Önce Abdülkadir Selvi’nin dün Yeni Şafak’ta çıkan yazısının aşağıdaki bölümünü köşeme alıyorum.
Suriye krizinin başlarındaydı. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Türkiye'ye gelmişti. Suriye'nin geleceğinin konuşulurken, “Esed gittikten sonra kim gelecek?” diye sordu. “Suriye halkı kimi seçerse o gelecek” cevabı üzerine, “Seçim olduğu takdirde Müslüman Kardeşler gelir. Oysa Suriye'de Nusayriler, Hristiyan Araplar, Dürziler var” demişti. Yine aynı tarihlerde. Esed'in akıbetinin tartışıldığı bir dönemde MİT ve MOSSAD yöneticileri Mısır'da bir araya geldi. MOSSAD Başkanı Pardo, MİT yöneticilerine dönerek, “Esed gittikten sonra kim gelecek? Bana bir isim verin” dedi. MİT yöneticileri, Suriye halkı kimi ister ve seçerse onun geleceğini söylediler. MOSSAD Başkanı Tamir Pardo, “Esed giderse, Müslüman Kardeşler gelir. Biz bunu istemeyiz” karşılığını verdi. Suriye'de iç savaşın uzaması ABD ve İsrail projesiydi. ABD, başından beri Esed'in gitmesi konusunda samimi olmadı. Yetmedi bir de Rusya'yı Suriye'ye soktu. Suriye'yi bir ateş topuna çevirip, Türkiye'nin kucağına bıraktılar.
1991’den 2003’e, sonra 2011’e kadar geçen tam 20 yılda Kürtlerle kalıcı bir barışın temellerini atsaydık, daha akıllıca olmaz mıydı?
Suriye ve Esad’lı bu satırlar bana Irak’ın Saddam Hüseyin’li dönemini anımsattı. Yıl 1990. Saddam, Kuveyt’i işgal eder. 1991 başında Körfez Savaşı patlar, Saddam kuvvetleri bozguna uğrar. ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri Bağdat kapılarına dayanır. Saddam’ın devrilmesine bir adım kalmıştır. Ama Türkiye’yle Suudi Arabistan Saddam’ın devrilmesine karşı çıkar. Gerekçe şudur: Saddam devrilirse, Irak bölünür; güneyde bir Şii devleti, kuzeyde Kürt devleti kurulur; biz buna karşıyız. Amerika, Suudi Arabistan ve Türkiye’yi dinler, Saddam da paçayı kurtarır. Türkiye, 1991’den 2003’e kadar geçen 12 yıl boyunca kendi Kürtleriyle kalıcı bir barış yapamaz, meseleyi silahla baskıyla çözeceğini sanır. 2003’te Irak Savaşı patlar. Saddam devrilir. Suudilerle Türkiye’nin korktuğu başına gelir: Irak fiilen bölünür. Bu sefer de Türkiye, Irak’ın ‘toprak bütünlüğü’nü savunmaya başlar. Irak’ta federasyon da olmaz diye ter ter tepinmeye başlar. Ama bu defa Türkiye’nin sesine kimsecikler kulak vermez. Sonra yine yıllar geçer. Türkiye bu sekiz yıl zarfında mecburen Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişkilerini normalleştirir. Kırmızı çizgileri buharlaşır. 2011’de bu kez Suriye iç savaşı patlar. Bununla birlikte, Türkiye Kürtleriyle içiçe olan Suriye Kürtleri sahne almaya başlar. Suriye Kürtlerine daha çok PKK ile bağlantılı PYD-YPG’nin hakim olduğu dikkati çeker. Türkiye bir yandan Barzani’nin KDP’si, diğer yandan -başlangıçta IŞİD dahil- radikal İslamcı örgütlerle birlikte PYD’nin üzerine yürür. Böylece, Kuzey Irak’tan sonra Kuzey Suriye sorunu suyun yüzüne vurur. Türkiye yine hazırlıksız yakalanmıştır. Doğru dürüst bir oyun planı yoktur. Ve Erdoğan bağırmaya başlar: “Kuzey Irak hatasını Kuzey Suriye’de tekrarlamam, gerekirse askeri müdahale yaparım.” Şimdi geldiğimiz eşik işte bu: Askeri müdahale, savaş... Soğukkanlı düşünelim.
Allah göstermesin, bir yanlış adım daha atılırsa, bölgeyle birlikte bütün memleket yangın yerine dönecek.
Soru 1 1991’den 2003’e, sonra 2011’e kadar geçen tam 20 yılda Kürtlerle kalıcı bir barışın temellerini atsaydık, daha akıllıca olmaz mıydı?
Soru 2 Kuzey Irak tecrübesinden gerekli dersleri alarak Kuzey Suriye’yi bir sorun olmaktan çıkarsaydık, daha akıllıca olmaz mıydı?
Soru 3 Türkiye Kürtleriyle demokrasi, özgürlük ve eşitlik temeli üstüne yeni bir birliktelik inşa etseydik, daha akıllıca olmaz mıydı?
Soru 4 Madem Amerika, madem Rusya, madem İran, madem İsrail, madem AB’nin önde gelen ülkeleri Esad’ın gitmesine şimdilik ı-ıh diyor, o zaman sen hangi akla hizmet kendi başına buyruk davrandın, yeldeğirmenlerine karşı savaşan Don Kişot gibi kendini meydanlara atmasaydın, daha akıllıca olmaz mıydı?
Soru 5 Yedi düvele eyy eyy diye efelenmek yerine, dış politikanın ince ayar dengelerine itina etsen, züccaciye dükkanına girmiş fil gibi hareket etmesen, daha akıllıca olmaz mıydı?
Ama akıllıca davranmadın. Davranmadığın için de, bir ‘ateş topu’nu kucağına bıraktılar. Evet, ateş topu ama kimin hatası?.. Bu vahim hatanın sahibi Erdoğan’la Davutoğlu’dur. Bu ikiliyi sorgulamadan yapılan ya da yapılacak Suriye tahlilleri havada kalır. Ve dış güçler edebiyatı durumu kurtarmaz, hatalar zincirine yeni halkalar ekler, o kadar. Allah kurtarsın demek dilimin ucuna geliyor ama diyemiyorum. Allah göstermesin, bir yanlış adım daha atılırsa, bölgeyle birlikte bütün memleket yangın yerine dönecek.