Tarih 12 Eylül 2010, Başbakan Erdoğan yüzde 58’le kazandığı anayasa değişikliği referandumu sonrası gece vakti konuşuyor: “Kazanan demokrasi oldu. Kaybeden ise vesayetçi anlayış oldu, darbeci anlayış oldu, değişime direnen anlayış oldu.”
Aradan üç yıl geçti, Başbakan Tayyip Erdoğan 180 derece döndü, “Hata yaptık!” dedi ve HSYK değişikliğini Meclis'e getirerek yargı bağımsızlığının canına okuyacak, demokrasinin özü olan kuvvetler ayrılığını hiçe sayacak büyük bir adım daha attı.
Bu memlekette yargı, öteden beri askerle birlikte ‘askeri vesayet sistemi’nin en temel dayanağı oldu.
Cumhuriyet’in kuruluşundan beri böyleydi.
Yargıyla asker elele, seçilmiş hükümetlerin tepesinde boza pişirip durdular. Devletin gücünü, halkın gücünün üstüne koydular.
Devlet, halkın oyuyla gelen hükümetlerden her zaman daha güçlü oldu.
Asker Türkiye'de ne zaman darbe yapsa, yanında yüksek yargıyı buldu.
Asker ne zaman darbe yapsa, anayasal ve yasal düzenlemelerle yargıyı yeniden yapılandırdı, kurumlaştırdı.
Asker ne zaman darbe yapsa, yüksek yargıyı biraz daha kendine tabi kıldı.
Asker ne zaman darbe yapsa, komünizm diyerek, irtica diyerek, bölücülük diyerek ya da demokrasinin kendini savunma hakkı diyerek, halkın cehaleti diyerek, her seferinde birkaç kulp takarak, kendisi gibi yüksek yargıyı da seçim sandığından çıkan millet iradesinin üzerinde Damokles'in Kılıcı gibi konumlandırmayı öncelikli görev bildi.
Böyle olduğu için de, tıpkı asker gibi yüksek yargı da devlet içinde devlet gibi bir işleve sahip oldu.
Böylece yargı, askerle dirsek teması içinde siyasal partileri de kapattı, siyasetçilere yasaklar da koydu, (Tayyip Erdoğan’ın okuduğu bir şiirden dolayı hapse mahkûm edilip siyaset yasağı alması gibi...)
Askeri darbe olmadığı dönemlerde, yargısal darbeler devreye sokuldu.
Bu bakımdan en son çarpıcı örnek 2008’de yaşandı. AK Parti, Anayasa Mahkemesi’nde görülen kapatma davasından kıl payı kurtuldu.
Şu rahatça söylenebilir:
Yargı, Türkiye’de demokratik hukuk devletini ikinci sınıflığa mahkûm eden ‘vesayet sistemi’nde askerin son savunma hattı rolünü üstlendi.
İşte bu nedenlerle, 2010 yılındaki ‘anayasa değişikliği referandumu’nda en yaşamsal konu, bu hattın kırılmasıydı.
Türkiye’de yargıyı kast sisteminden kurtarmak ve Avrupa demokrasilerindeki gibi hem bağımsız, hem tarafsız bir yere kavuşturmaktı.
Bunun için de, 2010 yılı anayasa referandumu kampanyasında en çok konuşulan ‘Venedik kriterleri’yle ‘Avrupa normları’nı bu memleketin yargı düzeninde geçerli kılmak, demokrasi adına büyük önem taşıyordu.
Bu meselenin en kritik noktasına gelince...
Zurnanın zırt dediği nokta, kısa adı HSYK olan Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun seçimindeki ‘kast sistemi’ni tasfiye etmek ve ‘Avrupa normları’nı getirmekti.
Bu gerçekleşirse, Türkiye’de ‘askeri vesayet’in bel kemiği kırılacak, demokratikleşme ve hukuk yolunda yeni bir atılım yapılacaktı.
2010 referandumunda kavga buydu.
Ve Tayyip Erdoğan, o zaman benim de ‘evet’le katıldığım bu ‘demokrasi kavgası’nı yüzde 58 oyla kazandı.
12 Eylül 2010 gece yarısı şöyle diyordu Başbakan Erdoğan:
“12 Eylül referandumunda kazanan demokrasi, kaybeden vesayetçi anlayış oldu, darbeci anlayış oldu, değişime direnen anlayış oldu.”
Aradan geçen üç yıl.
Şimdi aynı Erdoğan 180 derece döndü.
Üç yıl önce vesayetçiler kaybetti diyordu.
Darbeciler kaybetti diyordu.
Değişime direnenler kaybetti diyordu.
Üç yıl sonra kendisi saf değiştirdi.
Ak dediğine kara demeye başladı.
“Hata yaptık” diyerek, yargı düzenini tekrar ‘Avrupa normları’nın, ‘Venedik kriterleri’nin gerisine götürecek HSYK değişikliğini Meclis'e getirdi.
Bir başka deyişle:
Üç yıl önce, kaybettiler dediği vesayetçilerin safına geçmiş oldu.
Kaybettiler dediği darbecilerin safına geçmiş oldu.
Kaybettiler dediği değişime direnenlerin safına geçmiş oldu.
Şöyle de söylenebilir:
Bir zamanlar asker, komünistler diyerek darbesini vururdu.
İrtica diyerek darbesini vururdu.
Bölücüler diyerek darbesini vururdu.
Şimdi Tayyip Erdoğan ise Fethullahçılar diyerek darbesini vuruyor.
Paralel devlet diyerek darbesini vuruyor.
Devlet içinde çeteler diyerek hukuka darbe üstüne darbe indiriyor.
Bütün bunlar tek cümlede özetlenebilir:
Tayyip Erdoğan, askeri vesayet yerine kendi ‘sivil vesayeti’ni, yani tek adamlığını oturtmak için can havliyle (anlaşılan, yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarını karartmak için) üstüste hamleler yapıyor.
Meclis'e getirmiş olduğu HSYK değişikliğinin anlamı bundan ibarettir.
Bir zamanlar Tayyip Erdoğan’a demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında danışmanlık yapmış olan, 2007 yılında AK Parti için anayasa taslağı hazırlayan komisyonun başkanlığını da yapan değerli anayasa hukukçusu Prof. Ergun Özbudun dünkü makalesinde şöyle yazıyordu:
“Sonuç olarak…
2010 yılı anayasa değişikliği ile gerçekleştirilen yeni HSYK yapısı, Avrupa normlarına tamamen uygundur. Bu durum Venedik Komisyonu tarafından da teyit edilmiştir.
İktidar partisinin, üç yıl önce hararetle savunduğu bir sistemin tümüyle zıddı olan bir sistemi, bir yanlışlık yapıldığı gerekçesiyle anayasallaştırmaya çalışması, inandırıcı olmaktan uzaktır.
Böyle bir girişim, ülke içinde de, dışında da, demokratik standartlardan uzaklaşılması ve yargı bağımsızlığına bir darbe olarak algılanacaktır.
Bu krizde yeni bir noktaya, 7 Ocak tarihinde bir grup AKP milletvekilinin, HSYK Kanunu’nda ve diğer bazı kanunlarda değişiklikler yapılması konusunda bir teklifi, TBMM Başkanlığı'na sunmaları ile varılmıştır.
Anayasa'nın bazı açık hükümlerine ve ruhuna aykırı birçok maddeyi ihtiva eden bu teklifi, başka bir yazımda ele almayı umuyorum.” (Dünkü Zaman gazetesinden).
Uzun lafa gerek yok:
Darbe teşebbüsü bahanesiyle bu ülkede hukuk tepelendikçe tepeleniyor.
Twitter: @HSNCML