyu bir kez daha hissetttim. Bir meslektaşımın çığlığı şöyleydi:
Eyy yargı! Milletin temsil edildiği Meclis'te olup biteni de sayfalarımıza taşıyamayacak mıyız? Muhalefet milletvekillerinin sözlerini de haber yapamayacak mıyız?
Ezgi Başaran’ın Radikal’deki yazısında (*) attığı çığlığın ardında yatan gerçek şöyle özetlenebilir:
İki muhalefet partisinin açıklamaları Radikal'den kaldırılıyor, yargı sansür kurulu gibi çalışıyor
Geçen Şubat ayı. Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında konuşur. Yolsuzluklara değinir. Etiler’deki Polis Okulu arazisinin Yasin El Kadı’nın oğlu Muaz ve Usame Kutub’un şirketine ihalesiz verilme hazırlığından söz eder. Bu şirketin gizli hissedarının Bilal Erdoğan olup olmadığını sorar. Şöyle devam eder Bahçeli: “Gezi Parkı’nda Türk gençliğinin tepkisini, ‘Başörtülü hanımlara saldırdılar, camilerde içki içtiler’ diyerek püskürtmeye çalışan bu batılın temsilcisi (Tayyip Erdoğan) mertçe yanlış yaptım diyebilecek mi?” Radikal, sitesine koyar bu haberi. Yani gazeteciliğin gereğini yapar. Muhalefet açıklamalarına ayın yasağı!
Bunları o kadar çok yazdım ki! Peki geçiştirelim mi bütün bunları?.. Asla!
Yine geçen şubat ayı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran Meclis Başkanlığı’na bir soru önergesi verir. Konu, Sabah-ATV’nin satışı. Yanıtlarının Başbakan’dan beklendiği sorular şöyledir: 21 Temmuz 2013’te Cengiz Koloğlu ile evinizde yaptığınız görüşmede Sabah ve ATV ile ilgili olarak ‘Sıkıntıdayız, hallolacak bu iş’ demek suretiyle bu basın organlarının alınması yönünde sözlü bir talimat verdiniz mi? Binali Yıldırım, Turkuaz Grubu’nun Cengiz, Kolin, Limak tarafından satın alınması için bir talimat verdi mi? Bu da Radikal’de haber yapılır. Aradan beş ay geçer. Temmuz ayında hukuk bürosundan bir e-posta gelir: “Aşağıda linkini paylaştığımız haber (Devlet Bahçeli’nin meclis grup toplantısı) ile ilgili olarak İstanbul 5. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından erişimin engellenmesi kararı verilmiştir. Haber içeriğinin kaldırılması hususunda yardımını rica ederiz.” Ertesi gün bir e-posta daha: “Ankara 5.Sulh Ceza Mahkemesi’nin vermiş olduğu içerikten çıkarma kararına karşı yapmış olduğumuz itiraz reddedildiğinden aşağıda linkini verdiğimiz haberin (Umut Oran’ın Sabah-ATV satışı ile ilgili soru önergesi) içeriğinin kaldırılması hususunda yardımlarınızı rica ederiz.” Bu haber de kaldırılır Radikal’in sitesinden…
Sansür kurulu gibi çalışan mahkemeler… Şaşırtıcı mı? Elbette değil. Tayyip Erdoğan’ın yargısı böyle. Yargıda, ben yaptım oldu düzeni böyle işliyor Erdoğan’ın. Özellikle 17 Aralık’tan beri yargıda Erdoğan darbesi herhangi bir kuşkuya yer bırakmayacak açıklıkta yürüyüp gidiyor. Oyun gözler önünde çırıl çıplak oynanıyor. Yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, Türkiye'de demokrasinin bugün artık lafta kalmış değerleridir. Başbakan Erdoğan, baştan beri herhangi bir inandırıcılıktan yoksun ‘paralel darbe teşebbüsü’nü bahane ederek, kendi darbe sürecini başlattı, her geçen gün derinleştiriyor. Tayyip Erdoğan’ın ‘demokrasi korkusu’dur bu. Korkuyor, çünkü demokratik hukuk devletinde kendi iktidarıyla ilgili yolsuzluk ve rüşvet dosyalarının açılacağını adı gibi biliyor. Korkuyor, çünkü tek adamlık yürüyüşüne demokrasi ve hukukun engel olduğunu, olacağını biliyor. Korkuyor, çünkü gerçek hukuk devletinde kendisinden bu dönemin hesabının sorulacağını biliyor. Bunları o kadar çok yazdım ki.
Peki geçiştirelim mi bunları?
Demokrasi ve hukukun ölümcül darbeler yediği Erdoğan dönemi unutulmayacak, hesabı sonuna kadar sorulacak
Peki, yazılmasın mı?.. Kabak tadı verdi deyip unutalım mı? Erdoğan adına sansür kurulu gibi çalışan mahkemelere gözler mi kapansın? Medyada kurulan Alo Fatih hatları mazide mi kalsın? Sahur vakti operasyonu’yla Çağlayan Adliyesi’nde yaşananlar hak ve hukuk adına sorgulanmasın mı? Eleştirilmesin mi? Kaç İsmail kaç, herhangi bir iz bırakmadan hafızalarımızdan silinsin mi? Geçiştirelim mi bütün bunları?.. Asla! Demokratik değerlerin ve hukukun ölümcül darbeler yediği bu Tayyip Erdoğan dönemi unutulmayacak. Bu dönemin hesabı sonuna kadar sorulacak. Ve Erdoğan Cumhurbaşkanı da olsa, yarın tek adam da olsa, demokrasi ve hukuk mücadelesi bu memlekette devam edecek. Bu böyle biline!
* Ezgi Başaran, “Bu köşe yazısını da kaldırtacak mısınız?”, Radikal, 23 Temmuz 2014.